23 Kasım 2010 Salı

Röportaj: Çilekeş

l
Yetenekli adamlar, Histeri Çalışmaları ve söylenecek onca söz






Aybike: Çilekeş ismini ilk duyduğumuz 2003 yılından bu yana neler yaptınız? Ardınızda kalan 7 yıllık süreç nasıl geçti?

Ali Güçlü Şimşek: 2003'te beraber tıngırdatmaya başladıktan sonra o zamanki dürtülerimiz ile "Biz albüm yapacağız" hevesiyle bilir bilmez İstanbul yolunu tuttuk. Aslında komik bir Türk filmi hikayesi gibi... (gülüyoruz) Herhalde iyi niyetimizin karşılığı olarak kısa bir zaman içinde de albümümüzü yapma fırsatını bulduk. Günümüz piyasa koşulları açısından düşünürsek buna şans da diyebiliriz. O zamanki vizyonumuz, o zamanki hayattan ve müzikten taleplerimiz doğrultusunda yine o zaman için fena olmayacağını düşündüğümüz bir albüm yaptık. Biraz daha belki bizim iç dünyamızı ve bar geçmişimizi yansıtan bir albümdü. Pek çok açıdan naif ve saftı. Sonrasında biraz daha müzikle haşır neşir olmaya başladık. Çünkü çeşitli konserler ve turneler devam ediyordu. Global anlamda söylüyorum, bir müzisyenin ilk albümünü çıkarıp biraz havalandıktan sonra burnunun sürtüp dünya gerçekleriyle tanışmasının gerekli bir şey olduğuna inanıyorum.Ve Çilekeş o dönemi geçirdi diyebilirim... 1-2 sene sonrasında ise gerçekten müzikle neden uğraştığımızı ufak ufak anlamaya başladık. Bir stüdyomuz oldu. Eskisi gibi haftada birkaç saat buluşmak yerine artık müzik hayatımızın bir parçası haline gelmişti. Galiba ilk kez müziğin içinde hep beraberce kendimizi bulmaya başladık, ne yaptığımızı anlamaya çalıştık. Bu arayışların bir çıkışı da Katil Dans'a tekabül ediyor. Katil Dans her ne kadar dış dünya tarafından büyük bir açıyla farklı bir yöne gidiyormuşuz gibi algılansa da aslında bizim için küçük bir açıyla kendimize yönelmemiz anlamına geliyordu. Psikolojik olarak daha kendi içine kapanık, karanlık bir albümdü. Tabii ki her yenilik bir handikapla geliyor. Kendimizle yaşadığımız minik küslüklerin olduğu, minik bencilliklerin yaşandığı, üstesinden gelemediğimiz bir yığın şeyi temsil ediyor Katil Dans. İlk albüme göre çok daha kaotik; üçüncü albüme göre de umursamaz ve kendi içine kapanık... Hele ki seyirci, dinleyici anlamında albümü kimin dinleyip kimin dinlemeyeceği pek umrumuzda değildi. Sanki hayata ve kendimize koyduğumuz bir tavır gibiydi. Nihayetinde onun da zehrini attıktan sonra Histeri Çalışmaları'nı iyimser, aydınlık, efendi ve ahlaklı bir dönem olarak ele alabiliriz. Çünkü ilk kez kendimizle bu kadar barışık olduğumuz, birbirimizle katıksızca paylaşım yaptığımız bir dönem Histeri Çalışmaları... Ve üç albüm içinde Çilekeş diye bir şeye ilk kez bu kadar yaklaştık. İç barışıklığımız ve korkularımızla yüzleşmemiz bir nevi albümün hikayesi... Müziktense daha çok bir ideolojiyi barındırıyor albüm. İdeoloji deyince de tanımlandığı gibi değil; daha bir inançla kendimize, evrene bağlanmamız ve tek olmanın değerini keşfettiğimiz bir dönem anlamına geliyor.

Aybike: Aslında diğer sorumun da cevabını almış oldum. Ben özellikle 1. albüm ve 2. arasındaki süreç ile 2. ve 3. albüm arasındaki süreç farklılığının sizin üzerinizdeki etkisini merak ediyordum...

Ömer: Peki bu süreçte pişman olduğunuz zamanlar oldu mu? Şu ana kadar katettiğiniz yoldan memnun musunuz?

