23 Şubat 2012 Perşembe

Röportaj: Neyse



Karanlık parçalar, güler yüzlü adamlar

İsimlerini her geçen gün daha da sık işitmekten yorulduk! Hızla ve her geçen gün arkalarında daha çok insanla birlikte yükselen Neyse'yi yakından tanımak istedik, onlar da bizi sohbetlerinden mahrum bırakmadılar.

Kahveler hazırsa, sizi sayfanın aşağısına alalım. Bu, şimdiye dek gördüğünüz en uzun Neyse röportajı olabilir.

Sohbete geçmeden, Neyse'nin 24 Şubat akşamı İKSV Salon'da sahnede olacağını hatırlatmak gerek!



Büşra: Hal hatır sorarak başlayalım söyleşimize. Nasılsınız? Neler yapıyorsunuz şu sıralar?

Deniz: Neyse olarak şu an konserleri bekliyoruz, onun dışında yaptığımız pek bir şey yok. Yavaş yavaş yoğunlaşacak konserler havaların ısınmasıyla birlikte, onları bekliyoruz.

Selim: Nasıl yaptığımız bir şey yok? (Gülüyoruz)

Deniz: Görünürde yaptığımız bir şey yok diyeyim.

Melih: Sonuçta Neyse'yle geçiyor zamanımız sürekli. Prova alıyoruz yoğun bir şekilde.

Deniz: Ben de okulu dondurmayı düşünüyorum mesela, daha fazla yöneleceğiz müziğe.

Aybike: Nerede okuyorsun?

Deniz: Galatasaray İTM adlı bir akademide ses mühendisliği yüksek lisansı yapıyorum. Devam etsem 3-4 ayda biter ama yapmak istediğimiz, oturtmak istediğimiz şeyler var. Her şeyi hakkıyla yapalım istiyoruz.

Büşra: Ne gibi şeyler? 

Deniz: 2. albüm hazırlığıdır, yeni şarkılar yorumlamaktır, çalışımızı geliştirmektir.

Melih: Konserlerle ilgili eklenecek ve çıkartılacak şeylerdir, işitseldir, görseldir… Onlara odaklanmaya çalışıyoruz.

Deniz: Konsepti genişletmek de olabilir.

Büşra: İkinci albüm hazırlıkları başladı yani...

Selim: Bizim bu şarkılarla en azından ilk albüm kadar iyi bir albüm çıkartırız dediğimiz, içimize sindirdiğimiz malzemeler zaten vardı. Onun üstüne çıkmaya çalışıyoruz. “Jam session” yapıyoruz, daha yeni yeni neler çıkabilir diyerek. Bir yandan deneysel olsun, daha yenilikçi olsun istiyoruz. Ancak kendi kendine, yalnızca kendini tatmin etmek için çalan müzisyenler de olmak istemiyoruz. Onun sınırlarını zorluyoruz şu sıralar. 

Deniz: Albüm çıkardık diye üretimi durduralım, başka bir boyuta geçelim demedik açıkçası. Müzikle olan iletişimimizi sabit tutalım, aynı şekilde üretmeye ve o amatör ruhu korumaya devam edelim istiyoruz.

Selim: Bugüne kadar nasıl geldiyse aynı şeyi tutmaya çalışıyoruz. Her ne kadar artık başka şeylere de zaman ayırmamız gerekiyorsa da okulları dondurup, başka yerlerden alan açıp, bir şekilde hallediyoruz.

Büşra: Zor değil mi bir yandan da o amatörlüğü korumaya çalışmak? Albümle birlikte göz önünde bulundurmanız gereken yeni şeyler de ortaya çıkmış olmalı.

Selim: Albüm çıktı ve sürekli röportaj veriyorsun, televizyonda görünmen gerekiyor bir şekilde. Bunlar çok mesai aldı bir ara. Haftanın 4 günü o gibi şeylerle uğraşıyorduk ve haliyle o dönemde müzik ikinci planda kalıyor isteseniz de istemeseniz de.

Deniz: Bir zamanlar sadece müziğini düşünürken bir anda artık grubun imajını, duruşunu vesairesini de düşünmen gerekiyor. Hangi davranışını, insanlar nasıl anlar gibi şeyler devreye giriyor.

