16 Ağustos 2010 Pazartesi

Röportaj: Korhan Futacı ve Kara Orkestra

Röportajı okuyun ya da konserlerine gidin; bu adamların sesine mutlaka kulak verin.  


Daha önce blogumuzda yayınladığımız yazıyı okuduysanız görmüşsünüzdür; Korhan Futacı ve Kara Orkestra yeni albüm çıkardı ve biz bu albüme bayıldık. Böylesine büyük beğenimizi kazanan insanlarla röportaj yapmamamız bizim için anlamsız olurdu. O yüzden, sevgili Avaz Avaz okurları, size büyük zevkle Korhan Futacı ve Kara Orkestra’dan Barlas Tan Özemek (elektirik gitar) ile yaptığımız söyleşiyi sunuyorum.

Yalnız önceden uyarmanın faydası var; biz röportajda o anı yaşadık ve o an bize neler dedirtiyorsa onları konuştuk. Böylece çok keyifli konuştuk ama çok konuştuk. Konuştuklarımız bambaşka yerlere vardı. Varılan yerlerde çok güzel kafalar açılabilir, harika da olur ama okurken gebermeyin diye muhabbetin büyük bir kısmını yayınlamıyoruz (evet, bu kısaltılmış hali). Eminim, bu kadarından bile siz de okurken benzer bir keyif alacaksınız. Dahasını istiyorsanız en iyi adres konserlerine gitmek olacaktır, bu da size, söyleşiyi okumaya yönledirmeden önce harika bir tavsiye.


Burcu: Kara Orkestra’nın kuruluş hikayesinden bahsedebilir misiniz?

Korhan Futacı: Dandadadan stop’a bastıktan sonra, benim zaten hali hazırda yapmak istediğin birtakım müzikal denemeler vardı. Bütün bunları Kara Orkestra adı altında denemek için Kara Orkestra kuruldu. Tabii zaman içerisinde Korhan Futacı’nın yaptığı parçalar ve o yazdığı sözlerden oluşan şarkıların icrasından öte artık daha grup gibi hareket eden, kendi sesi peşinde olan bir proje haline geldi. Halihazırda var olan birtakım şarkılar ve sesle ilgili düşüncelerin bir ön çalışması yapıldı. Onlar masa başı çalışmalarıydı biraz daha. Aranjeler kafada biraz daha belli edildi. Doğru insanların bir araya gelmesi için beklendi. Uzun bir arayış döneminden sonra Kara Orkestra biraraya geldi. Yaklaşık bir senedir Kara Orkestra bu ekibiyle sahne alıyor.

Burcu: Başlangıçta amaç sadece Korhan Futacı olarak mı devam etmekti?

Korhan: Aslında evet. Ama en baştan beri bir grup mantığında hareket eden bir organizma kurduk.

Burcu: Grup kendini belli edince birlikte konserler vermeye başladınız ve sonrasında da albümü çıkardınız. Albüm nasıl doğdu? Şarkılar nasıl oluştu, nasıl bir araya gelip de bir albüm oldu?

Korhan: Şarkılar vardı. Yeni şarkılar da üretildi, hep birlikte yapılan şeyler de oldu. Onlar daha çok ikinci albüme doğru haraket edecek olan parçalar. Dediğim gibi, benim yazdığım bazı parçalar vardı; bazı sözler, bazı müzikler... Bir şekilde onlar derlendi, toplandı ve bir araya getirildi. Bir repertuvar oluşturuldu.

Burcu: Söz müzik hepsi size ait yani?

Korhan: Müzik çalanların aslında ama çıkış noktası olarak benden çıktığını söyleyebilirim.

Barlas Tan Özemek: İlk tohum Korhan tarafından atıldı diyelim.

Korhan: Bir grup ergenlik dönemini geçirerek yetişkin olup kendi üretimini yapana kadar birlikte müzik yapmak için sebep oldu.

Burcu: Albümde sekiz şarkı var sadece. Başta az görünüyor insanın gözüne...

Barlas: Aslında sekiz parça yok.

Burcu: Evet, son şarkı Episode 1, birden fazla bölümden oluşuyor.

Korhan: Onlar da Atölyenin Sesleri serisi. Onlar zaman içerisinde bizim stüdyomuzda yaptığımız birtakım ses çalışmaları. Sekiz parça. Hem kendimizi çok yormamak hem de daha hızlı üretebilmek için sekiz parçada karar kıldık. Zaten şu anda ikinci albümün repertuvarı neredeyse belli. Girip onu da kaydedeceğiz. O yüzden öyle bir müzik bombardımanı yapmayalım dedik. Zaten çok da kolay dinlenen bir albüm değil. O yüzden yeterli diye düşünüyorum.