Görkem Karabudak: Geçmişe dair olan hiçbir hatanın üzerinde durmadık. Aksine şu anda bile yapıyor olduğumuz hataların değerini anlamaya başladığımız bir dönemden geçiyoruz. Daha doğrusu, bunu Histeri Çalışmaları'nda da paylaşmayı amaçladık. Ama sonuçta biz ilk albümümüzü yaptığımız zaman hayat tecrübesi olarak o zamana kadar beslendiğimiz şeylerin mümkün olduğu kadarını kullanıp o zamanki bakış açımızla yapabileceğimizin en iyisini yapmaya çalışmıştık. Şu anda ise yapabileceklerimizin en iyisini değil de en gerçeğini yapmaya çalıştığımız bir dönemdeyiz. Mükemmelliyetçilikten ziyade gerçeklik ve çıplaklık üzerine bir süreç yaşadık.

Ali Güçlü Şimşek: Güzel neye göre güzel? Kabaca böyle bir açıdan yaklaşabiliriz. Zaten Histeri Çalışmaları'nın temeli kişinin kendi bilincinin çalışması. Birbirimizle paylaşmayı öğrendiğimiz noktadan itibaren de albümün bizi tutan bir esprisi de beraber hata yapmaktı. İlk kez gerçekten albüm sürecinde içimizdeki bencilliklerden ve kırılganlıklardansa beraber hareket etmeyi öğrendik.
Fotoğrafı çeken: Chereshnya
Ömer: Albümde de bu durum epey belli oluyor aslında.

Cumhur Avcil: Bir de biraz daha bilinçli olduğumuzu söyleyebiliriz. Daha önce yaptığımız hatalarda -ki hata yapmamak mümkün değil zaten, bunların birçoğu bilinçsizce ya da umursamayarak yaptığımız şeylerdi. Şimdi ise görüş farkı şu: "Evet, hata yapıyoruz. Ama beraber yapıyoruz. Ve birlikte yapacağız".

Ali: Keyfini çıkartıyoruz yani.

Ömer: Albümde şöyle bir şey var: albüm kendi içinde diğer albümlere göre daha tutarlı. Mesela Histeri Çalışmaları'nı dinlediğimde aradan tek şarkı seçip dinlemiyorum. Albümü baştan sona kadar dinlemeyi yeğliyorum. Mevzubahis havayı albüm iyi yansıtıyor. Ve bir de albümün 'hit düşmanı' olması gerçeği var. Mesela ilk albümde 'Kendimden Geriye', ikinci albümde 'Akrep'. Ama Histeri Çalışmaları'nda hit yok. Bütün şarkıları belirli bir seviyenin üstünde duruyor.

Ali: Akrep sence bir hitse ayrıca o dönem için bir teşekkür ederiz ama bence o da bir hit değil. Yanlış anlama, söylediğini anlıyorum. Ama ilk albümde de 'hit kovaladık' gibi bir durum yoktu. O zaman o kadar köfteydik, o tarz işler yapıyorduk. Gerçekten dünyamız oydu. 'Köfte'yi de kötü anlamda söylemiyorum. Daha ham olduğumuz zamanlardı ve en filtresizce, en kalpten, en düşüncesizce ve en akılsızca kendiliğinden ortaya çıkan sinsilelerden oluşuyordu albüm. İkinci albüm ise aklımızın ve egomuzun yol açtığı bir dönemdi. Üçüncüsü ise, çok şükür, daha serbest ve dengeli bir dönem diyebiliriz. Ayrıca Histeri Çalışmaları da bitmiş bir şey değil. Mesela sende 45 dakika içinde ne yapıyorsa o. Bilincinde, bilinçaltında , kulağında, aklında, kalbinde, midende, egonda neyi uyandırıyorsa... Bu albümde güzel anlayışımızın değiştiğinden, hatanın yerinin olmadığından da konuştuk. Gerçekten istediğimiz şey çıplaklık. Bu sebeple albümün gerçekliğine hiçbir şey dokunsun istemedik.

Aybike: Ben yine müziğinizdeki değişime değinmek istiyorum. Katil Dans'ta müziğinizdeki değişim sinyallerini almıştık. Histeri Çalışmaları'nda ise değişimi kuvvetli bir şekilde tecrübe edebiliyoruz. Peki bu değişimler neticesinde müziğinize yabancılaştığınız olmuyor mu?

Ali: Sence hızlı bir değişim süreci mi bu?

