7 Şubat 2010 Pazar

Seslerin Getirdiği: Değişik Bir



 Seslerin Getirdiği #10





Nereye gidiyoruz, diye soruyorum. “Bilmem” diyor. Paramız varsa bi şeyler içebiliriz aslında, sıkıntı bastı beni içerde, diyorum. “Var ama çok da yok ya” diyor. Ben de baya yorgunum aslında ama bir bira falan daha içsek geçer içimdeki sıkıntı, diyorum. Sonra “tekel büfesi + sokak arası” formülünü öneriyorum. Kabul ediyor. Birkaç adım sonra karşımızda ufak, pis ama karanlıkta insana bir şekilde güven de veren bir büfeye rastlıyoruz. Yol paramızı ayırıyoruz, belki karnımız acıkır diye biraz daha ayırıyoruz, sonra kalanın bir kısmını da harcamak istemeyip ayırıyoruz ve geceye keyifli bir nokta koyacak birer bira alıp oturuyoruz insanlardan uzak bir köşe başına.

“Köşe başlarında içki içmek, insanda büyük bir özgürlük yanılsaması yaratıyor, de mi gençler?” diyor birisi. Ben bir an kalkıp uzaklaşma refleksi göstersem de gelenin yazar gibi adam olduğunu görüyorum. Hayatımda en çok kullandığım cevabı veriyorum: Olabilir. O da elinde bizimkinin aynısı birasıyla oturuyor. “İnsan özgür olmadığını fark ettiğinde, içinde bunun sıkıntısını yaşadığında çeşitli tanımlamalara giriyor. Çevresindeki topluluk durumlarını karşılaştırıyor, içlerinde kısa süreli geziniyor. Zamanla her birinin benzer özellikleri belirginleşiyor, bakışın tarafsızlaşıyor ve kalıpları hissediyorsun.” Neden bizimle böyle bir sohbete giriştiğini çözemiyorum ama bizi bir şekilde anladığını görüyorum. “Tek kurtuluşu görüyorsun…” diyor. Sonra üçümüz bir ağızdan “Yaratmak” diyoruz.


“İşte, sizinle bu yüzden konuşmak istedim. Ben bunun da çözüm olmadığını fark ettiğim zaman çok geç olmuştu. Siz şimdi fark etmenin eşiğinde gözüküyorsunuz” diyor. Ufak bir kafe sohbetinden neler anladığına şaşırıyorum, nedense sesi de çok tanıdık geliyor. “Özgür olmak için tüm insanlardan uzaklaşıp, insanların söylediklerine kulaklarını tıkayıp, kendi ufak dünyanızı yaratabileceğinizi düşündünüz” diyor. Biramdan büyükçe bir yudum alıyorum. “Fakat gerçekliğin insan beyninde var olması durumu… Her şeyi mahveden bu işte. Sen kendi zihninde neler yarattığını, neler hissettiğini, nereye ulaştığını düşünürsen düşün; diğer insanların belleğinde olmadığın sürece hiçbir yerdesin.”




Sessizce dinliyoruz Özgür’le. Bizimle, bizim cümlelerimizi kullanarak sohbet eden bu adama şaşkın şaşkın bakıyoruz. “Sanırım şimdi de popüler kültüre gireceksin” diyor Özgür. Gülümsüyor adam. “Doğru” diyor. "Siz popüler kültürün aynılaşmış ve hayatın üretim yerine tüketim kısmında kalan insanlar yarattığını düşünseniz de; popüler kültür zamanla kendini entelektüel birikime dönüştürür. Kendi topluluklarını yaratır. Hatta bakarsın basit popüler kültür öğesi dediğin şeyler birer klasiğe dönüşmüş." Kafa sallıyoruz geçmeyen şaşkınlığımızla. “Sense hayran olmanın, yaratılanın etkisine girmenin insanı bir yere getirmeyeceğini, önemli olanın ondan başka şeyler yaratmak olduğunu düşünürsün. Elinde kimseyi umursamadan yarattığın, kendince seçkin kültür dünyanla insanların arasında yapayalnız, hatta dostsuz, hatta yitik kalırsın. Bu seni istediğin gibi diğerlerinden ayrı, farklı kılar ama asla mutlu etmez. ‘Aykırı’ etiketi altında birbirinin kopyasına dönüşen insanlar bile senden kat kat mutludur tüm çelişkileri içinde. Seninse her anın bu mutluluğa bakmakla geçer, ama artık oraya karışamayacak kadar değişmişsindir, gecikmişsindir.”


Gözü hafifçe doluyor. “Konuştum konuştum kurudu ağzım” diyip dikiyor birayı ağzına. Peki, sen kimsin, diyorum hafif çekinerek. Kutuyu indirip, kısık gözlerle, “Ben yayınlanmamış üç kitabım, ben yalnız bir mutsuzluğum, ben bir şeye yaramayan bir kültür dünyasıyım” diyor. Sonra birden dönüp “Neden yazarım demedim sizce?” diyor. Ben böyle cevabı belli olan ve doğru cevaplanamayacak sorulardan nefret ettiğim için susuyorum, Özgür çaresizce “Yayınlanmış kitabın olmadığı için mi?” diyor. “Hayır. Yazar olmak; aklında ne varsa, ilerde daha iyisini düşünebileceğini bilerek onu özgürce yazında harcamaktır” diyor. “Bundan emin değilim artık, aklıma gelenin iyi olduğundan bile emin değilim” diyor. Ama bu düşündüğünün iyi olduğuna inanıyorsun ki onu referans olarak kullanıyosun, diyorum. “Ama ilerde daha iyisini düşünebileceğimden emin değilim ki” diyor. Ben “Hmm” diyip susarken, O da “Çok konuştum ya. Kafanızda bir şeyleri toparlamak istedim sadece. Hadi kendinize iyi bakın” diyip kayboluyor ortalıktan.


Özgür’le, önümüzdeki uzun toplu taşıma macerasını düşünerek yürümeye başlıyoruz, daha doğrusu Özgür yürüyor, ben takip ediyorum. Sağımızdan solumuzdan kızlı erkekli değişik insan toplulukları geçiyor. Kulaklıklarımı yeniden takıp biraz onları izliyorum, sonra Özgür’e dönüp “Bence kızlar dörde ayrılır” diyorum. “Nerden çıktı oğlum” diyip gülüyor. “Güzel doğup güzel kalanlar, güzel doğup çirkinleşenler, çirkin doğup çirkin kalanlar…” “Ve çirkin doğup güzelleşenler” diyerek dalga geçer bir şekilde tamamlıyor Özgür. Bir anda Taksim’e vardığımızı fark edip, “Bence bütün kadın davranışlarını bu şekilde açıklayabilirsin, öyle geldi bana şu an” derken birisi adımı sesleniyor. Kuzenimin bir arkadaşı karşımda bize gülüp “Neymiş öyle gelen?” diyor. Kulağımdaki “Aklımı tut. Bizde kalsın*” diyor, içimdeki “Bence iyi bir şey olacak” diyor, nedense sesi çok tanıdık geliyor.


* Benden Yüksek - Replikas


Share This
Subscribe Here

0 yorum:

 
Avaz Avaz Dergisi

izliyorlardı

Avaz Avaz Copyright © 2011 BeMagazine Blogger Template is Designed by Blogger Template
In Collaboration with fifa