Aybike: Peki bir adım öncesi nasıldı? Haziran'da stüdyoya girmişsiniz, Kasım'da da albümü yayınladınız. O süreç nasıl geçti sizin için?

Deniz: Biz 2010'un Haziran'ında Melih'le birlikte çalmaya başladık. Kafamızda, Neyse'nin önceden yaptığı besteleri toparlamak, yeni besteler üretmek gibi şeyler vardı. 1.5-2 seneye toparlar, albüm şirketlerini kovalar ve bir albüm çıkartırız diye düşünüyorduk. Tesadüfen Babajim'in düzenlediği Be The Band yarışmasını gördük. Ödülü güzel, şartları iyi, eleme süreci mantıklı, ciddiye alıyorlar müziği derken girdik. Bize de sürpriz oldu açıkçası; yarışmayı kazandık ve her şey hızlı bir sürece girdi. Neticede göreceli bir şey müzik ve bir sürü grup katılıyor. 

Melih: Bence şu ana kadar düzenlenmiş en geniş konseptli yarışmaydı bu arada.

Büşra: Zaten süreci de diğer yarışmalardan daha farklı işliyor diye biliyorum.

Selim: Aynen, ilk defa ben bir yarışmada mülakat gördüm -ki çok önemli bir şey bu aslında. Karşındakinin işini ne kadar ciddiye aldığını merak edersen yaparsın bunu. Birlikte iş yapmak istersen birisini tanımak istersin. Canlı görüyorlar sizi, 6 tane şarkı istiyorlar 1 tane de değil. Bunlar hep yarışmanın ciddiyetini gösteren şeylerdi.


Melih: Bu yarışmadan 3 tane grup çıktı aslında bakıldığı zaman. Diğerlerinin de kendi müzik hayatlarında bir tık daha ileri gitmelerine sebep oldu. O bakımdan birinci bu, diğerlerini atalım gibi bir psikolojisi de olmadığı için memnunuz aslında.





Aybike: Be The Band sürecinden söz açılmışken; Türkiye’de yapılan müzik yarışmalarını nasıl  değerlendiriyorsunuz?

Selim: Bazı yarışmalarda katılımcıların hayalleriyle oynanabiliyor. İnsanların hayalleri üzerinden prim yoluna gidilebiliyor.

Melih: Yarışmalara herhangi bir okulda seminere gitmek olarak da bakılabilir. Etkileşimde bulunabileceğin, fikir alıp verebileceğin bir ortam var. Birilerine bir şeyleri dinletebilme imkanın var. Netice olarak; yarışmaya katılan insanların onu bir yol olarak görmesi lazım müziklerinin gelişim sürecinde. Önemli olan insanların kendilerine dönüp bakabilmeleri ve yarışmadan feedback alabilmeleri.

Büşra: Sizinle ilgili eleştirileri okurken genel anlamda herkesin Neyse’ye çok olumlu yaklaştığını fark ettim. Neredeyse hiç negatif eleştiri yok. Şaşırmadınız mı buna? Bu kadar, herkesin ağız birliğiyle desteklediği grup ben pek görmüyorum.

Selim: Ben her şeye hazırlıklıydım açıkçası; ağır hakaretlere de küfürlere de. Şu an cidden güzel ama bu sonsuza kadar böyle gitmez. İnsanlar marjinal olanın yanında durmaktan hoşlanıyorlar, hani o bir özdeşlik ilişkisi. O noktada şurada bir x kişisi, x grubu var ve ben onun yanında durarak o farklılığımı ifade ediyoruma dönüyor mevzu. Şu an biz de bunun cicim aylarını yaşıyoruz gibi. Biz de daha fazla görünür olalım ve başka şeyler yapmamıza gerek kalmadan sadece müzik yapalım ve bununla geçimimizi sağlayabilelim diye uğraşıyoruz bir yandan. Daha çok konser verebilelim, daha bilinir, daha görünür olalım istiyoruz. Ve Neyse oraya yaklaştığı zamanda özel olma ihtiyacı bu kez bizdeki yanlışlıkları bulmak üzerinden giderilecek. Öyle bir döneme de gireceğiz.

Melih: Müzisyen daha çok insanla paylaşmak istiyor, dinleyici de daha az insanla. Genelde öyle bir ikilemi var bu işin.