Burcu: Evet, kesinlikle zor dinlenen bir albüm. Albüm çok karanlık bir, böyle bir şeyi ortaya koymak için nelerden besleniyorsunuz? Neler dinliyorsunuz, okuyorsunuz?

Korhan: Bilmiyorum ki. İnsan düşünce dünyasını nelerden oluşturuyorsa ben de onlardan besleniyorum çoğunlukla.

Barlas: Aslında herkes olan her neyse beraberken ondan besleniyor. Çünkü sadece o var gibi, olan şey o. O noktada çalma anında olan şey oluyordur o sırada, başka bir şey yoktur zaten. Orada herhangi bir düşünce yok.

Korhan: Andan beslenmek... özellikle müziği çalarken.

Burcu: Ben müziğin tanımlarını yapmak istemiyorum ama çoğu yerde “arabesk caz, arabesk rock” gibi şeyler söyleniyor sizin müziğiniz için. Siz nerede görüyorsunuz müziğinizi?

Barlas: Çok öyle görmüyoruz.

Korhan: Hiç öyle konuşmuyoruz bile yok arabesk cazmış bilmem neymiş... Öyle laflar bir kere bile aramızda geçmiyor. Bir kere, saçmasapan, “fantazi saykodelik” gibi bir şey söylemiştik gülmek için. O tip şeylere hiç takılmıyoruz. Sadece sesler dünyası ve sözler dünyası.

Burcu: Ancak şunu söyleyebiliriz ki Korhan Futacı’nın önceki işlerine göre bu albüm artık daha çok rock tınlıyor.

Barlas: Gitar işin içine girdiği içindir muhtemelen.

Burcu: Bir de şöyle bir şey var. Bol gitar rifleriyle, saksafonla aslında yurt dışı kaynaklı bir müzik sizinkisi. Ancak sözleriyle, Türkçe sözlerin bu müziğe gayet güzel oturtulmasıyla, vokaliyle tamamen yerlileştirilmiş hale gelmiş durumda.

Barlas: İthal edilmiş müzik?

Burcu: Evet, ithal edilmiş ama burada asimile olmuş hali.

Korhan: Ben öyle görmüyorum, ben daha insani bir taraftan bakıyorum. Batı kaynaklı falan... bunlar tabii ki düşündüğümüz konular. Siz blogda ne kadar konuşuyorsanız biz de kendi aramızda o kadar konuşuyoruzdur. Ama daha çok insan önemli diye düşünüyorum. Sonuçta İstanbul’da yaşıyoruz. Burayı nasıl tarif edersin ki? Batı’dan alınmış ya da bir şeyler serpiştirilmiş bir şey gibi mi tarif edersin, bilmiyorum... Pek öyle değil bence.

Barlas: Bu yerlileştirme ya da ithal etme algısı aslında artık sözle dile getirilmemesi gereken bir şey çünkü öyle bir bilgiden bahsediyoruz ki artık bir ayrımın içinde değil; evrensel, ortada dolaşan, bütün dünyadaki herkesin çaldığı aynı enstrümanlar, aynı marka amfiler, aynı kayıt cihazlarıyla yapılan bir şey bu yani.

Nağme: Şöyle bir şey var: Yaptığınız müzik ne Türk müziğine benziyor, ne yurt dışında sizin kulvarınızda olabilecek grupların müziğine benziyor. İkisinden de bir noktada bir çıt farklı. Bunu nasıl yapabildiniz tam olarak bilemiyorum ama Doğu'ya bakan bir havası da var bir açıdan.

Korhan: Var tabii ki. Olmalı da. Ama bunu yaparken “Doğu’ya baksın da, böyle bir füzyon yaratalım.” diye hesap etmiyorsunuz. Bir şeyler yazıyorsun, sonra bir araya geliyorsun, çalmaya başlıyorsun, bir anda müzik bambaşka şeylere doğru gidiyor, gelişiyor, akort etmeye başlıyorsun şarkıyı, bir daha deniyorsun, bir daha bir şey yapıyorsun, provalar yapıyorsun, çok fazla çalışıyorsun, burada böyle tınlasın diyorsun... Mesela parçanın bir yerinde “Abi, burası çok Amerikan tınladı.” diyorsun. Bir an öyle bir şey çalınıyor ki bu değil diyorsun, bu değil... Sanat üreten insanların da görevi bir noktada bir sonraki step’i göstermektir. Biz gösteriyoruz diye değil ama amaç o olmalı. Yani en azından daha önceden duymadığın şeylere benzeyen şeyler yapmamalısın ki bir anlamı olsun.

Barlas: Biraz da içten gelen bir şey aslında. Bunu amaç ve hedef olarak da belirlemiyorsun, içinden geliyor.

