10 Haziran 2011 Cuma

Albüm: Arctic Monkeys - Suck It And See

Bir nevi Frankenstein Canavarı.


Kişisel bilgisayarlar ve internete doğan ilk nesilden, "kuşağının sesi" ünvanına aday olabilecek evrensellikte bir sesin çıkmasını beklemek hep boş bir uğraştı. Aklından geçenin dilinin ucunda olmasını demokrasiyle karıştıran ve dünyanın en ilginç insanı olduğu ilüzyonuna kendisini kaptıran milyonlarca sivilceli ergenin arasından birini seçip kuşağının temsilcisi olarak almaya sıra geldiğinde, geleneksel medyanın ayıbı Melissa Panarello'ya yönelmesiydi. Buram buram Britanya kokan sivri dilli pop sosyoloji etüdleriyle Alex Turner ve Arctic Monkeys piyasaya çıkana kadar.



Monkeys'in bir yıl arayla çıkan ilk iki albümünden sonra, biraz daha uzun süre marine edilen ve Josh Homme'un elinin değdiği Humbug, dinleyicisine tekme tokat girişmeyerek bir miktar endişeye sebep olmuştu. Saf enerji yerine melodik hassasiyetlerin ön plana çıkması, Turner'ın kendisinden önce gelen şarkı yazarlarına saygı göstermeye başlaması ile neslinin ortalama üyelerinin yavaş yavaş okuldan iş hayatına (etken değil edilgen fiil olarak) atılmaları arasında ilginç bir paralelliği işaret ediyordu. Suck It and See'nin tek sorunu ise, "iyi pop şarkısı nasıl yazılır"ın temellerini iyice kavradığı belli olan Turner'ın, ilk iki albümünün hassasiyetini bu yeni çerçeveye pürüzsüzce dahil edememiş olması. Arctic Monkeys diskografisi bağlamına dahil etmeden dinlendiğinde -Brick by Brick'i bir kenara koyarsak- gayet keyifli bir albüm olmasına rağmen, biraz daha dikkatli bir dinleyişte parçaların hemen hepsini ilk üç albümden birine yerleştirmekte hiç sıkıntı çekmiyorsunuz.



Turner'ın sözleri ise bu albümde, Humbug'daki soyutlaşmadan sonra Whatever People Say I Am ve Favourite Worst Nightmare'in gözlem ağırlıklı, esprili diline daha yakın duruyor. Geçtiğimiz beş yılın Turner'a yaradığına kanıt olarak gösterilebilecek, eski hikayelerinin ukala ve mesafeli anlatıcıları yerini alan, çok daha rahat benimsenebilecek, daha kuvvetli bağlantılar kurulabilecek bir duruşu var Suck It and See'nin sözlerinin. Turner'ın zekası kadar sivri dili de, Humbug'da biraz göz ardı edilmiş olsa da, grubun elindeki en ağır silah olarak geri dönüşünü yaparak sevindiriyor.



"Kuşağının sesi" yakıştırması şüphesiz ki politik çağrışımları olan bir ünvan. Dylan ve Lennon'dan sonra bu yakıştırmanın hakkını verebilecek bir müzisyenin çıkmamış olması, 80'lerin başlarından itibaren tüm dünyada genç nesillerin apolitikleşmesi kadar, alternatif kültürün simge edinip etrafına birleşebileceği kadar büyük bir figürün çıkmamasıyla da ilgili olabilir. Alex Turner'a kuşağının sesi yakıştırmasını yapmak çok isabetli değil, kendisi de "Çağın soundtrack'ini yazacak kişi ben değilim" diyerek böyle bir hevesi olmadığını ifade ediyor. Ancak "sessiz azınlığın sesi" olarak Lady Gaga'nın düşünüldüğü, onun albümleri milyonlarca satmaya başlayınca bu duruşun riyakarlığına gözü açılabilecek dinleyicilere Gaga'nın antitezi olarak Adele'in sunulduğu, müzik satışları uzun süredir olmadığı kadar düşük olduğu halde Glee kadrosunun The Beatles'ın rekorlarını kırabildiği bir yılda, Alex Turner'ın kuşağımın sesi olmasının pek de canımı sıkacağını sanmıyorum. En azından Turner ironinin kıymetine vâkıf.
Share This
Subscribe Here

0 yorum:

 
Avaz Avaz Dergisi

izliyorlardı

Avaz Avaz Copyright © 2011 BeMagazine Blogger Template is Designed by Blogger Template
In Collaboration with fifa