Aybike: Sonuçta üç albümde de epey farklı eğilimlerde işler ortaya çıkmış.

Ali: Bunun altında 2005'ten sonra müziğin artık bir oyuncak, hobi veya şans eseri yapılmış bir şey değil de hayatın, fikirlerin, duyguların aktığı bir yol haline gelmesi yatıyor. Ondan sonra artık kafaların değişmesi normal. Soruna gelecek olursak şöyle evet; şu an 2010'da neyi yaşıyorsak Histeri Çalışmaları'nda bu var. 2005'e geri dönük baktığımızda ise tabii ki bir uçurum var. Örneğin Y.O.K.'u şimdi aynı hisle çıkıp çalmamız mümkün değil. Şöyle hayır; ilk albümde bizden çıkan bir işti. O zamanki koşullarımızı, müzikal vizyonumuzu, dünya görüşümüzü beğenmeyebiliriz ama bilakis o da biziz. Ortada yalan yok. Histeri Çalışmaları'nın esprisi de bu: "Hoşuna gitmeyen şeyle yüzleşmezsen zaten herhangi bir şey hoşuna gidemez" Ve açıkçası bu albüm tamamiyle bir yüzleşme süreci. Bazen bir yabancılaşma süreci de oluyor ama sanırım üstesinden gelmeye başladık.

Görkem: Hani çocukluğunda 'bazı kelimeleri komik söylemenle' dalga geçersin. Aslında epey sana özel bir durumdur bu. Bunun gibi eğer eskiden yaptığın müziği başka bir yere koyacaksan bu müziğine yabancılaşmak olur. Zamanında yaptığın şeye yabancılaşıyorsan geçmişinle yaşadığın bir problem var demektir bu. Bizim birer birer en azından böyle düşünmemiz gerekiyor. Komik geldiği olabilir ama sonuçta dönemsel bir şey, sürecin bir parçası.
Fotoğrafı çeken: Murat Akçay
Ömer: Bu süreç dinleyici açısından nasıl bir durum teşkil ediyor sizce?

Ali: Dinleyici açısından baktığımızda uçurumlar olabilir. Kuşkusuz ki dinleyici Çilekeş'in müziğine yabancılaşıyor. Bunu doğal karşılıyoruz. Ama doğal bir şekilde de ilk albümünü çok beğenen bir insan aynısını bekliyor. 'İki adım ileri attığında ya bir adım geri gel' diyor sana. Beş adım attığında ise zaten sesini duyamıyorsun (gülüyoruz). Zaten ikinci albümde dünyaya bir nevi set çekmiştik. Bizimle küçük de olsa bir şeyler paylaşan insanlardansa kendi küçük dünyamıza yöneldik.

Ömer: Ama genelde Türkiye'de bir grup bir albüm çıkarır ve yine genelde o çizgide ilerlemeye devam eder.

Cumhur: Aslında zaman algısı da ordan kaynaklanıyor. Her ne kadar hızlı bir değişim yaşamışız gibi görünse de bizim için o süreç oldukça yavaştı. Ama direkt albüm olarak yaptığınız işi piyasaya sürünce bir anda fazlasıyla değişiklik yaşamışsınız gibi oluyor.

Aybike: Kendimden yola çıkacak olursam: ilk iki albümünüzde yaptığınız müziğin içine hiç girememiştim. Neticede alışık olmadığım, dinlemediğim bir müzik tarzıydı. Fakat Histeri Çalışmaları çıktıktan sonra bir kulak kabartayım dedim ve dinlediğimde de biraz şaşkınlıkla karışık albümü çok beğendim. Bende albüm şöyle bir izlenim uyandırdı: "Bu adamlar hep böyle müzik yapmak istiyorlardı ve bu albümde kendilerini tamamiyle yansıtabilmeyi başarmışlar" Sanıyorum ki albüm benim genelde dinlediğim müzik tarzına yaklaştığı için çok sevdim. Hani nasıl ben önceden sizi dinlemiyordum da önyargım kırıldı, dinlemeye başladım; kemik dinleyici kitlenizde de bir değişim söz konusudur muhakkak. Bu durum risk değil mi sizce?

Ömer: Ben şunu eklemek istiyorum. Biraz sert olacak ama kemik kitleniz 'yok gibi' geliyor bana.

Cumhur: İlk albümde seyirci profilindeki değişmeyi gözlemleyebiliyorduk. Ama şu an için pek gözlemlediğimiz söylenemez. Hakikaten bir kitlemiz var mı, ben de bilmiyorum.