Burcu: Öyleyse sizin müziğinizin dışarıya da açılması gerekiyor.

Korhan: İstiyoruz zaten. Ama tuhaf bir ülkede yaşıyoruz bu açıdan...

Burcu: Bunun için planlarınız var mı?

Korhan: Var. Zaten halihazırda yabancı birçok sanatçıyla işler yapıyoruz. Burada çok duyulmasa da bir sürü şey yapılıyor, kayıtlar yapılıyor, projeler üretiliyor, albümler çıkarılıyor... Gönül ister ki Kara Orkestra da Avrupa’nın ve dünyanın festivallerinde çalsın.

Burcu: Bunu sağlamak için neler yapılabilir? Artık sosyal medyanın ön plana çıktığı bir dünyada yaşıyoruz ve internet üzerinden paylaşımlarla ilerleyen bir müzik dünyası var. Bu dünyanın içine biraz daha girmek önemli bir adım olabilir mi?

Barlas: Ama insan ilişkileriyle alakalı bir şey; doğru ilişkiler, doğru contact’lar, doğru yerde doğru zamanda olan insanlar bir araya geliyorlar falan...

Korhan: Bir şekilde oluyor. Zaten sen gerçekten gönlünü vererek bu işi yapmışsan ve sahnede de buna kendini adıyorsan, o bir şekilde insanların ilgisini çekiyor ve kendi kendine yürüyor. Tabii ki senin de yapman gereken çok şey var, o da ayrı bir boyut.

Burcu: Bir boyut da şarkıları İngilizce yapmak olabilir mi mesela?

Korhan: Yok. Yapımcımız düşündü, sağ olsun. Ama İngilizce düşünmüyoruz, İngilizce yaşamıyoruz ya da neyse, o dilde olmuyor. O zaman bütün herkes İngilizce konuşsun, yok öyle bir şey. Öyle bir dünya ben kendi adıma istemiyorum. Öyle bir dünya yok.

Burcu: Peki ama internette dönüyor bu işler, müzik internette yayılıyor. Belki bunun için internette daha fazla görünür hale gelinebilir.

Korhan: Kesinlikle.

Burcu: Ben mesela, tamamen tesadüf eseri gördüm Korhan Futacı’nın yoluna Kara Orkestra ile devam ediyor olduğunu. Bu sizin durumunuzda kulaktan kulağa yayılmanın dışına çıkmıyor gibi görünüyor, maalesef.

Barlas: Dediğin doğru. Zaman artık çok hızlı aktığı için kulaktan kulağa durumu artık zamanın gerisinde kalan bir yöntem. Özellikle müziğin yayılma kanallarıyla ilgili...

Korhan: Yoo, çok önemli bir şey. Fısıltı gazetesi denen şey hala çalışıyor. Bence çok fazla internette yaşıyorsunuz. Buradan anlaşılıyor. Yapmayın. Gerçek hayat orada değil, alakası yok. Kendinizi kandırıyorsunuz. En büyük uyuşturucu. Gerçekten kendinizi kandırıyorsunuz.

Nağme: Başlarda televizyon için aynı şeyi söylüyorlardı.

Korhan: Televizyon zaten ele geçirdi, miladını doldurdu. Şimdi internet diye bir şey buldular insanlar daha kişisel, televizyonlarını kendileri yaratsınlar, daha beter bağımlı olsun diye. Bunların hepsi tuzak.

Burcu: Tamam, bunların bu şekilde olabileceğine ben de katılıyorum. İnsanın insanla iletişiminden daha verimli bir şey olamaz gerçekten de onu gözardı etmek anlamsız ama internette bilgilerin yayılıyor olması da çok önemli bir şey. Bunun sonuçları sadece internete bağımlı olmak olamaz, buradan başka şeyler de çıkar muhakkak. Yaptığınız işin bir parçası da bu belki de. Ve bir yandan da günün dünyasında o fısıltı gazetesi dediğimiz şey bloglar haline geldi.

Korhan: Ben şimdi ne yapacağım, Kara Orkestra ile ilgili kendi fısıltılarımı mı yaratacağım? Yoo. İnsanlar yapmak istiyorlarsa yaparlar.

Nağme: Mesela ekşisözlük'te sizin hakkınızda çok olumlu eleştiriler var. Olması gerekenden daha az entry var belki ama hepsi konserlerde kendilerinden geçtiklerini söylemişler ve bu insanda iyi bir izlenim bırakıyor.

Barlas: İnternet artık bir etken, bunu inkar edemeyiz. Hepimizin hayatına bir teması vardır. Ama olması gerektiği yerde kalmalı. Haddini bilmeli. Ona haddini de insan bildirir. Ama bu da bir çatışma değildir, yanlış anlamayın.

