26 Haziran 2010 Cumartesi

Ölüleri Gören Çocuktan Hava Büken Çocuğa Shyamalan




Köyün 6. Hisli Sudaki Kızının İşareti ve Avatar






Nickelodeon'ın biz hafif büyümüşlere son armağanı Avatar: Last Airbender, önümüzdeki haftalarda "Avatar" kısmı atılmış bir şekilde sinema uyarlaması olarak karşımıza çıkacak. Serinin son birkaç yılda yarattığı hayran kitlesi o kadar büyüktü ki ilk defa kanalın bir çizgi karakteri için animasyon değil de live-action bir film çekildi. Filmin en çok merak uyandıran özelliği ise serinin teslim edildiği isim. Yönetmen M. Night Shyamalan, özellikle 2000'lerin başında kendine has gerilim tekniği ile öne çıkmış, ancak son yıllarda akılalmaz bir hızla neredeyse tüm popülaritesini yitirmiş tartışmalı bir sinemacı. Minimum aksiyon ile maksimum gerilimi yaratan filmleri, Oscar ve Razzie ödüllükleri ile süslenmiş kariyeri ve Scary Movie'lerden House M.D.'a kadar sayısız yerde kendisine yapılan gönderme ile Shyamalan, üstüne biraz konuşulmayı haketmekte. Tüm Avatarseverler için Avaz'da ufak bir Shyamalan dosyası hazırladım. Bakalım sevilen animasyonun kaderi nasıl bir zihnin önderliğinde şekillenmiş...




Praying With Anger (1992)

Shyamalan'ın ilk filmi Praying with Anger'i Amerika'da büyümüş bir Hint olan Dev Raman'ın (Shyamalan) yıllar sonra bir değişim öğrencisi olarak Hindistan'a geri dönüşünü anlatıyor. Düşük bütçeli bu filmi ne seyretme ne de fragmanını bulma fırsatım oldu. Umarım Avaz okurları arasında yardımcı olabilecek gözüpek bir hayran vardır...

Shyamalan'ın rolü:

Hikayenin protagonisti Dev Raman.


Wide Awake (1998)

Bu filme uzun zaman önce bir pazar sabahı şans eseri TRT 1'de rastgelmiştim. Shyamalan'ın ikinci uzun metrajı olan Wide Awake, tür olarak yönetmenin gelecekteki çalışmalarından farklı da olsa hikayesi ve şeffaf, tadımlık ölçüdeki mistik karakteri ile özgünlüğünü seyredene hissettirmeyi başarıyordu. Bir katolik okulunda öğrenci olan on yaşındaki Joshua'nın dedesinin ölümü fikrinden ötürü başladığı tanrı sorgulamasını anlatan film, senaryosu 1991 yazılmasına ve çekimleri 1995'te bitmesine rağmen ancak 1998'de vizyona girebilmiş, hasılat olarak ise beklediğinin çok altında bir sonuçla (286.000 dolar) macerasını kapatmıştı. Shyamalan'ın oyuncu olmadığı ya da cameo yapmadığı tek filmi olan Wide Awake, hoşça vakit geçirten, Shyamalan hayranlarını ise kesinlikle tatmin edecek sade bir yapım. Özellikle Joshua'nın dedesi için koştuğu sahne, yarattığı sıcaklık ile göz dolduruyor.



Sixth Sense (1999)

Sixth Sense hakkında fazla söze gerek yok. 90'ların son büyük sürprizlerinden bu başarılı gerilim/korku filmi, hem Shyamalan'ın hem de çocuk oyuncusu Haley Joel Osment'in dünya çapında şöhrete kavuşmasını sağlamakla kalmamış, popüler kültürde gördüğü ilgi ile kendinden sonraki pek çok filmi etkileyen, sinema tarihinin unutulmazlarından biri olmuştu.Sixth Sense zamanı için sıradışıydı, Her ne kadar filmin müthiş finali kanımca büyük bir mantık hatası da olsa, yarattığı heyecan bunu bir saniye bile sorgulatmayacak kadar seyirciyi alıp götürmeyi başarıyordu. Zaten bu sebeple de anaakım korku sinemasının tahtını Scream sonrası yükselen yeni teen-slasher'lardan alacak ve Hollywood, Uzakdoğu'dan gelen ıslak saçlı kızlar tarafından zaptedilene kadar kontrolü elinde bulunduracaktı. Sayısız hayalet tarafından takip edilen küçük Cole'un hikayesinin gişede 600 milyon doların üstünde bir hasılata ulaştığını ve o yıl en iyi film dahil altı dalda Oscar'a aday olduğunu da eklemeyi unutmayalım.

