Seslerin Getirdiği #11
“Nereye gidiyorsunuz?” dedi karşımdaki kısa, temiz tıraşlı; şık takımını, şık montunun içinde tüm güveniyle taşıyan ; “bakımlı” sıfatının güzel örneği adam. Bu benim benden oldukça büyük kuzenlerimin benden oldukça büyük arkadaşlarından biri ve sesi bana başkasını anımsatıyor… Okuduğum üniversitenin, okuyacağım bölümünün eski bir öğrencisi, okumak isteyeceğim deniz aşırı bir üniversitenin eski bir yüksek lisans öğrencisi, o deniz aşırı ülkenin aşırı büyük şirketlerinden birinin eski bir çalışanı ve güzide ülkemin güzide kuruluşlarından birinin yeni bir üst düzey yöneticisi…
Bize arkadaşlarıyla malum bir yerde biraz kahve içip sohbet ettiklerini, basit iş meselelerinden konuştuklarını, şimdi de eve gideceğini ve elbette istersek bizi de herhangi bir yere bırakabileceğini, yıllar boyunca çeşitli görüşme ve mülakatlarda edindiği üstün deneyimle kısa, yeterli ve etkileyici bir biçimde anlattı. “İyi tesadüf oldu ya…” şeklinde başlayan konuşmasında beni uzun süredir görmek istediğini, oldukça merak ettiğini söylerken çalışanlarını motive etmek ve onlarla yakın bir ilişki kurmak için kullandığı yöntemler, benim de algısı kısılmış zihnimi ele geçirdi. Sonra “Boğaziçi’nin farkını mezun olunca anlayacaksın” dedi, sonra “Hocalarla aran iyi olsun tabi, hoş adamlardır zaten” dedi, sonra “Kafandaki hedef oldukça önemli” dedi, sonra bir ara da “Olur öyle ama iyidir aslında bizim okulun kızları” dedi okulun türlü kulüplerindeki maceraları arasında. İletişim adreslerimiz paylaşıldı, yolunun üstünde olmamızın memnuniyeti iki tarafı da sardı, insanlarla arasında belirli bir sıcaklığı koruma yeteneği beni de “görüşme” dilekleri arasında listeye dahil etti, arabasını seyrettim gecenin karanlığında ve gitti.
….
“Tabi uzun vadede ölüme doğru” diye omzuma doğru gülerek fısıldadı yanımdaki kıvırcık siyah saçlı, “bonus” olarak adladırılan saçlarını rahat giyinişi ve şirin yüzünün üstünde “rahat ve şirin” bir kimlik gibi taşıyan, “samimiyet” sıfatının güzel örneği çocuk. Bu benim en yakın arkadaşlarımdan biri… Özgür… “Yokum oğlum, yok. Nedenim yok benim*” diyerek efkarıma efkar katsa da evlerine döndüğümüzdeki ilk birkaç dakikalık konuşmamızda, aslında onun bir nedeni var. Hem de nedenlerin en sorgu önleyeni, en kendine yeteni; sınav… Sonra “Oğlum adam iyi ya” dedi, sonra “Ohoo, çok zor genç” dedi, sonra “Bir şeyler de eksik gibi ya bence” dedi, sonra bir ara da “Abi mesaj attı işte o akşam ama anlamıyorum ben valla ya” dedi kız arkadaşıyla benim de anlamadığım tartışmalarının arasında. Kartalları boş vermemi söyledi, sonra atları da boş versem iyi olacağını söyledi, arabada zaten uyuyup O’nla sohbet etmek zorunda bıraktığımı söyledi, birkaç saçma lafıma bir şey söylemedi ama derdime ortak oldu, iç geçirdi sonra da.
…
Bize arkadaşlarıyla malum bir yerde biraz kahve içip sohbet ettiklerini, basit iş meselelerinden konuştuklarını, şimdi de eve gideceğini ve elbette istersek bizi de herhangi bir yere bırakabileceğini, yıllar boyunca çeşitli görüşme ve mülakatlarda edindiği üstün deneyimle kısa, yeterli ve etkileyici bir biçimde anlattı. “İyi tesadüf oldu ya…” şeklinde başlayan konuşmasında beni uzun süredir görmek istediğini, oldukça merak ettiğini söylerken çalışanlarını motive etmek ve onlarla yakın bir ilişki kurmak için kullandığı yöntemler, benim de algısı kısılmış zihnimi ele geçirdi. Sonra “Boğaziçi’nin farkını mezun olunca anlayacaksın” dedi, sonra “Hocalarla aran iyi olsun tabi, hoş adamlardır zaten” dedi, sonra “Kafandaki hedef oldukça önemli” dedi, sonra bir ara da “Olur öyle ama iyidir aslında bizim okulun kızları” dedi okulun türlü kulüplerindeki maceraları arasında. İletişim adreslerimiz paylaşıldı, yolunun üstünde olmamızın memnuniyeti iki tarafı da sardı, insanlarla arasında belirli bir sıcaklığı koruma yeteneği beni de “görüşme” dilekleri arasında listeye dahil etti, arabasını seyrettim gecenin karanlığında ve gitti.
….