Nağme: İnternete çok sinirlendik şu an! (gülüyoruz)

Korhan: Mesela benim evimde televizyon yok, internet de yok. Çok ihtiyacım olduğunda internetle ilişki kuruyorum. Bir şey kaybettiğimi zannetmiyorum. Hatta çok daha fazla şey kazandığımı düşünüyorum. Normali o zaten. Tabii şimdi bunların içine doğmuş bir jenerasyon oluşuyor. Doğdukları anda evde bilgisayar, internet olduğunda o, o insanın doğal bir parçası haline dönüşüyor çünkü ilk günden itibaren onu görüyorlar.

Burcu: Evet, bunlar büyük sorunlar. Ama bunun yapılan herhangi bir işin bir parçası olduğu gerçeği de var.

Barlas: Var. Yakında bir web sitemiz de olacak zaten.

Korhan: Yok mu myspace’imiz? Var işte, videolarımızı paylaşıyoruz. Ben yine de bütün bu elektiriğe bağlı hayatın yakında biteceğini düşünüyorum. Nereye kadar? Enerji bitti dünyadaki...

Barlas: Bitmedi de...

Korhan: Bitti aslında. Yani başka türlü bir enerji var, o kullanılmıyor.

Barlas: İnsanların enerjisi...

Burcu: Yine de şöyle bir şey var; mesela internet benim Kanada’daki bir gruptan haberdar olmamı sağlıyor.

Korhan: Ne oluyor peki?

Barlas: Ne oluyor? Dinliyorsun, Aa güzelmiş diyorsun, geçti gitti! Hiçbir şey kalmadı aklında.

Korhan: Gerçekten, hiç önemli değil.

Burcu: Ama bu durum o grubun gelip burada konser vermesini sağlıyor.

Korhan: Lokalizasyon dünyadaki en önemli şey olacak ileride. Lokalizasyon; lokal olmak, yerel olmak, yani sokağında yaşayan insanları bileceksin, komşularının kim olduğunu bileceksin, toprağında ne yetiştiğini ne yetişmediğini bileceksin, o toprağın müziği nedir, nesi değildir, bunları bileceksin.

Barlas: Ve bu senin tek gerçeğin olacak. Cennet gibi...

Nağme: Bireyselleşmeden sonraki adımın lokalleşme olacağına inanıyorsunuz yani.

Korhan: Bireyselleşme olmadı ki! Bireyselleşme diye bir şey olamaz. İnsan sosyal bir varlıktır.

Nağme: Oldu, mesela ben apartmanımda kimlerin yaşadığını tam olarak bilmiyorum. Bakkalımla “merhaba-merhaba”yım.

Korhan: Çünkü oyunu kurallarına göre oynuyorsun şu anda.

Nağme: Daha fazlasını yapsam insanlar garipser ama.

Korhan: Denedin mi?

Nağme: Yan binamda karakol var. Onlara gidip ben sizin mahallenizde oturuyorum, şunlardan rahatsız oluyorum, biraz dikkat etseniz ben tek yaşıyorum desem gülerler ve geçerler. Kimse kimseyi tanımayı tercih etmiyor.

Korhan: Hiç belli olmaz.

Barlas: Bir yer var böyle, oraya dokunduğun zaman oluyor. Oraya dokunduğun zaman zaten ayna gibisin. Yani karşındaki, sen falan bunların bir önemi yok. O noktada işte gerçek paylaşım olur. 

Nağme: Tekrar lokalizasyona dönüşün daha uzun süreli olacağını düşünüyorum ben yine de.

Korhan: Valla hiç belli olmaz.

Burcu: Şu anda herkes “dünya bir köy, buna göre yaşayalım” kafasında olduğu için herkes bu kurala göre davranıyor ama çoğunlukla bunun getirdiği sorunun farkında değil insanlar.

Korhan: Dünya bir köyse köyün bir muhtarı vardır. Muhtar belediyeye bağlıdır, belediye de devlete bağlıdır... Bunlar böyle zincirleme gider. Dünyanın bir köy olması iyi bir şey değil. Dünya bir köyse senin istemediğin birisi seni yönetiyor demektir. O yüzden de lokalizasyon önemlidir. Seni kimse yönetmemeli. Toplum kendi kendini yönetmeli.

Burcu: Bu şekilde düşünerek müziğinizi İstanbul’da sınırlamayı legal hale getiriyorsunuz o zaman.

Barlas: Hayır. Bu muhabbetin devamı geleceğimiz yer aslında dünyanın ‘bir şey’ olduğu. O noktada müziğimizin İstanbul’la sınırlı olduğu algısı çok saçma kalır. Çünkü zaten bir tane şey vardır ortada, bir tane gerçek vardır. Bir tane şey varsa ikinci bir şey yoktur. Çok basit anlatmaya çalışıyorum bunu, bir yandan da kendime anlatıyorum falan...

