Sakin'le konuşacak çok şeyimiz vardı.
Kendilerine özgü "hayat"larıyla müzik dünyasında yer eden ve Avaz Avaz'ın yeşerdiği zamanları da deneyimlemiş Sakin'le Rakun Müzik'te çok eğlenceli bir söyleşi yaptık. Biraz hayatı, biraz yeni albümü biraz da Avaz Avaz'ı konuştuk.
Cansu: Albüm çalışmalarınızla başlayalım.
Onur: Albüm değil de şu ana kadar demo yapma aşamasındaydık, onu bitirmek istiyorduk. Elimizde 14-15 şarkı var. Başladık ama henüz bitiremedik. Onun dışında pek bir şey yapmadık. Konserlerde birkaç defa çaldık yeni şarkılardan bazılarını; 2 tanesini yaklaşık 1 yıldır sürekli çalıyoruz.
Cansu: Yakın zamanda çıkarmayı düşünüyor musunuz albümü yoksa şu anda beklemede mi?
Onur: 2010 bitmeden çıkması hepimiz için en hayırlısı olacaktır.
Soner: Öyle de olacak zaten, 2010 bitmeden çıkacak.
Onur: Ama Eylül mü olur yoksa Aralık mı, ondan emin olamayız.
Cansu: Peki ilk albümden sonra daha olgun bir Sakin mi göreceğiz yoksa aynı çizgide devam eden bir Sakin mi?
Soner: Zaten 2001’den beri beraber olduğumuz için o süre içinde yaptığımız şey olgunlaştı, oturdu. Onun dışında ikinci albümde aslında değişik bir şey sunuyor olacağız. Olgun diye nitelendirilir mi o, bilmiyorum ama daha farklı olacak. Yine ortak bir şey olacak aralarında ama ilk albümün sound’u, ilkinin devamı gibi algılanmayabilir.
Onur: İlk albümdeki kadar naif ve direkt bakmıyoruz yaptığımız şeye. Daha fazla eleyip daha çok düşünebiliyoruz. Hatta ilk albümü geride bırakıp ikinci albüme başladığımız dönemlerde kendi kendimize çok ilginç denemeler de yaptık. Sırf eğlenmek için garip şeyler denediğimiz de oldu; reggae çalmak gibi. Şimdi biraz daha uzaktan bakıp yaptığımız işin ne tarafa düştüğü, bizi ne kadar mutlu ettiği ya da düzenlemesinden tutun sözlerine kadar birçok konuda biraz daha bilinç geliştirdik. Ama olgunluk denemez buna çünkü ulaşacağımız noktayı olgunluk gibi göremiyoruz. Bu da bu tarz bir deneme gibi olacak bizim için ama ilk albümden farklı olacak kesinlikle. Daha mı iyi? Ne kadar farklı? Bunların hepsi tartışmalı şeyler ama birazcık daha farklı tınlayacaktır.
Burcu: İlk albümde neler gördünüz? Gelen tepkiler sizi nasıl yönlendirdi?
Cenker: Bir şeyleri değiştirmemize yönelik çok tepki gelmedi. Gelenler de değişikliğin sebebi olmadı. İkinci albümün biraz daha farklı tınlaması da kendi içimizde geçirdiğimiz değişiklerin sonucu olacak, o dışarıdan gelen şeyler üzerine olmayacak.
Cansu: Siz önce barlarda çalıyordunuz. Demo yaptınız, direk olmasa da bir şekilde piyasaya girdiniz. Bu süreç nasıl gelişti? İlk albümden sonra eski kitleniz devam etti mi? Neler değişti hayatınızda?
Cenker: Cover yapmadığımız için belli bir kitle değişimi olmadı. Peyote’de çalarken de beste çaldığımız için hepsi gayet paralel yürüdü.
Onur: Sanırım içtenliğe bakıyor biraz da. Yani belki insanların hiç takdir etmediği hareketler, şarkılar, performanslar da yaptık. Mesela bir konserimizde ağzımıza s.çarken, bir başkasında “rüyadaymışçasına” gibi yorumlar yapan insanlar okuduk. O her zaman belli olmuyor. Mesela Babylon’da bir talk show programı olduğu için ve kayıtlı olmadığı için kendimizden çok uzak şeyler yaptık. Hazırlanmış bir Sakin şarkısı çalmadık da mesela Kanye West çaldık. Oturup bizi o günden beri takip eden, kafalarında belli bir yerde konumlandıran insanlar bile bizim Kanye West çalmamızı garip karşılamadılar. O açıdan sanırım hiç eski kitlemizi incittiğimiz bir durum olmadı, o yüzden kitle değişmedi ama gittikçe büyüdü.
Özdemir: Gülben Ergen çaldık.