Ali: Olmasın zaten ama 'olmasın' derken 'aman olmasın' da değil. Zaten ilk albümdeki kemik kitlemiz bizi kendimizle yüzleştirdi. 'Biz ne yapıyoruz?' dedik. Ve gerçekten bulunduğumuz dünyadan kafamızı biraz dışarı çıkattığımızda kafamızın karıştığını gördük. İkinci albümdeki bencil tavrımızda burdan ileri geliyor zannediyorum. 'Bizi kimse dinlemesin' dedik yani. Tahammül edebilen varsa dedik, kabaca bir şekilde ifade ettik. Üçüncü albümde de birazcık daha kendimizi bulduğumuza inanıyorum. Ama bu sefer de bugüne kadar ki çalışmalarımızdan daha zor dinlenebilir, zor kabul edilebilir bir albüm oldu. Eğer dünyasına girebiliyorsan bir şey ifade edebilecek bir albüm...

Aybike: Benim için üçüncü albüm tamamen böyle oldu.

Ali: Ve ikinci albümdeki kaba tavırdansa bu albümde 'dinlemeyen keyfine baksın' diye hareket ettik. Ama bizimle beraber takılacak olanlar da olursa ne mutlu. Ondan bir kemik kitlemiz yok galiba.  Belki menajerlerimiz zamanında istemişti ama biz öyle şeyler istemedik. 'İstemiyoruz' derken, yine söylüyorum, “aman da olmasın” değil. Maksat yeter ki beraber takılabileceğimiz insanlar olsun.

Ömer: Albümünüzü bedava yayınlamaya iten şey neydi?

Ali: Müziğin satılması kadar saçma bir şey yok. Kaç tane müzisyen veya dinleyici var ki? Herkesin dünyasında bir şeyler değişiyor. Kimse senin algıladığın şekilde müziği algılayamaz kendi özelinde algılar. Bir yandan global gerçekleri, günümüz normlarını değerlendirdiğimizde müzik piyasası kötüye giden bir halde. Aslında iç dünyandan gelen bir şeyi satman bir yandan anlamsız. Neyin karşılığı ne ki? Sen onu bir yerden satın mı aldın ki satacaksın? Bir yandan da tabii ki hayatını devam ettirebilmen için bir karşılığı olmalı malesef. Nihayetinde ilk kez bu kadar derinimize yaklaşabildiğimiz, içeriden bu kadar birbirimizle bir şeyleri paylaşabildiğimiz dönemde satmaya kalkmak anlamsız geldi. Biz son derece içten bir şekilde albümümüzü paylaşmak istedik. Cd formatında almak isteyenler için de savaş verdik açıkçası.

Ömer: Peki her ne kadar siz müziğinizi bedava paylaşmayı tercih etseniz de, internetten müzik satışına nasıl bakıyorsunuz?

Ali: Çok mantıklı neden internet üzerinden satılmasın ki? Artık her şeyi internetten tüketiyoruz.

Ömer: Albüm yapmak ne anlam ifade ediyor sizin için, basılı bir materyalin olması?

Ali: Biz bir şekilde kaset kuşağını, plak kuşağını ucundan görmüş insanlarız. Kaset kuşağında yaşadık walkmen'lerle ve walkmen'in olayı albümü baştan sona biliyor olmandı. Sonuçta geldiğimiz nokta burası; müziğin bir şekilde parçası olabilmek, sevdiğimiz bir şeyi ele alabilmek. Belki bu da bizim tutucu olan yanımızdır. Bu albümün kapak konsepti de, metalaşan ele alınan tarafı da nihayetinde paylaşılan bir güzellik silsilesinin sonucu.

Görkem: Burada, yukarıdaki odada kaydettik albümü ve kafamızdan geçen ilk şey: ''imkanımız olsaydı da kayıt aşamasında insanlar o odaya gelebilseydi, onlara bir şeyler çalabilseydik'' oldu. Oradaki gerçeğin en olduğu gibi yansıtılabileceği bir ortam yaratmaya çalıştık. Bu albümün de cd’ye basılmasının arkasındaki iyi niyet bundan ibaret.