Burcu: İstanbul dışında konserler veriyor musunuz?

Korhan: Henüz vermedik Kara Orkestra’yla.

Barlas: Kara Orkestra daha çok yeni. Toplam 15-16 tane konser yapmışızdır bugüne kadar.

Korhan: Hepsi İstanbul içi. Ama hep iyi konserler olmasına özen gösteriyoruz. Bundan sonra da hep öyle olacak, hep belli bir noktanın üzerinde konserler olsun istiyoruz.

Burcu: Bugüne kadar hep Peyote gibi barlarda verdiniz konserleri. Şimdi söylenen de Peyote grupları tekrar İstanbul’un underground müziğini oluşturmaya başladığı. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Korhan: Peyote güzel bir yer, hoş bir yer. Doğru, orada Peyote grupları diye bir şey. Ama Kara Orkestra Peyote gruplarından biri değil aslında, Peyote’de çalan gruplardan bir tanesi. Peyote grubuyuz ya da o akımın içindeyiz ya da oralardayız gibi bir şey söz konusu değil. Yani herhangi bir adlandırma, sınıflandırma hiçbir zaman sevmedim.

Barlas: Tehlikeli şeyler bunlar.

Korhan: Tehlikesinden de değil, can sıkıcı. Her insan kendi istediğini düşünsün Kara Orkestra hakkında, herkes kendi hayalindeki Kara Orkestra’yı yaratsın.

Barlas: Herkes özgür olsun. Her fikre, her şeye, her zerreye özgür olun.

Burcu: Yine de underground’da kaldığınız aşikar. Türkiye’de underground’da kalmak bir sorun mu? Bu durumun sıkıntıları ya da getirileri oluyor mu?

Korhan: Underground her zaman yerin üstüne çıkmıştır. Hiçbir zaman yerin altında kalmamıştır, iyiyse. Bu tanımlar beni zorluyor biraz çünkü underground nedir diye düşünmeye başlıyorsun...

Barlas: Evet, o noktada senle o ayrıldınız, herkes de ayrı bir yerde. Underground nedir?

Burcu: Şu anki mainstream müzik piyasasında olmayan, medyada ismi geçmeyen, kendisine daha az yer bulan diyebiliriz...

Barlas: Pop olmayan.

Korhan: Ya müzikler bin türlü. Kimin iyi kimin kötü olduğuna gazeteler, televizyonlar, dergiler karar vermiyor, veremez. Her şeyi zaman belirler. Mesela ben Malatya’da bir tane kaval çalan adam gördüm. Hayatımda gördüğüm en iyi enstrümansitlerden birisiydi. Adam şimdi underground mu? Dibine kadar underground çünkü orada bir tane pavyonda çalıyor bu herif. Şimdi bu adam kötü mü? Sen bu adamı bilmiyorsun diye ya da Sabah gazetesini, Hürriyet gazetesini açan adam onunla ilgili saçmasapan bir haber okumuyor diye bu adam değersiz mi? Değil. Taş yerinde ağırdır zaten. Yani lokalizasyon orada önemli olmaya başlıyor. Bir şeye değer verirken, bir şeyi anlamaya çalışırken özellikle pop bir şey değilse bence insanların anlama şansı daha yüksek.

Burcu: Konserleriniz aynı şekilde barlarda olmaya devam edecek diye anlıyorum.

Korhan: Öyle bir kısıtlamamız yok. Nerede konser vermemizi istiyorlarsa, hangi festival ya da neresi istiyorsa gideriz orada çalarız. Ama barda çalmaya tabii ki devam edeceğiz çünkü az insana küçük mekanda çalmanın etkisi çok daha büyük. Benim için küçük mekanda çalmak çok daha eğlenceli çünkü birebir müzik yaptığın insanla sahneden iniyorsun, konuşmaya başlıyorsun. Tüm olup biten her şey orada olup bitiyor ve kimse bir şey kaybetmiyor, herkes yakından şahit oluyor neyse ona.

Nağme: Anladığım kadarıyla da sizi seven insanlar da sizin küçük yerlerde çıkmanızı tercih ediyorlar.

Korhan: O biraz kıskançlık gibi. Ben seviyorum başkası keşfetmesin.

Barlas: “Aa, onlar yoldan çıktı!” falan...

Nağme: Replikas, Nekropsi senelerin grubudur ama hala ikisini de ben Peyote’de dinlemeyi, halk konserinde dinlemeye ya da festivalde dinlemeye tercih ederim. Çünkü dediğiniz gibi o birebir iletişimi hissediyorsun.