Soner: O zaman kitle biraz azaldı galiba. (Gülüyoruz)
Onur: O zaman bile “Aaa!” diyen bayağı insan oldu. O yüzden hiçbir şey eksilmiş gibi gelmiyor da gittikçe büyüyor gibi geliyor.
Büşra: Peki piyasaya girerken karşılaştığınız zorluklar nelerdi?
Onur: Genel olarak bizim ayarımızdaki grupların karşılaştığı şeylerle karşılaştık ama bize özel şeyler olmadığı için ne kadarını kendimize yorduk bilemiyorum. ‘Bugün Türkiye’de müzik piyasasının içinde bulunduğu durum’ gibi saçma bir şey söyleyeceğim ama var böyle bir şey ve bunun kendi dengeleri var. Sabah da onu düşünüyordum, sistemi dışarıdan yok etmenin hiç bir imkanı yok. Çok gündelik, çok pratik ve kendini sürekli yapılan değişikliklere göre ayarlamaya çalışıyor. Herbirimiz eğlenip müzik yapmaya çalışıyoruz ve bunun üzerinden para kazanmaya çalışıyoruz. Ama ne kadar da olsa müzik kanalları bütün televizyon kanalları içinde izlenme oranı olarak yüzde 5’lerde, yüzde 10’dan daha fazla değil. Onların içinde Kral TV yüzde 60-70’lerde olduğu için belki de albüm çıkarttığımızda en temel sorunumuz Kral TV’de videomuzun dönememesiydi. Beklediğimiz oranda kamusal obje haline dönüşemedik. Yaptığımız müziğin içtenliğine baktığımızda “Olabilir” diye bakıyorduk. Karşılaştırma yaptığınızda yaptığınız şarkının iyi bir şarkı olduğunu düşünüyorsunuz ama sadece iyi şarkı olmakla iyi bir yere gelmek arasında bir bağlantı yok. O, bizim çok naif ve saf bir algımızmış. Taşların yerine oturması gerekiyormuş o şarkının birilerine ulaşması için. O şarkı insanlara başka bir şekilde ulaşabilse belki yine onların sevgi nesnesi haline dönüşür ama onun başka bir mümkünatı da yok gibi.
Burcu: Kral TV’yi NTV aldıktan sonra değişti mi peki bu dengeler?
Onur: Şu an için değişmedi aslında hala aynı pratiğin devam ettiğini biliyorum. Daha çok kişisel şeyler üstünden bir şeyler deneyebiliriz belki. Ferit Şahenk’le kankayız da. (Gülüyoruz)
Soner: İlk albüm olduğu için ve bizim de o zamanlar müzik piyasası hakkında herhangi bir tecrübemiz olmadığı için hayallerimiz çok uçuk noktalardaydı. Belki öyle bir hayal kırıklığı olmuş olabilir. Ya da onları ertelemiş olabiliriz ama onun dışında bir sıkıntımız olmadı aslında.
Büşra: Peki şu anki hayaliniz nedir?
Soner: İkinci albüm şarkılarını yapmak… Daha kısa vadede ve sağlam, olabilecek hayaller herhalde… İkinci albümü istediğimiz kıvama getirelim ve hatta kaydedelim.
Onur: Albüm çıktığından beri sürekli her şey üst üste eklenerek büyüyor. O yüzden sadece yakın geleceğe dair hayaller kurabiliyoruz. Ama uzun vadede, eğer bir şeyler çok ters gitmezse, nerelere ulaşabileceğimize dair umutlar da besliyoruz. O açıdan yapmamız gereken şey herhalde şarkılarımızı olabildiğince iyi dinleyip iyi şarkılar ortaya çıkarmak. Çünkü her zaman onun karşılığını alıyoruz. İkinci albüm için birinci albümde olmadığı kadar belirgin fikirlerimiz var ulaşmak istediğimiz şeyle ilgili. Şu an onları yapabilirsek hem Sakin’e dair yeni bir şeyler sunacağız, hem bizim için, hem de dinleyiciler için güzel bir heyecan olacak. Amaç artık ilk albümdeki gibi dördümüzü tanıtmaya çalıştığımız bir şeyden öte, atıyorum şarkılar davul ve zurna istiyorsa, davul ve zurna içeren bir şeyler yapabilmek. Bunu sadece örnek için veriyorum böyle bir şarkı olduğu için değil ama şarkıların daha büyük olmasına, daha katmanlı ve sevilebilir olmasına yönelik şeyler yapmak. Çünkü ilk albümde daha çok kendimizi ispatlama derdimiz vardı. “Gitarlar şöyle duyulsun, bunlar böyle duyulsun”. Şu an pek öyle değiliz. Hem belki biraz kendimizi yenilemek için hem de bir de bu tarafını denemek için kafa yoruyoruz.
Burcu: Biraz daha kitleye yönelik bir şey olacak gibi görünüyor.