Aybike: Hakikaten size dair yapılan eleştiriler çok olumlu. Peki sizi yine bu minvalde çok sahiplenen ve destek veren bir kitleniz var mı?

Selim: Evet bayağı sahipleniyorlar. Güzel bir şey tabii ama o da bir yandan bir sorumluluk; onu taşımalı ve hakkını verebilmelisin. Daha önce yaptıklarınla tutarlı olmalısın, yaptıklarının arkasında durmalısın.

Melih: Bunu biraz böyle dillendirince samimiyetinden uzaklaşıyor belki ama, stüdyoda üçümüzün bir araya geldiğinde oluşan atmosferi korumayı dert ediyoruz biraz açıkçası. Sonuçta ortada bir şeyi paylaşıyorsun. Bu tarafa geçtiğinde kendini başka bir pozisyona sokma ihtiyacı duyarsan diğer taraftan uzaklaşmış oluyorsun ve bu sefer gerçekten taraf oluyor.

Aybike: Hazır sahiplenme duygusu demişken; sonuçta 2 yıldır müzik yapmıyorsunuz. Öncesinde “cover” grubuydunuz bildiğim kadarıyla. Albümden sonra, o zamanlardan bu yana sizi dinleyen insanların tepkisi hangi doğrultuda oldu?

Selim: Ya beğendiler ya da haberleri bile olmadı çünkü bara “cover” grubu dinlemeye geliyorlar ve yaşla birlikte bara olan ihtiyaçları oranında grupla da ilişki içinde oluyorlar. O dönemlerinden çıkmış oldular ve haberleri olmadı. Haberleri olanlardan da olumlu dönüşler aldık zaten.

Aybike: Bu durum da çok insani bir şey bir yandan; keza benim de bilinçsiz bir şekilde bir grubu çok sahiplendiğim ve videoları çok dönmeye başlayınca alakalı alakasız daha fazla insan bilecek diye dert ettiğim olabiliyor.

Selim: O Prodigy'sinde de var, Linkin Park'ında da var, Tool'da da vardır.

Deniz: Popülerlikle birlikte özünü kaybediyor korkusu herhalde.

Aybike: Tabii piyasaya ayak uyduracak, artık kendi istediği gibi değil de piyasanın istediği minvalde işler yapmaya başlayacak korkusu.

Deniz: Bizim de en çok üzerinde durduğumuz, kaybetmemeye çalıştığımız tarafımız o herhalde.


Selim: Ben onu kaybedersen seni bugüne getiren şey neyse onun gideceğine inanıyorum. Başka bir şey olursun. Başkası olursan kendine cevap veremezsin ve en iyi ihtimalle “Ben müziği bırakıyorum.” diye gelirsin. İnsan yaptığı işlerde kendine cevap verebilmeli yoksa kendine yabancılaşır gibi geliyor bana.

Melih: Süreç esnasında, tercihleri yaparken sorgulamak lazım, sürecin sonunda değil.

Selim: Yani evet, anlıyorum o hassasiyeti ama Rage Against The Machine popüler olsa da gayet tutarlı. Yıllardır aynı şeyi söylüyor, hiçbir zaman başka bir şeye dönüşmedi.

Deniz: O adam popüler olmak için başlamamış o olaya; içindeki öfkeyi, tepkiyi yansıtmak için başlamış. Daha büyük kitlelere ulaşabilmek için ister istemez popüler kültürün içinde yer almak zorunda.

Selim: İyi ki de yer almış, haberimiz olmuş adamlardan.

Melih: Bu işin bir parçası. Sisteme ayak uydurman gerekiyor belirli ölçülerde ama davan değişmediği sürece sen de değişmiyorsun sanırım.

Aybike: Bu arada, çıkış parçanız olarak Hokkabaz'ı seçtiniz. Albümü dinlediğimde diğerlerine nazaran biraz daha ritmik geldi kulağıma. Bilinçli bir tercih miydi?

Deniz: Albüm öncesinde dinleyen herkesin ilk o dikkatini çekiyordu. Her yaştan, her tarzdan insanın ilgisini çekebilecek bir parça olduğu için seçtik. Başka şarkılar da düşündük ama daha çok insana ulaşma şansı vardı ve aslına bakarsan diğerlerinden daha pop değil. Onunla bir giriş yapalım sonra belirleriz zaten akışını dedik.