Korhan: Bir de müziğin yapılma yöntemleri var. Bazı gruplar var, büyük sahneye göre şarkı yazarlar, ona göre aranjelerini yaparlar, bütün sound’larını ona göre belirler. Bazı gruplar küçük sahne ve o ortam için çalarlar, onu bilirler, oradan beslenirler. Oradaki dönen hikayeyi severler. Müziğin şekli de aslında ona göre yapılıyor. Miles’ın 70’teki Woodstock Konseri’nde seyrediyorsun mesela, müthiş çalıyorlar ama seyirci bir tuhaf. Yaptıkları müzik büyük sahne müziği değil aslında. Adam hayatı boyunca küçük kulüpte, en fazla 300 kişiye çalmış. Şimdi orada bir durum oluyor. Sonra zamanla grup da, o müziği yapan insanlar da ikisinin karşımı bir şey yapmaya başlıyor. Repertuvarını büyük sahneye göre seçiyorsun, konsere çıkmadan önce bu şarkıları çalarsam daha etkili olacak diye düşünüyorsun. Bunun adı tecrübe, bunun aşağısı yok.

Burcu: O zaman dinleyicilerinizin konserlerinizden daha fazla zevk alıyor olduğunu düşünüyor olmalısınız.

Barlas: Kesinlikle. Albümün neyinden zevk alacaksın? (gülüyoruz)

Korhan: Albüm “sıfır-bir”lerden oluşan bir şey...

Burcu: Şarkılardan bahsedelim biraz da. Ben açıkçası daha önce Türkçe bu kadar karanlık bir albüm dinlememiştim.

Barlas: Ya çok özür dileyerek bir şey söyleyebilir miyim? Bir sonraki dinleyişinde ya da bir sonraki anlayışında, bakışında, belki de bu karanlık sözcüğünün ve seninle bu karanlık sözcüğü arasında nasıl bir imaj ve imge varsa ondan özgürce, ondan belki başka bir bakışla dinlediğinde belki de o karanlık sözcüğünün karanlık dışında başka şeyler de barındırdığını göreceksin.

Korhan: Yani korkuyla alakalı bir şey olmamalı.

Burcu: Karanlıktan kastım, korkuyla alakalı bir şey değildi kesinlikle. Albümden edindiğim karanlık duygusu çok başka aslında, ağır, kasvetli ve müthiş yoğunluğu barındıran bir duygu...

Korhan: İşte o yüzden 8 parça zaten. Yoksa test yaptık, intihara doğru bir gidişat olabilir. (gülüyoruz)

Nağme: Bu söyleyeceğime belki kızacaksınız, belki sevineceksiniz, ne hissedersiniz bilemiyorum. Bu albümü koyup rakıyı, mezeyi yanına alıp dinlemek istedim ben.

Barlas: Valla nasıl istersen öyle dinle. Albüm senin artık, parasını vermişsin almışsın. (gülüyoruz)

Nağme: Öyle tabii de konserde de öyle izlemek istermişim gibime geliyor.

Korhan: Konserde hiç öyle bir şey olmuyor. Biz bu albümü olabilecek en yüksek teknik imkanlarla kaydettik aslında. Canlı, elektrik bir grup, canlı bir şekilde nasıl kaydediyorsa öyle kaydettik. Fakat dinliyoruz dinliyoruz, çalarken böyle değil falan... İçeride başka bir durum dönüyordur yani kaydedilemeyen bir şey var orada. Kesinlikle kaydedilemeyen bir şey var, mikrofonlarla alakalı bir durrum değil yani. Mikrofonların kaydedeceği bir şey değil o zaten. Bunu sanki daha çok zihin yapıyor, beyin fiziksel olarak yapıyor ve etrafındaki insanlara da bunu iletebilme gücü veriyor müziği yaparken insana. Bir çeşit telepati diyebiliriz. O yüzden de dinlerken biz içeride olan sesi bildiğimiz için bize öyle değil ama dinleyen insanlara öyle gelmiyor olabilir, o telepatiyi kuruyor olabilirler. Sonuçta biz de başkalarının albümlerini dinlerken bu adam böyle düşünüyor, böyle bir hiç var müzikte diye bütün o şeylere yaklaşıyorsun.

Burcu: Konserlerde müziğin üzerine çok daha fazla şey katarak mı çalıyorsunuz? Konserinize gittiğimizde daha başka bir şey mi dinleyeceğiz?

Korhan: E, tabii. Konserde ipin ucu kaçıyor. Biz de bilmiyoruz nereye gittiğimizi.

Burcu: O ana bağlı olarak da doğaçlama oluyor yani.