Onur: Bu popülarite aramak için belli kilit noktaları kullanmanın ötesinde bir şey.
Özdemir: Müziğe bakış açısıyla ilgili herhalde. Benim, mesela, ilk albüme baktığımda “Buralarda çok çalmışım. Burası çok dolmuş, gereksiz.” ya da “Burada gitar yerine başka şeyler duyulmalıymış.” dediğim de olabiliyor. Bakış açısının değişmesiyle alakalı. Şu an ikinci albümde duymak istediğim şeyler daha farklı.
Onur: Bir de ilk albümde o şarkıların çoğu bayağı eskiydi ve daha önce birçok yerde çalmıştık. Onların o formülle ve naif haliyle sunulması en adil şey olacaktı. Hem bizim için, hem süreç için, hem o şarkılar için… Şu an baktığımızda rock grubuyuz diyoruz ama albümde Bu Defa’dan tutalım da Bir Ses’e ya da Edepsiz Komedya’ya kadar popla yakın ilişki kuran pek çok şarkı var. Daha rahat dinlenir hale getirmek değil, pop mantığını biraz daha baş aşağı edip bir rock grubunun biraz daha deneysel bir formülle pop üretmesi gibi bir şey. İlk albümde çok pop yapsaydık kötü bir karşılık alabilirdik ama şu anda öyle duyulmayacaktır. Belli pop denemeleri yapmak istiyoruz ama bunu gerçekten “daha kolay algılansın” dan uzak bir algıda yapıyoruz. İyi olan şey daha rahat algılanıyor zaten genelde.
Cansu: Yani ilk albümde bir şekilde insanların size daha zor ulaşması problemini yaşadınız.
Onur: Evet, tamamen ulaşım... Atıyorum, herhangi bir televizyon dizisi gibi bizim kliplerimiz haftada üç saatlik bir periyotta gösteriliyor olsaydı Sakin’in kitlesi çok daha fazla olurdu. Günün sonunda baktığımızda yine mutluyuz ama daha büyük şeyler kurduğumuz için kafamızda biraz ters gibi oldu. Yoksa hayal kırıklığı gibi bir şey değil.
Burcu: Halbuki Rakun Müzik’ten çıktınız. Mor ve Ötesi’nin olduğu bir yer ve sanki daha kolay olabilecek gibiydi. Bizim gördüğümüz öyleydi en azından. Yine Rakun Müzik’le mi devam edeceksiniz?
Onur: Valla şu an için öyle gözüküyor. Rakun’la bizim ilişkimiz işin çok dışında, daha çok birbirini besleme şeklinde. Rakun’un derdi Sakin’in en güvenilir ve en meyve verici biçimde büyümesi. Rakun, Sakin için en iyisi neyse onu güttüğünden şu an için bir sorun yok yani. Ama ne zaman ne olacağı hiç belli olmuyor. Müzik piyasası çok garip çünkü. En önemli şey buradaki dört kişinin hala aynı şeye inanıyor olması ve oturup konuşurken aynı şeyi hissediyor olması. Onun dışında aslında birçok şey fark etmiyor.
Cansu: Bugüne kadar Mor ve Ötesiyle birlikte anıldınız, insanlar karşılaştırmaya girdi. Bunun size bir getirisi ya da sizden bir götürüsü oldu mu?
Özdemir: Çok beklenen bir şeydi benim için. Çok da benzediği için değil ama öyle bir şeye girildiğinde ilk akla gelecek isim onlar olduğu için. Ama götürüsü olmamıştır. Niye olsun ki?
Onur: Yok, bir sorun olmadı. İnsanların ilk anda algılamaya çalışırken kurdukları bir bağlantıydı, belki bunun üzerinden bize yaramış olabilir. Yeni bir grup çıkarken “Neye benziyor?” sorusu herhangi birinin de karşılaştığı bir şey genelde. Hiçbir şeye benzemiyorsa ya çok büyüktür ya da...
Soner: Bir şeye benzemiyordur. (Gülüyoruz)
Cenker: Yaptığımız müziğe biraz daha yakın olduğu için biraz katkısı olmuş olabilir. Yani bizim müziğimizi dinleyebilecek bir kitle zaten Mor ve Ötesi’ni dinliyordu. Bizim için bir şeyler kolaylaşmış olabilir ama bizim bir etkilenmemiz ya da kendi fikirlerimizi buna göre yönlendirmemiz gibi bir şey hiçbir zaman olmadı, olmaz da zaten.
Soner: Karşı taraf direkt şarkıyla iletişime geçtiğinde öyle bir bağlantı noktası arama mecburiyeti de kalmıyor.
Onur: Bir sonraki yeni şarkıda “Sakin’in şu şarkısına benziyor.” diyor olacaklar artık. Bir tarihimiz olduğu için.
Cansu: Malum, artık müzik satışları iyice azaldı. İkinci albümde bu konuda herhangi bir yenilik yapacak mısınız?