Melih: Ben gruba katıldığımda, düzenlemeleri daha farklı olsa da bestelerin çoğu hazırdı, ve dinleyici olarak dinlediğimde Hokkabaz söz yapısıyla, melodik yapısıyla, alt yapılarıyla güzel bir parçaydı benim için zaten. Parlamasının ve çok kişiye hitap etmesinin sebebi de güzel bir parça olması. Tekrar bu albüm kaydolsa, ya da ben bu albümün dinleyicisi olsam da Hokkabaz benim çok dikkatimi çekecek bir parça olur, çok da severek dinlerim. Çok da “mainstream” bir şarkı değil bence. Özellikle sözü ve tavrıyla da bayğıa alternatif bir parça. Sözleri ben yazmadığım için rahat konuşuyorum.

Deniz: En sevdiğimiz şarkı da değil şimdi bir yandan, birçok insanın da en sevdiği şarkı değil bütün bir albümü dinlediği zaman. 



Aybike: Peki, sözlerimizle bir şeylere dokunmak istiyoruz gibi bir tavrınız var mı?

Selim: O kendiliğinden çıkıyor. Kendimizi zorladığımızı düşünmüyorum. Neyi anlatmayı kıymetli buluyorsanız onu söylemek isteyeceksinizdir zaten. Ben istiyorum ki bir şey söyleyeceksem bir işe yarasın. Konuşup konuşup, bakın ben de varım deyip gitmek istemiyorum. Bir anlamı olsun, seni de ilgilendirsin söylediğim şey. Yoksa ne anlamı var ki?

Melih: Günlük yaşantında zaten tepki veriyorsun bir takım şeylere. Sohbetine yansıttığın şeylerin parçalara yansıması gibi bir durum var.

Selim: Mesele bence ne hakkında yazdığın değil nasıl yaklaştığın zaten. Politikayla da aşkla da ilgili olabilir ama onunla nasıl ilişkileniyorsun, bu önemli. Sadece acını haykırıp gitmek mi istiyorsun, yoksa dinleyenle konuşabilen bir şey mi yapmak istiyorsun?

Melih: Özellikle aşk şarkılarından uzak durma gibi bir tavır olup olmadığıyla ilgili sorular geliyor mesela ama öyle bir şey yok. Aşk şarkısı da var, bundan sonra daha da çok olabilir eğer onunla ilgili yoğun bir şeyler hissedilirse. Bir tavır değil, organik bir şey bu.

Selim: Zaten kendini başka türlü yansıtmaya çalıştığın zaman insanlar her ne kadar bilinçli olarak söyleyemese de, kalbine dokunmuyor ve bir daha dinlemiyor. Dokunuyorsa ilgini çekiyor. Bence “mış” gibi yapmak sanatta çalışabilen bir şey değil, neysen osun. Olursa olur, olmazsa olmaz.




Aybike: Peki üretim aşamasında en çok nelerden etkileniyorsunuz? Özellikle şu sanatçıdan, kitaptan veya yönetmenden ilham alıyoruz dediğiniz birileri veya bir şeyler var mı?

Selim: Benim cevabım var da domine etmek istemiyorum açıkçası. Sizin var mı öyle ilham veren şeyleriniz? Belki de vardır hiç konuşmadık aramızda.


Melih: Benim çaldığım gitarlarda son 20 senedir dinlediğim şeylerin hepsinin etkisi vardır. Bunda Soundgarden'ı da vardır, Barış Manço'su da, İbrahim Tatlıses'i de, Tool'u da vardır. Özellikle bu bir ilk albüm ve uzun bir sürecin birikimleri ortaya koyduklarımız. Belki de hayatımız boyunca en özel -belki de en güzel veya en iyi değil- ama en özel albüm bu olacak çünkü gerçekten ilk defa böyle birçok şeyi döküyorsun masanın üstüne. Yani o yüzden tek bir kanala sokamazsın. Bir sürü film vardır bunun içerisinde, bir sürü haber vardır, bir sürü müzik vardır gibi geliyor.

Deniz: Bir sürü kişi de vardır.