Ali: Stüdyonun içinde biri çalarken ne kadar o dünyanın içindeysen, ne kadar kafan şişiyorsa, ne kadar içinden çıkamıyorsan aslında albüm de tam olarak o. Çok dinlemeye müsait mi bilmiyorum açıkçası ama yine de dinleyenlere teşekkür ediyoruz. ( gülüyoruz)

Aybike: Müzik  dünyasında NME, Rolling Stone, MTV gibi isimlerin bir yeri vardır ve herkes biliyor ki "popüler" olanı büyük bir ölçüde bu mecralar belirliyor. İnternetle beraber bu anlayış büyük ölçüde değişti gibi. Sizce gelecekte  popüler olacak müziği belirleyecek güç ne olabilir?

Ali: Her şeyi döneminde değerlendirmek lazım. Sonuçta eskisi gibi stadyum konserlerinin neden olmadığı çok açık değil mi? Elvis zamanında kaç band vardı? 60’larda türedi, 70’lerde çığrını aştı, herkes stadyumlarda çalmaya başladı. Şimdi stadyumlarda çalabilmek için Sonisphere diye bir şey var. Duyduğum en büyük skandal Metallica’nın, Megadeath’in ve Slayer’ın arka arakaya çalıyor olması. Ortaokulda olsaydım gerçekten bunun cennet hatta o zamanlar orada daha mutlu olacağımı zannettiğim cehennem olduğunu düşünebilirdim. (gülüyoruz) Fakat günümüz gözüyle baktığım zaman bir stadyum ancak bu şekilde doluyor diye yorumluyorum. Çoklu olmak zorunda da değil misal U2 da acayip bir şeyler yapıyor fakat buradaki asıl mevzu, işlerin çok fazla dallanıp budaklanıyor olması. Rock müzik diye bir şey vardı lakin günümüzde çıkan hiçbir müzisyen kendi müziğine rock demiyor. Bilmem ne etkili bilmem ne rock, bilmem ne soslu bilmem ne rock gibi.

Aybike: Bir sürü etiketi var yapılan müziğin.

Ali: Evet çünkü insan kendini bir yere konumlandırmak istiyor, doğal bir içgüdü. Mümkünse de çok kişinin ait olmadığı bir yerleri tercih ediyor çünkü orada kendini güvende ve özel hissediyor. Açıkçası bunlar biraz da insanın, aşırı tüketimin yaşandığı bu dünyadaki geldiği son halinin sonucu. Kim popüler olur, kim popüler olanı belirler mevzusu gruplaşmalarla ve sürü psikolojisiyle alakalı -ki insanın bağlı olduğu katmanlar da inceliyor bir yandan.

Görkem: Açıkçası ben birçok müzik dergisinin de –hepsini demiyorum- popüler olanı belirleme kaygısı güttüğü için kapanmış olabileceğini şiddetle düşünüyorum. Bir kere popüler olanı değiştirmeye çalışan insanlar varken onlara yer vermeyip o sırada yürüyen kervanı daha da büyütmeye çalışmak kötü bir sonla sonuçlanıyor ve esas üzücü olan da bu.

Aybike: Genelde büyük turnelere çıkarak konserler veriyordunuz. Daha küçük mekanlarda misal; Peyote gibi barlarda çalma fikriniz var mı?

Cumhur: Küçük yerde çalmama gibi bir tavrımız yok aksine geçtiğimiz senelerde birkaç kere özellikle Pulp’ta çalmak istiyoruz diye belirttik ve de çaldık.

Görkem: Uzun zaman oldu zaten büyük turne yapmayalı.

Ali: Biz zaten ilk albümden sonra hiçbir plak şirketiyle muhatap olmadan kendi turnelerimizi yapmaya başladık. Organizatörlere, piyasaya da ufak ufak mesajlar vermiş oluyorduk –ki bu birileri bize ‘‘ Helal olsun.’’ desin diye değil. Gerçekten bulaşmamak için çünkü bir yığın PR stili var sizin satılmaya çalışıldığınız. Herhangi bir şey için satılmaya çalışmıyoruz mümkün olabildiğince satılmamaya çalışıyoruz. Farklı projelerde Peyote’de çalıyoruz, Çilekeş bünyesinde olur mu veya olmaz mı ilerleyen günlerde göreceğiz.



Share This
Subscribe Here

0 yorum:

 
Avaz Avaz Dergisi

izliyorlardı

Avaz Avaz Copyright © 2011 BeMagazine Blogger Template is Designed by Blogger Template
In Collaboration with fifa