Cenker: Daha kafa yormadık ona çok. O, ürünü daha çekici hale getirme aşaması. Daha albümün asıl halindeyiz. O olduktan sonra bunu düşünürüz. “Nasıl yapalım? Albümün yanında tişört mü verelim veya flash diskte mi çıkaralım?” diye ben hiç düşünmedim, kendi aramızda da konuşmadık.
Onur: Neyin nasıl yapılması gerektiğine dair daha bilinçliyiz şu an. İkinci albüm çıkarken ya da herhangi bir iş yaparken plak şirketimizden daha büyük taleplerimiz olacak çünkü, şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim ki, biz kendi sınıfımızdaki insanlar arasında çok iyi bir satış yaptık. Beklediğimizden daha fazla satış yaptık şu ana kadar. 80’lerdeki ve 90’lardaki satışlardan bahsetmiyorum ama 2005 sonrasında gelinen tüm koşullar içerisinde plak şirketimizde bizim satışlarımızla ilgili çok mutsuz değil. Artık bütün o tanıtım pratikleri içinde daha büyük şeyler koyup daha büyük şeyler yapabiliriz tabii. Eğer 3-4 tane iyi şarkı sunabiliyorsak bir albümde onu alan bir kitle oluyor.
Soner: İsmail YK bile dertli albüm satamamaktan. Kafayı yorup “Aman daha çok satalım” diye bir şeye girmeye hiç gerek yok.
Cenker: O bile şikayetçiymiş. (Gülüyoruz)
Onur: Satış bunun sadece bir göstergesi aslında. Burada benim beklediğim şey bize satış olarak dönmesi değil ama satış olarak geri dönmesi bizi başka kanalları da İsmail YK gibi rahat kullanabildiğimiz bir duruma ulaştırır. Yani orada mevzu sadece büyük satış yapmak değil. Büyük satıştan zaten plak şirketi kazanacak bize dönmeyecek. Ama büyük satış yaptığımızda, atıyorum, çok daha rahat Anadolu turnesine çıkabiliyor olacağız. Belki öyle bir işe yarayabilir.
Büşra: Dönüp baktığınızda hiç “Bir dakika, biz bir yere geldik galiba.” dediğiniz mi? Dediyseniz nasıl bir andı o? Bir anı olabilir,
Özdemir: Mesela geçenlerde Billboard çok iyi hissettirdi.
Cansu: Billboard sizi son 10 yılın en iyi 6. albüm seçmiş.
Onur: Sanırım Boğaziçi’nde aldığımız Boğaziçi Ödülleri’nde hissetmiştim o hissi. Daha önce albüm ödülü almıştık, en iyi şarkı ödülü filan… Oralarda rock kitlesi vardı ama Boğaziçi Ödülleri’nde Demet Akalın, Okan Bayülgen, Duman, Sagopa Kajmer filan vardı ve orada “iyi bir iş yapıyoruz sanırım” hissiyatına varmıştım. Canlı performans yapacağımız için yanda akustik gitarla çalışıyoruz bir yandan, bir yanda votkadan kaymışız, diğer yanda Hayko filan... Orada iyi hissetmiştim yani.
Burcu: İlk albüme tekrar döneceğim. Orda keşke daha ön plana çıkarsaydık dediğiniz bir şarkı oldu mu?
Onur: Aslında albümü hala kapatmadık. Yeni albümden önce iki video daha yapmak istiyoruz, yine ne çıkar belli olmaz ama. Laleler Beyaz’a mutlaka bir video verilecek. O kafamızda kalmış bir şey -ki buradaki herkes de öyle düşünüyordur. İkinci albüme hiçbir şekilde reel anlamda başlamayız, bu konuda çok netiz. Çünkü olmazsa gözümüz cidden arkada kalır. O olur da işler iyi giderse Bu Defa’yı da videoya verip onunla kapatmak olabilir. Onlara video çekmek istiyoruz, bayağı bir uğraştık çünkü. Laleler Beyaz’la geçtiğimiz yazın başından beri uğraşıyorduk. Eylül - Ekim gibi bir yönetmenle çalışıyorduk ve olacak gibi oldu, çok güzel bir fikir geldi falan filan derken yönetmenin başka işleri oldu ve o çıkmaza girdi. Ekim’den beridir de yönetmen arayışı içinde gibiyiz.
Burcu: Denek Hayatım’da da böyle bir şey olmuştu.
Soner: Evet, bu konularda biraz şanssızız.
Cansu: Siyasi bir tavrınız bir yerde var aslında ama çok da siyasi bir grup olarak ortaya çıkmak istemiyorsunuz. Karşılaştırmak değil ama Mor ve Ötesi daha siyasi bir tavırda. Yani çok bellidir ama Sakin’in öyle bir tavrı yok mesela. Bunu siz mi bu dengede tutmaya çalışıyorsunuz? Sizin için siyasi bir tavrın olması yanlış mı?