Melih: Neyse grubu üç kişi ama Neyse'yi oluşturan insan sayısı 3 kişi değil. O süreç içerisinde kaça, 6'ya falan çıkmıştır herhalde? Hepsinin sonuçta ucunda, köşesinde, bir yerinde hala devam eden bir katkısı var. Etrafındaki her şeyden etkileniyorsun.

Selim: Kümülatif bir birikimin sonucu evet ama bir yandan da "Seni ne tetikliyor?"u merak eden bir soru sanki. O ilham denen şey merak edilir ama o aslında karşısında hayrete düştüğün bir şey. Anlamlandırmaya çalışıyorsun, niye böyle hissediyorum bunun karşısında diye, dile sokmaya çalışıyorsun. En başta onun cevabını verebiliyorsan o şarkıyı yazamazsın zaten. Öyle bir şey ilham; anlamlandıramadığın, anlayamadığın ölçüde seni dürten ve provoke eden bir şey.

Aybike: Peki aklınızda ileriye yönelik planlar, projeler var mı? Ya da Neyse'yi ileride nerede görmek istersiniz?

Büşra: "Hayalimiz bu!" dediğiniz...

Selim: Taksim meydanında şöyle akustik... (Gülüşmeler) Şu an mutluysak, yaptığımız şeyler bizi neşelendiriyorsa madem, buna devam edelim diyoruz. Onu korumamız lazım öncelikle. Biz bunu böyle yaptığımız sürece zaten hayat sürprizlerle dolu. Benim hiç aklıma gelir miydi 17 yaşındayken müzisyen olacağım veya albüm yapacağım? Bir şeyler çıktı, gittim, oldu. Sen tutkuyla peşinde koştuğun zaman, inat ettiğin, onu bırakmadığın zaman zaten o kendiliğinden geliyor. O yüzden o plan konusunda da hani şöyle bir strateji kurdum: şimdi şunu yayınlayacağız, ondan sonra şuradan para gelecek, oradan da hop işte açılıyoruz Amerika'ya gibi bir şey yok. O gibi şeyler gerçekçi de değil, olmuyor da zaten. Hayal kırıklığına uğruyorsun. İçin için şöyle bir albüm yapalım, böyle de olsun diyoruz tabii ama "şunu, şunu yapacağız" diye üzerinde hemfikir olduğumuz, kesinleştirdiğimiz bir planımız yok. Hayaller hep kuruluyor, kurarsın yani.

Aybike: Şöyle sorayım; birlikte çalışmak istediğiniz müzisyenler var mı aklınızda? Selim: Erkan Oğur dinliyorum şu sıralar mesela, keşke birlikte bir şeyler yapsak gerçekten. Biz herkesle çalışmak istiyoruz aslında, kimden ne çıkacağı hiç belli olmuyor. Aziz Nesin Vakfı'na gittim, 14 yaşında bir çocuk, daha yeni öğreniyor gitar çalmayı. Hadi birlikte çalalım derken çok güzel bir şey çıktı, aldım kaydettim. Kimle ne çıkacağı hiç belli olmuyor.

Deniz: Belli bir yönde giderken, o yolda karşılaştığın insanlarla bir araya gelip bir şeyler paylaşmak aslında istediğimiz.

Melih: Pek “proje” motivasyonumuz yok hiçbir şeyde. Daha çok sohbetle birlikte bir şeyler çıkartma derdinde olan insanlarız.

Selim: Belki onu farkında olmadan yapıyoruz aslında ama sadece müzikle organik bir ilişki kurma derdindeyiz ve aslında büyük bir mücadele bu. Bu işe proje gibi değil başka bir taraftan bakacağız diyoruz ama sonuçta şu anda ekonomik anlamda hayatımızı devam ettirebilmek için jingle'la dizi müziğiyle uğraşabiliriz. Buna donanımımız da var ama zaman ayırmıyoruz. Yeni yeni bestelerle uğraşıyoruz, nereye gideceği belli de değil, deneysel şeyler. Bu bir mücadele ve mücadele veriyoruz.

Melih: O samimi sohbet tavrını kaçırmama adına o mücadeleyi veriyoruz aslında zaten.

Selim: Başından beri zaten biz bunu bunun için yapacağız ve bu şekilde olur diyerek başlıyorsun ve onun peşinden gidiyorsun. Artık başka bir şansın yok, bundan geri dönemezsin. Hani diyorsunuz ya herkes olumlu şeyler söylüyor diye, o bir kişiyi bile hayal kırıklığına uğratma lüksün olmamalı eğer sorumluluk sahibi bir insan.