Shyamalan'ın rolü:

Dr. Hill(rolün ağırlığını hatırlamıyorum).



Unbreakable (2000)


Sixth Sense'in beklenmeyen başarısından sadece bir yıl sonra vizyona giren Unbreakable, Shyamalan'ın bence en iyi filmiydi. 131 yolcunun ölümüne sebep olan büyük bir tren kazasından burnu bile kanamadan kurtulan David Dunn'ın (Bruce Willis) cam kemik hastası Elijah Price (Samuel L. Jackson) kılavuzluğundaki kendini tanıma yolculuğu, karanlık ve usta bir dille Unbreakable'da hayat bulmaktaydı. Filmin kurgusu, hem Shyamalan'ın kendine özgü tüm hamlelerini içinde barındırıyor, hem de yönetmenin anlatımını bir adım öteye taşıyordu. Önceki iki filminden farklı olarak bu sefer filmin kendini tanıma görevini yüklediği kişi küçük bir çocuk değil, orta yaşlı bir güvenlik görevlisi, hayatında maceraya ve gelişime yer olmayan bir aile babasıydı. Sixth Sense'in kılavuzunun Unbreakable'ın kılavuza muhtaç karakterini oynaması da seyircinin filmi algısında rol oynayacak, muhakkak bilinçli bir seçimdi. Çizgiroman kültüründen faydalanışındaki ustalık, karakterler arasındaki çatışmaların gerçekçiliği ve (özellikle kıyafetlerdeki) renklerin zekice kullanımıyla güçlenen atmosferi ile Unbreakable, kesinlikle seyredilmesi gereken, değeri yeterince anlaşılamamış bir yapımdı. Kahramanların doğuşu ve geç yaştakilerin "coming of age" hikayelerini seven herkese duyurulur.

Shyamalan'ın Rolü:

Stadyumdaki uyuşturucu satıcısı.





Signs (2002)

Unbreakable'dan sonraki bu film fazlasıyla tartışmalı bir yapım olmuştu. Shayamalan, Wide Awake ile el attığı tanrı ve din sorgulamasına bir kez daha geri dönmekte ve bunu bir bilimkurgu ile yapmaktaydı. Bilimkurgu tarihinde sayısız kez din masaya yatırılmıştı ancak film, bu sayısız örnekten farklı olarak din kavramını eleştiren bir eser değildi. Tam aksine Signs, fazlasıyla "ruhani" bir film idi. Karısının ölümünün ardından dine olan inancını kaybetmiş rahip Graham Hess'in (Mel Gibson) tarlasında bir gecede oluşan devasa şekilleri keşfinin ardından ailesini bilinmeyen tehlikeye karşı koruma çabası, sinema tarihinin en ilginç "dine dönüş" filmlerinden birinin hikayesini oluşturmaktaydı. Filmin üzerine kurulduğu büyük mantık hatası (su!) pek çoklarının filmi yadırgamasına sebep oldu, ki bu fazlasıyla doğal bir reaksiyondu. Gene de filmin finali bu mantık hatasına rağmen ilginç bir şekilde istediği epik havayı yaratmayı başarıyordu.
Signs, hikayesi içerdiği mantık hatasından ziyade Hollywood tarafından durmaksızın yapılan din ve milliyetçilik prpagandasına katkısından ötürü eleştirilmeyi hakeden bir film. Gene de denediği şeyin sıradışılığından ötürü seyredilmeli de. Eğer biraz önyargıdan uzak yaklaşırsanız, Signs size kesinlikle ilginç bir sinema deneyimi yaşatacaktır. Tartışmalı bir film de olsa, Shyamalan'ın düşüşünü başlatan film kesinlikle Signs değil (En azından uzaylının ilk göründüğü sahne bile Signs'ın, ideolojisinden bağımsız bir şekilde, sinemasal değerinin yüksekliğini kanıtlamakta).

Shayamalan'ın rolü:

Graham Hess'in karısının ölümüne sebep olan Ray Reddy.





The Village (2004)