Onur: Ne röportajlar ne de şarkılar bağlamında böyle bir otokontrol mekanizmamız var aslında. Gündelik hayatta kendi siyasallığımıza dair ne kadar otokontrol ya da gaz durumu varsa o kıvamda duruyor çoğunlukla. Örnek üzerinden gidelim; Harun'un da Kerem'in de belli politik oluşumlarla çok yakından ilişkileri vardır. Bizim grupta hiçbirimizin öyle bir politik oluşumla çok yakından ilgisi yok. Belki uzaktan yakın bulunduğumuz, oy verdiğimiz ya da televizyonda izlediğimizde desteklediğimiz ya da bir şey olduğunda üzüldüğümüz insanlar ya da gruplar vardır ama çok net olarak bir şeyimiz yok. Daha da öyle bir yerde kalmak istiyoruz sanırım.
Soner: Çok böyle tutarlı, çok ciddi, sıkıcı olma durumundan kaçınmayı istiyoruz. Yaptığımız her şey tutarlı olsun, gündelik yaşamamızda da o zaman şarkılarımızda da ortaya koyup.. bir şeyleri olduğundan farklı göstermiş olacağız. “Tüm gündemimiz gündemi takip etmek” noktasına gelsin istemiyoruz. Bizim asıl gündemimiz müzik yapmak ve iyi şarkı yapmak.
Onur: Ve çok yoruyor, çok üzüyor yani. Bir yerden sonra katlanamıyorum hani böyle 7-8 gün gazete alıyorsun 9. gün hala aynı şeyleri gördüğünde ağlayasın geliyor. Evde oturup gerçekten Monopoly oynamak çok daha iyi gibi geliyor. Kapitalizmi seviyoruz, binaları dikiyoruz. (Gülüyoruz)
Özdemir: Yani eğer öyle bir sonuca ulaşılıyorsa o sözlerde olduğu için değil, orda anlatılan durumu kendiliğinden üstlenmesinden kaynaklanıyor zaten. Yoksa biz orayı işaret ettiğimiz ya da öyle bir şey olduğunu söylediğimiz için değil.
Cansu: Ama mesela bu konuyla ilgili Barışarock’da sahne aldınız. Sonuçta Barışarock belli bir fikirde birleşenlerin biraraya geldiği bir yerdir. Rock’n Coke’a karşıdır, aynı zamanda yapılır.
Onur: Sonra da Rock’n Coke’a çıktık. (Gülüyor) Artık küsmüşlerdir bize büyük ihtimalle.
Cansu: Barışarock’da Sentetik Sezar’dan önce bir şey söylemiştiniz mesela...
Onur: Evet evet, hatırlıyorum.
Cansu: O şarkıdaki neye göndermeydi? Çünkü şarkıya bakıyorum ve buna çok daha uygun bir şarkı gördüm albümde. Dönsün daha uygundur mesela.
Onur: Sanırım Gürcistan'da oradaki bir bölgeyle Rusya arasında sorun çıkmıştı ya, tam o olayların olduğu vakitti ve sürekli yeni haberler duyuyorduk. Sahneye çıkarken belli bir alkol derecesinde olunca “İşgal var. Sentetik Sezar! Yürü!” şeklinde çıkmıştık öyle gaza gelip. Onun dışında o kadar da çok oturmasına gerek yok. İşgalle ilgili bir şey olduğu için ve o şarkıda da işgal altında yaşanan bir şeye dair bir durum anlattığımızdan dolayı çalmıştık ama atıyorum Bir Ses’i de çalıyor olabilirdik. O bağlantıyı kurmak bizim ve bir taraftan da aşağıdaki seyircinin elinde yani. Büyük büyük bağlar ve kilitler kurmuyoruz bir şeylerin arasında. Önemli olan bizim o an orda hissiyat olarak bir bağlantı kurmuş olmamız ve insanların o bağlantının bir yerinden tutması. Rock’n Coke’da da aynı şey belki olabilir ama orada bambaşka bir durum vardı yani. Seyirci olarak, gün olarak, saat olarak…
Burcu: Bu bir sorun mu peki?
Onur: Bizim için hiç değil işte. Bizim kendi fanlarımızdan da sonradan yavaş yavaş yumuşayan insanlar oldu. Bir de ilk kez Sakin orada çaldığı için oraya giden insanlar vardı. Biliyoruz böyle fan sitesinden. O şey kötü mü oldu, iyi mi oldu? Herkes aynı şeyi söylemeyecektir tabii. Ama bizim hiçbir zaman o kadar sadece bizim için orada bulunan ve bizim şarkılarımıza eşlik eden seyircimiz olmamıştı.