“Tabi uzun vadede ölüme doğru” diye omzuma doğru gülerek fısıldadı yanımdaki kıvırcık siyah saçlı, “bonus” olarak adladırılan saçlarını rahat giyinişi ve şirin yüzünün üstünde “rahat ve şirin” bir kimlik gibi taşıyan, “samimiyet” sıfatının güzel örneği çocuk. Bu benim en yakın arkadaşlarımdan biri… Özgür… “Yokum oğlum, yok. Nedenim yok benim*” diyerek efkarıma efkar katsa da evlerine döndüğümüzdeki ilk birkaç dakikalık konuşmamızda, aslında onun bir nedeni var. Hem de nedenlerin en sorgu önleyeni, en kendine yeteni; sınav… Sonra “Oğlum adam iyi ya” dedi, sonra “Ohoo, çok zor genç” dedi, sonra “Bir şeyler de eksik gibi ya bence” dedi, sonra bir ara da “Abi mesaj attı işte o akşam ama anlamıyorum ben valla ya” dedi kız arkadaşıyla benim de anlamadığım tartışmalarının arasında. Kartalları boş vermemi söyledi, sonra atları da boş versem iyi olacağını söyledi, arabada zaten uyuyup O’nla sohbet etmek zorunda bıraktığımı söyledi, birkaç saçma lafıma bir şey söylemedi ama derdime ortak oldu, iç geçirdi sonra da.
…
“Berhan abi, bugün ne oldu biliyo musun” dedi karşımdaki kıvırcık ama kısa saçlı, bilgisayar ekranında şişmiş gözleriyle aslında gününü özetleyen, “çocuk” sıfatının zeki ve tatlı örneği çocuk. Bu Özgür’ün kardeşi… Anıl… Aslında O da Özgür sanırım, ama daha öteki kadar büyüyememiş. O da sebepsizce bir çocuk gibi yaşıyor görünse de aslında onun da bir nedeni var, Farmville. Sonra Farmville anısı anlattı, sonra başka bir Farmville anısı anlattı, bir başka Farmville anısı daha anlattı, sonra bir ara da Özgür’ün komik bir halini anlattı okulda aldığı notlarla ilgili hikayeler arasında. “Bakarız” diyip güldü ve gecenin o saatinde nerden geldiği belli olmayan enerjisine bir kez daha şaşırırken ortadan kayboldu, sanırım uyudu.
…
“Biz de eve gidiyoduk ya, arkadaşta kalıcam da bugün” dedi siyah, dalgalı ve kabarık saçlı, “ilk intiba değil birikimli olan önemli” gibi saçma bir düşünceyle dış görünüşünü şekillendirdiği hissi uyandıran, “bıkkın” sıfatının güzel örneği çocuk. Bu benim… Sonra okul ve yaşamımla ilgili anlatacak kadar önemli olup olmadığından emin olamadığım bilgiler verdim, benle alakası olmayan ortalama bir öğrencinin ruh halini yansıttım, sonra onayladım, onayladım, onaylayıp güçlendirici örnekler verdim. “Bilmem kimseden etkilenemiyorum şu ara…” diye başlayıp karşı cinsle ilişkilerim hakkında uzun gibi, yetersiz ve sıkıcı bir şeyler geveledim. İş yaşamı ile ilgili birkaç kariyer planı kafamda bir görünüp bir kaybolurken yorgundum ve pencereden şehir akıyordu, ben bakıyordum, sonra…
Uyandırdı Özgür. Sonra vedalaştık, eve girdik, sonra Özgür’ün odasında sohbete başladık. Ayrıntılar yok, uykuluydum; ama “Lan bir neden lazım ya” dedim sanırım. Anıl’ı dinledim, güldüm, dinledim, güldüm, “Oğlum bak bi müzik aleti öğren şimdiden” dedim, sonra kaybettim O’nu. Kulaklığımın tekini taktım. Sonra “Hayır oğlum, çok iyi” dedim, sonra “Yapılır lan istense” dedim, sonra “Hiç eksik, sorun yok gibi lan” dedim, sonra bir ara da “Kartallar tepemde uçuşuyorlar abi” dedim en azından atlar gibi dağ bayır koşsak, hoş bir hareket olsa gibi laflarımın arasında. Uykumu Özgür’e zorla kabul ettirdim, üstümü değiştirdim, kulaklığımın diğerini de takıp gözlerimi kapattım.
...
Şimdi eve geldiğimden beri dinlediğim aynı şarkıyı dinlerken geçen gün kafamda dönüp duruyor. “Kısa vadede uykuya doğru, uzun vadede öleceksin zaten” diyor tanıdık, bana başkasını anımsatan, “içsel” sıfatının güzel örneği ses… Bütün gün sorularıma soru, cevaplarıma başka cevaplarla karşılık veren en yakınımdaki varlık olan içsesim. Sonra kulağımdaki sesle, cümlelerle karışmaya başlıyor, sonra çepeçevre sarıyor zihnimi, sonra sesler düşünceleri yakalıyor, sonra resimlere dönüşüyorlar zihnimde, sonra bir ara da beni kendimden geçiriyor bilinçaltı oyunlarının arasında. İkimizin arasında bir farkın olmadığı o çatlakta asılı kalıyoruz. Uyuyoruz.
* Mutsuz Punk - Yasemin Mori
1 yorum:
su akar yolunu bulur
Yorum Gönder