Korhan: Çok miktarda oluyor. Ama zaman zaman da tüm parçalara jilet gibi, böyle sabit kalıp orada çaldığımız şeyler de oldu.

Burcu: İlk klibi Geleneksel Mahşer Günü’ne çektiniz. Bana ilk dinleyişte en vurucusu o gibi gelmişti şarkıların. Öyle bir amaç mı vardı ilk klibin bu şarkıya çekilmesinde?

Korhan: Aslında o şarkı Kara Orkestra projesi başladığından beri ilk parçalarımızdan bir tanesi, hatta ilk üzerine uğraştığımız parçalardan bir tanesi. O yüzden yapalım kurtulalım dedik, artık sıkıldık ondan. Yoksa orada beklemesin, işte bir sonraki klip olsa öf falan... (gülüyoruz) Yok öyle değil tabii de. Biz de bu şarkıyı çok sevdiğimiz için bu şarkıya hadi bir klip yapalım dedik.

Barlas: O şarkı zaten doğası gereği “Ben buradayım, lütfen.” diyor, “Dikkat edin.”

Nağme: Besteler sizde daha öncesinde mevcut muydu?

Korhan: Mevcuttu. Aranjeleri de, tüm düzenlemeleri de mevcuttu.

Nağme: Ne kadar sürede çıkıyor şarkılar?

Korhan: Öyle katı bir şey yok. Bu sekiz parçayı albüme koyduk ama bizim daha 8-10 parça daha tamamen bitmiş ve çalınır vaziyette ikinci albüm parçalarımız aynı zamanda yapıldılar aslında. Sadece bunlar ilk albüm için seçtiğimiz biraz daha karanlık tarafıydı aslında elimizdeki şarkıların, biraz daha birbiriyle örtüşen, uyumlu, yakın taraflarıydı. Bu albüm için konuşursak son güne kadar bir şey oluyor. Kayıtta bile burayı böyle değil böyle çalalım deyip o gece öyle çaldığımız da oldu. O bitmiyor. Sonra sahnede değişiyor. Yarın bir gün bir konser videosu ya da öyle bir şey yaparsak orada bambaşka bir şeyle karşılaşılacak.

Nağme: Bu süreç sizin hayatınızın ya da grubun belli bir dönemini mi temsil ediyor?

Korhan: Bu albüm aslında Kara Orkestra’nın ilk “merhaba” deyişi. Çünkü sürekli üretim halindeyiz, çalışmalar sürekli devam ediyor. O yüzden yeni çıkan şeyler eskilerle çok da alakalı olmuyor çoğu zaman. Aynı insanlar çaldığı için benzer tarafları oluyor tabii. Hayat gibi işte, böyle yürüyeceğiz gideceğiz, yeni müzikler... Çok emek harcandı bu albüm için. Bir de canlı çalındı aslında insanlar pek de böyle kaydetmeyi tercih etmiyorlar.

Burcu: Nerede kaydedildi?

Korhan: Kedi stüdyomuzda kaydettik, Atölye’de. Bir sonraki adımı bekliyoruz. Onun için çalışıyoruz. Aslında sürekli adım atıyoruz ama yayınlayacağımız şey için bir bu kadar daha emek harcayacağız. Bir albüm daha yapacağız, sonra bir bu kadar daha emek harcayacağız, bir albüm daha yapacağız, sonra bir daha... Ama tabii grup bir arada olduğu zaman, daha çok vakit geçirince bir arada her şey daha kolaylaşıyor, gitgide daha kolay oluyor her şey. Dil daha ortak kelimeler barındırmaya başlıyor, daha keyifli oluyor.

Burcu: Bu kadar emek harcanarak bir albüm çıkarıldığında bu çok değerli bir şey haline geliyor. Daha fazla insan dinlese ne güzel olur diye düşünüyor musunuz?

Korhan: Biz de istiyoruz çok insan dinlesin.

Barlas: Gönder Facebook’undan arkadaşına, paylaş.

Nağme: Mail grubunda paylaştık zaten. Ben Peyote’ye sürekli gittiğimde afişlerinizi görüyorum. Arkadaşlara soruyorum, ya arkadaşlar içinizden biriniz dinledi mi şu grubu diye. Yok hayır, dinlemedik. Ha peki o zaman deyip yukarı çıkıyorum her seferinde. Hiç birlmediğim bir konsere dalmaya da cesaret edemiyorum. Burcu mutlaka dinleyin diye mail grubunda paylaştığında gerçekten benim dinleme zamanım geldi galiba deyip oturup dinledim. Ve bir haftadır aralıksız dinliyorum neredeyse.

Korhan: Teşekkür ederim, ne mutlu bize.