Özdemir: Bir de o kadar kesin çizgiler yok. Sonuçta müzik yapıyoruz buna Coca Cola ya da Barışarock gibi bir ayrım olarak bakmaktansa bir festival olarak bakmak lazım.
Cenker: Barışarock'ın zaten kendisini tamamen Rock'n Coke'a karşı bir şey gibi göstermesi de bir yerden sonra olmuyor yani. Kendi iç dinamiklerini oturtamayıp sadece bir şeye karşı olarak var olmaya çalışmaması lazım.
Onur: CHP'nin hali gibi bir varlık. (Gülüyoruz) Ben sana karşıyım, tek durumum bu.
Cenker: Ama aslında öyle değil. Festivalin bir içeriği var, kendini öyle sunmasına gerek yok.
Burcu: Türkiye’de konser anlamında çok şey eksik aslında. İstanbul’da yapılıyor konserler daha çok;, Ankara’da ya da en fazla Eskişehir’de. Ama sizi bütün Türkiye’de dinleyenler var. Hatta yurt dışında da epey dinleniyorsunuz. Ne yapmak gerekir? Yurt dışına açılmak gibi bir fikriniz var mı?
Onur: Aslında şu an için kesin şeylerimiz yok. Birkaç defa olacakmış gibi oldu ama sonrasında olmadı. Bir de bir yere konsere gitmek istediğimizde bizim kendi isteğimizle gittiğimizle karşı taraftan gelen davet arasında çok fark oluyor. Bir yere konsere gitmek, bir kere cesaret edip riske ettiğinde bir şeyler aldığın, ondan sonra iki ay sonra takip edip tekrar gittiğinde biraz daha çoğunu aldığın, üçüncüsünde daha çok aldığın bir şey gibi. Bunu kendimiz de gördük konserlerde. Onun dışında Trabzon'da mesela biz hiç çalmadık. Berlin'e gitmek daha arka planda değil belki ama Trabzon’a gitmemiş olmak daha büyük bir soru işareti kafamızda.
Burcu: Yurt dışında çalmak için İngilizce şarkılar mı gerekiyor peki? Öyle olsa daha mı kolay olur?
Özdemir: Direkt İngilizce şarkı yapmak olarak girmediğimiz için olaya, ben hiç düşünmedim yurtdışında çalmak için İngilizce şarkı yapalım, diye. Sanırım o belli bir süreç sonunda olacak bir şey. Önce Türkiye'de ilgilenmek istediğimiz yerlerle ilgilendikten sonra bir talep olursa yurtdışından ona göre yöneliriz diye düşünüyorum.
Onur: Yani şu ana kadar aslında İngilizce şarkılar yazdık. Mesela Denek Hayatım’ın İngilizce versiyonu var ve onu da yayınlamayı düşündük yani İngiltere’de bir yerde. Hiçbir şeyi düşünmedik değil.
Özdemir: Albüm olarak dedim canım, bir iki bir şey denedik de.
Onur: Ben kendi fikrimi söyleyeyim: Yurtdışında net olarak düşünebileceğimiz üç tane majör kanal var. Biri Türkçe müzik yapıp yurtdışında gurbetçilere gitmek. Ya da daha küçük, daha indie plak şirketleriyle ve oradaki insanlarla bağlantı kurup daha küçük bağlamda şeyler yapılabilir. Eminim, birazcık da etnik bir sound’umuz vardır. Indie mecralardan faydalanıp, Roma’da, Barcelona’da gibi yerlerde, küçük kulüplerde çalınabilecek gibi bir indie kanalı oluşturulabilir. Ya da burada da gerçekten İngilizce şarkılar yazıp İngiltere’de Almanya’da majör plak şirketleri üzerinden ya da küçük bir plak şirketiyle daha majör bir tanıtım ile ulaşmaya çalışılabilir. Atıyorum, küçük bir plak şirketinden çıkarmak ama BBC’ye, MTV’ye oynamak gibi. Bu kanallardan biri zorlanabilir. Hayat’tan beklediğimiz her şey henüz tam yerli yerine oturmadığı için şu ana kadar sessiz düşündüğümüz şeyleri yapmak için koşullarımız olması lazım. Yoksa küçük küçük bağlantılarımız var mesela ama şu anda bekliyor. Denek Hayatım’ın İngilizce’si de boşu boşuna yapılmış değildi ama onu şu ana kadar çok insana dinletmedik. Belki bir gün bir yerde bir şey yapmayı düşünüyoruz ama o ikinci albüme kadar olmaz muhtemelen ama evet ingilizce de yapılabilir. Şu ana kadar da yaptık elimizde var, ben ara sıra dinliyorum. Bilmiyorum, Özdemir dinliyor mu? (Gülüyoruz) Yani bazen ayrı şeyler düşünebiliyoruz o yüzden...