Aybike: Türkiye’deki müzisyenlerden yakın takibe aldıklarınız var mı?

Neyse: Teoman vardı… Kenan Doğulu, Sakin, Pinhanı, Çilekeş var. Daha başka örnek verebileceğimiz; Apolas Lermi var, kendisi Lazca ve Türkçe müzikler yapıyor ve çok nev-i şahsına münhasır bir müzisyen. Göksel Baktagir, Halimden Konan Anlar var dinlediklerimiz arasında. Şu sıralar yeni yeni odaklanmaya ve keşfe başladığımız daha yöresel müzisyenler de var; Aynur Doğan, Erkan Oğur gibi. Yakın coğrafyalarda yapılmış müziklerden de besleniyoruz. Arap ve Balkan müzikleri dinliyoruz.

Aybike: Hard copy albümler biliyoruz ki eskisi kadar çok satmıyor. Siz de böyle bir dönemde albümü çıkmış bir grup olarak internetle olan münasebetimizi nasıl yorumluyorsunuz?

Deniz: Hard copy de mutlaka ilgilenen için olmalı, farklı bir hissiyat. Biz de dinleyiciyiz ve internet aracılığıyla çok çeşitli ve çok farklı şeyler dinleme imkanımız oluyor. Grup olarak bu durumu desteklemeliyiz diye düşünüyorum.

Melih: İki ucu çamurlu değnek sanırım. Önemli olan zaten bir şeyin devamlılığını sağlayabilmek. Diğer bir yandan da bir şekilde yaşadığın düzene entegre oluyorsun, izole bir hayat süremiyorsun. Bizim derdimiz albümü kaç kişinin dinlediğinden ziyade konserde hep birlikte şarkıları söyleyebilmek. Hissiyatımızı insanlarla paylaşabilmek ve dinleyicilerimizle beraber hissedebilmek. Bir müzisyen olarak tabii ki hiç kimse müziğimizden, albümümüzden mahrum kalsın istemeyiz. Konserlere de keşke herkes gelebilse istiyoruz. Ancak maddiyat boyutu da var bu işin ve bu durumun bir şekilde dengesini kurmak gerekiyor. Sadece müzisyenin verdiği ödünlerle, bilinciyle değil de karşılıklı bir etkileşimle ve sahiplenmeyle dengeye oturtulabilir gibime geliyor. Ucu açık ve ikilemli bir mevzu. Dinleyicinin karşısında olmaktan ziyade omuz omuza durmak ve tek taraf olmak gerekiyor.

Selim: Tek derdimiz sevdiğimiz müziği icra edebilmek ve hayatta kalabilmek, temel ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek. Ancak bu süreç bu kadar kolay ilerlemiyor, devreye farklı dinamikler giriyor. Döneme ve koşullara göre değişen bir durum.

Melih: Beyazla siyah arasında bir sürü ton var.

Selim: Esas olay sahnede icra ettiğin müzik zaten; dinleyiciyle göz göze gelmek, kurduğun samimiyet ve doğallık. Albüm ise yaptığın işin bir fragmanı, tanıtımı. Canlı performans çok önemli.

Melih: Müzisyenin alışverişi sahnedir. Bundan 15-20 yıl önce konserler albümlerin promosyonu olarak kullanılırken şu an tam tersine döndü durum; albümü konserinde daha kalabalık bir kitle görebilmek için yapıyorsun. Yaptığın albüm, vereceğin konserin bir nevi “teaser”ı oluyor.

Aybike: Sanatçılar performanslarıyla, verdikleri konserlerle var oluyorlar.

Büşra: Peki yakın tarihte Neyse’yi nerelerde izleyebiliriz?

Neyse: 24 Şubat’ta İKSV Salon, 1 Mart Eskişehir Hayal Kahvesi, 4 Mart Ankara Pasaj, 27 Mart Babylon konser tarihlerimiz, bekliyoruz!


Share This
Subscribe Here

0 yorum:

 
Avaz Avaz Dergisi

izliyorlardı

Avaz Avaz Copyright © 2011 BeMagazine Blogger Template is Designed by Blogger Template
In Collaboration with fifa