Signs kadar olmasa da The Village de başarısı tartışmaya açık bir filmdi. Bir 19. yüzyıl (!) köyünün çevredeki ormanda yaşayan yaratıklarla (!) yaptığı karanlık anlaşmayı anlatan The Village, başarılı bir oyunculuğa ve amaçladığı üzere masalsı bir anlatıma sahipti. Ancak bu sefer film, final "twist"ine o kadar bel bağlıyordu ki otantik bir eski zaman köyü dokusu yaratma kaygısı, karakterlerin arayışlarının (ve muhtemelen hedeflenen sistem eleştirisinin) fazlasıyla önüne geçiyordu. Hal böyle olunca, The Village, yönetmenin önceki filmlerden farklı olarak, nihai notunu tamamen finalinin performansına bağlamış, riskli bir yapıma dönüşmüştü. Bütününün sürükleyiciliğine rağmen inandırıcılığı başaramamış bir finalden ötürü the Village, Shyamalan'ın filmgorafisinin "kötüler" döneminin en iyisi olmaktan öteye geçemeyecekti. Shyamalan'ın bu filmdeki cameo'sunun ise (ilk filmi hariç) önceki filmlerden daha kritik bir role dönüştüğünü belirtmek gerek (Bu durum Lady in the Water'da iyicene abartılacaktı).
Film ile ilgili bir diğer tartışma ise hikayesinin 1995 basımlı roman Running out of Time'dan çalıntı olduğu. Filmin hikayesinin pek çok kritik noktası romanla ciddi benzerlikler gösteriyor ancak bu konuda Shyamalan'dan bir açıklama gelmiş değil.

Shyamalan'ın Rolü:

Parkın sınırındaki bekçi.





Lady in the Water (2006)

Bu filmle ilgili söylenebilecek tek bir şey var: Tam bir hayalkırıklığı. Lady in the Water; inanılmaz potansiyele sahip bir konunun nasıl bilinçli bir şekilde katledilebileceğini gösteren, sinema okullarında ibretlik olsun diye gösterilmesi gereken bir yapımdı. Film Shyamalan'dan çok yeteneksiz ama tutkulu bir Shyamalan hayranının elinden çıkmışa benziyordu. Dünyayı değiştirecek bir mesajı ulaştırmak için Amerika'da bir apartmanın havuzuna gelen perikızı (Bryce Dallas Howard) ve onu dışarıdaki "vahşi kurt"tan korumaya çalışan kapıcı Cleveland'ın (Paul Giamatti) hikayesi, ne kadar ilgi çekici görünse de ne karakterler düzgün işlenmişti ne de sürükleyici bir şekilde kurgulanmıştı. Shyamalan, herhalde masalların daha az sorgu sürecine tabi tutulduğunu düşünmüş olacak ki, adeti olan mantık hatalarını bu filmde hat safhaya ulaştırmış, bunun sonucu olarak seyirciyi filme bağlamak için zaruri olan inandırıcılığı adeta sırtından bıçaklamıştı. 2006'ın en kötü filmlerinden olan ve Shyamalan'ın kariyerini Sixth Sense'in yükselttiği hızda çökerten bir filmdi Lady in the Water. İyi oyunculuk, başarılı görsel ve güzel bir konuyla nasıl felaket yaratılacağını görmek istiyorsanız 110 dakikanızı verin, yoksa kesinlikle seyretmeyin bu filmi.

Shyamalan'ın Rolü

Gelecekte dünya barışına büyük katkısı olacak eseri yazacak olan yazar Vick Ran (Shyamalan'ın egosu hakkında yorum yapmaya gerek yok sanırım).




The Happening (2008)

İnsanları intihar etmeye yönlendiren gizemli bir "olay"ı anlatan the Happening, Shyamalan'ın son filmi olarak karşımıza çıktı. Eski filmlerin karanlığa saklı gerilimine inat, the Happening büyük ölçüde açık alanda, gündüz vakti geçiyor ve gerilim yaratmayı başarıyordu. Gene de film, Shyamalan'ın şöhretini daha da batırmaktan başka bir işe yaramayacaktı. Oldukça saçma konusu, gene dramatik yetersizlikle çekilmez bir hale geliyor; bunun üstüne Mark Wahlberg'in kesinlikle vasataltı oyunculuğu da eklenince ortaya çıkan seyirciyi germekten çok güldürmeye yarayan bir 90 dakikadan ibaret oluyordu. Gene de hakkını vermek gerek, the Happening kötü bir film olmasına rağmen Lady in the Water'a kıyasla başarılıydı. Gerilimi sağlamak için seçtiği fikir ne kadar saçma da olsa (toksin yayan bitkiler) istediği tedirginlik hissine bazı anlarda fazlasıyla ulaşıyordu. Bunda gerçekten iyi kurgulanmış intihar sahnelerinin etkisi de büyüktü tabii. Gene de zayıf karakterli, iyi "an"ları olan kötü bir film olmaktan öteye geçemedi the Happening.

Shyamalan'ın Rolü:

Filmde gözükmese de cast'te yazdığına göre filmin protagonistlerinden Alma'nın telefonda görüştüğü "Joey".


Share This
Subscribe Here

0 yorum:

 
Avaz Avaz Dergisi

izliyorlardı

Avaz Avaz Copyright © 2011 BeMagazine Blogger Template is Designed by Blogger Template
In Collaboration with fifa