Soner: İngilizce kursuna başlayıp yapılıyor galiba bu işler, hızlandırılmış İngilizce dersi filan alıp.. Tarkan falan da öyle yapmamış mıydı? Cenker sen daha iyi biliyorsun Tarkan’ı.
Cenker: 98'deki albümü. (Gülüyoruz)
Cansu: Peki Sakin 5 yıl önce çıksaydı daha farklı olur muydu?
Cenker: O albüm bu kadar iyi olmazdı ama bu albüm çıkardı yine muhtemelen. Bizim doğal gelişimimiz buydu o dönem. Albüm filan düşünmüyorduk ama bir albüm çıksaydı o zamanki müziğimizden çıkardı. Bu ilk albüm de ikinci albümümüz olurdu o zaman muhtemelen. Ben bir şeyleri değiştireceğini düşünmüyorum şahsen.
Cansu: Peki bu albüm 5 yıl önce çıkmış olsaydı ne olurdu? Anlaşılır mıydı? Çünkü o zamanlar bu tarz müzik pek yoktu, şimdi daha çok indie dinleyen insan var.
Onur: O zaman belki Ada’dan çıkmış böyle toplamda 17 albüm satmış bir grup olurduk. (Gülüyoruz) Şaka bir yana, evet belki öyle bir şey olabilirdi ve o zaman böyle bir şey bizi gerçekten çok fazla üzebilirdi, çok hayal kırıklığına uğrayabilirdik.
Cenker: Çünkü artık Myspace, Peyote var; hani o beş yıl bahsettiğin süreçte bizim ve bu albümün en fazla duyulmasını sağlayan. 5 sene önce yoktu onlar.
Soner: Ahmet’in başına gelen şey gelirdi başımıza.
Onur: Evet, Ah Canım Vah Canım Ahmet’i düşünün mesela. Bir albüm yaptı ve o albüm o zaman için çok ileriydi gerçekten, çok iyi bir sound’u vardı. Ahmet’e çok üzülüyoruz biz.
Burcu: Boğaziçi günlerinizi analım biraz da...
Onur: Cidden güzeldi böyle belki 4-5 yıl boyunca sadece Taşoda’da çalıştık ve başka hiçbir derdimiz yoktu. Ne albüm yapmak ne hayatımızı müzik üstünden kazanmak… Müziğe yüklediğimiz değer çok başkaydı. Yine hayatımızda bu kadar merkezdeydi ama sadece çalıp eğlenmekti yağtığımız. Biz dördümüz çok iyi anlaşıyoruz zaten, öyle çalıp ayda yılda bir Taşoda konserlerinde ya da bahar şenliklerinde filan çalıyorduk. Oydu yani bizim için çok uzun bir süre öyle geçti. Avaz Avaz’ı da ilk biz kurduk.
Burcu: O da vardı sırada. Nasıl oldu Avaz Avaz?
Onur: Avaz Avaz Adnan’la Ömür’ün fikriydi. Alev, Cenker, ben.. İsim de Güher’indi. Böyle bir üç ay isim arama faslı oldu.
Burcu: Nereden çıktı peki Avaz Avaz?
Onur: Güher’in fikriydi. İsim aranıyordu öyle, ne olsun ne olmasın derken en son bunda karar kıldık. Güher Gürmen, onun fikriydi isim. Baya eğleniyorduk ya. Sürekli partilerde, barlarda öpüşüyorduk filan. O derece geniş insanlardık, bütün yazarlar birbiriyle öpüşüyordu öyle diyeyim. Siz öpüşüyor musunuz? Böyle de bırakırım sizi işte. (Gülüyor)
Cenker: Sponsor filan daha rahat bulursunuz artık. (Gülüyorlar)
Onur: Çok ilginçti her şey. Mesela kağıtlara bakıyorduk nasıl olsun falan diye… İlk sayımızı hatırlıyorum, oldukça koyu kahverengi bir kartondan. Çıktığında, bez çantalarımız vardı onlarla Orta Kantin’in girişinde, markette filan dolaşırdık “Avaz Avaz’ın yeni sayısı çıktı alır mısınız?” falan diyerek. Çok heyecanlı, çok güzeldi. 2 ya da 3 sayı çıkarmıştık. Sonra biz de büyüdük, müzik kulübüyle filan da anlaşamadık. Zaten müzik kulübünde “Allah’ım bunlar yine geldi!” falan gibi bir durum vardı.
Burcu: Niye?
Onur: Ya böyle ne biliyim, biz işin daha çok eğlence tarafındaydık.
Cenker: Çok eğleniyorduk.
Onur: Daha kreatif tarafındaydık. Çok çılgın yazılar yazalım, dosyalar yapalım diye düşünüyorduk. Böyle bir alt grup şeklindeydik. Üç sayı filan çıkartmıştık.
Cansu: Peki Boğaziçi size ne kattı?
Onur: Waffle yedik bol bol.
Özdemir: Benim o dönemde İTÜ’den takıldığım pek insan yoktu zaten. Sonra da işte Cenker’le falan da tanıştıktan sonra bayağı bir vakit Boğaziçi’nde geçti. Soner de geldi. Bir de İTÜ’de çok fazla nasıl diyeyim, çok çalışkan öğrenci var. Çok sosyal hayatı olan yoktu mesela, ben çok sıkılırdım okulda. Benim üniversite dönemim çok laylay geçmiştir yani öyle çok da sevmedim bölümümü ama bir şekilde bitirdim tabii.
Burcu: Neydi bölüm?
Özdemir: Uçak mühendisliği. O yüzden bayağı bir zamanım Boğaziçi’nde geçti yani.
Onur: Kız arkadaşın da vardı Boğaziçi’nde.
Cenker: Taşoda kattı ne kattıysa. Boğaziçi bireysel olarak katmıştır ama müziği düşündüğümde benim aklıma Taşoda geliyor. Orası gerçekten güzel bir dönemdi. Sakin’i sağlayan şeylerden biridir. Bir dönem oradan ben sorumluydum. Bizi son bloğa yazardım, 9-12 bloğu, sabaha kadar çalardık.
Onur: İlk 4-5 konserimiz Boğaziçi’ndeydi. Bir de arkadaş çevremiz orada olduğu için, dünyadan kendini soyutlayabilen bir iç grup, böyle dışarının teranesine kendini katılmak ya da uymak zorunda hissetmeyen bir çevre de oluşturdu. Başkabir çok okuldakinden daha fazla arkadaşımız oradaydı ve hepsi de çok şahsına münhasır, ilginç, toplum içinde pek normal algılanmayacak insanlar olduğu için bizi daha normale çekmeye çalışan insanlar olmadı etrafımızda.
Büşra: Yeri gelmişken onu sorayım. Nelerden etkileniyorsunuz? Ne dinliyorsunuz, ne izliyorsunuz?
Burcu: Sezen Aksu?
Onur: Sezen Aksu’yu çok seviyorum. Ben Sezen Aksu’yu çok dinliyorum ki hepimizin sevdiği bir dönemi, şarkıları var. Onun dışında bazı İngiliz grupları… Radiohead, Placebo, Blur, Black Box Recorder, Belle and Sebastian, Mogwai, Manic Street Preachers… Bunları çok dinledik.
Özdemir: Sigur Ros.
Onur: Evet genelde böyle şeyler seviyoruz sanırım. Nick Cave, Tori Amos, ben başta daha kişisel olarak ama sonradan hepimizin dinlediği Kanye West’i söyleyebilirim. (Gülüyoruz) Ben bunlar çok majör dinlediklerimiz ama bunların dışında dinlediğimiz çok daha fazla şey var. Film olarak da ben en az film izleyen benim heralde o yüzden daha hani yönetmen şeklinde.. Lars von Trier’i seviyorum diyebilirim.
Soner: Michel Gondry seviyoruz heralde biz ama sen sevmiyorsun galiba Onur.. Charlie Kaufman’ı ben seviyorum.
Özdemir: Ben böyle daha kanlı, gerilim şeyleri de seviyorum.
Onur: Siz ne seviyorsunuz? Belle and Sebastian sever misiniz mesela? Belle and Sebastian benim çok sevilmesini istediğim bir grup çünkü.
Burcu: Evet evet, ben özellikle çok dinlerim. Son zamanlarda da sanki patladılar. Filmlerde çok duyar oldum o grubun adını, şarkılarını.
Onur: Gerçekten? Yani dergilerden de çok bir yansımasını almadığım için çok net bir fikrim yok Türkiye’de insanlar ne kadar seviyor. Ama biz böyle çok uzun zamandır ayılıp bayılıp Belle and Sebastian dinliyoruz. Şu an çok dinleyip sıkılmış haldeyiz, bugün en çok dinlediğimiz grup değildir ama yaklaşık son 6 yıla baktığımda playlist’te en çok dinlediğimiz şarkılar Belle and Sebastian’ındır.
3 yorum:
Sakin ilk videoları dönmeye başladığında keşfetmiştim, ondan önce Zeytinli festivalinde çalmışlar orda olmama rağmen haberim yoktu.
Bursa'ya geldikleri ilk konserlerine de gittim. Sahne performansları biraz tutuk. Biraz daha canlı, kanlı olmaları lazım. Sahne performansından kastım, çalan şarkılar değil, sahnedeki duruşlarıdır.
Röportaj için teşekkürler, çok güzel paylaşım.
Yeni albümü merakla bekliyoruz.
ellerinize sağlıkkk :)
röportajı "isimleri gibi.." klişesine girmeden bitirebilmenin haklı gurunu yaşıyoruz.
Yorum Gönder