Burcu: Ben uzun süredir takip ediyorum aslında. Adınızı görünce dikkatimi çekiyor, sizin lise zamanlarınızdan beri.

Barlas: Hocam, kiminle çalıyordun o zamanlar?

Korhan: Naapjazz’la.

Burcu: Naapjazz’ın albümü olmuş muydu?

Korhan: Olmadı ama belki yaparız ona da. Elimizde stüdyomuz var. Bir de birbirini çok seven arkadaşlardık, hala görüşüyoruz, çok da seviyoruz birbirimizi. O yüzden birlikte müzik yapmak da aslında çok zevkli Naapjazz’la. Eski günlere garip bir dönüş oluyor, böyle çalamıyormuşsun gibi oluyor. Bir acayip oluyor. O yüzden aslında öyle bir şey yapılabilir.

Barlas: Hocam, kaydedelim Naapjazz’ı.

Korhan: Valla, edilebilir. Bir sürü parçası var.

Nağme: Sanıyorum, daha önceki gruplarınızda daha afacan, daha muzır bir hal varmış sanki, okuduklarım bu yönde. Ben öyle düşünmüyorum ama.

Korhan: Evet, bu albüme biraz daha öyle diyebiliriz.

Burcu: Kara Orkestra ile kaydedilen albüm daha ayakları yere basan bir albüm gibi görünüyor, olgun sıfatını hak ediyor.

Korhan: Olgunlaşıyoruz artık. Bir de çok şey bilerek giriyorsun artık stüdyoya. Bu albümü yaptık, ikincisi için daha çok şey biliyoruz. Bilmek bu arada tabii insanı kahreden bir şey. Her gün her şey değişiyor. Bu albümde yaptığımız şeyleri kim bilir beş sene sonra dinleyince ne diye dinleyeceğiz, bilmiyorum.

Burcu: Kara Orkestra’da bolca gitar sesi duyuyoruz ama zamanında Dandadadan ile yapılan bir röportajda gitar mı, o gürültü işi ya gibi bir şey dediğinizi okumuştum. Değişim orada görülebiliyor sanki.

Korhan: Ben öyle bir şey dememiştim de öyle yazmışlardı. Ben çok net hatırlıyorum da biz “çok gürültülü çalıyoruz zaten, bir de gitar olursa artık işin içinden çıkamayız.” demiştik.

Burcu: İkinci klibi neye çekeceksiniz?

Barlas: Sarma.

Burcu: Nerelerde konser veriyorsunuz şimdi?

Korhan: Bu ara kapandık stüdyoya, çalışıyoruz.

Burcu: Normalde albüm çıktığı vakit konserlerin artması beklenir oysa. Sizse stüdyoya kapanmışsınız.

Korhan: Öyle bir kapanma değil ya, biz zaten hep stüdyodayız. Eylül, ekimle birlikte başlayacak konserler. aslında bizim albüm çıkış tarihi üniversite festivallerinin olduğu döneme denk geldi, festivaller olurken bizim albüm çıktı. O yüzden de üniversiteler ve yaz festivalleri için çok zorlamadık.

Barlas: Orada bir iş dönüyor. Her şeyin bir zamanı var, o zamanı yakalıyor insanlar.

Korhan: O da bizimle alakalı değil. Onu yapan insanlar var: plak şirketimiz onunla ilgileniyor. Onlar bir şey söylüyor biz de “Tamam, siz biliyorsunuz bu işleri.” diyoruz, bırakıyoruz.

Burcu: Albümün art work’u de çok çarpıcı. Her şarkıya bir fotoğraf ve sonunda da Korhan Futacı’nın Yasemin Mori tarafından yapılan bir illüstrasyonu. Kimin fikriydi tüm bunlar, nasıl ortaya çıktı?

Korhan: Deniz Alnıtemiz yaptı bütün tasarımı. Birkaç gece, geceler oturduk başına. Uzun süre bir şeyler denedik, denedik... kutu fikri, delik-kara delik fikri boyut değiştirmeler üzerine astral seyahatlar falan... bunların sonucunda böyle bir tasarım çıktı ortaya.

Nağme: Korsan ve copyright olayına, fikri ve sınai haklar konusuna bakış açınız nedir?

Korhan: İnsanın haklarını koruyan birilerinin olması güzel bir şey diye düşünüyorum ama bir yere kadar. Acaba gerçekten koruyorlar mı?

Barlas: Ya da tam tersi olarak, hakkın nedir? Bu da ayrı bir tartışma konusu.

Nağme: Bağımsız sanatçıların, kendi stüdyolarında kayıtlarını yapıp kendi dağıtımlarını bile kendi yapan sanatçıların olay üzerinden çok daha fazla gelir elde ettikleri ve araya herhangi bir yapımcı, plak şirketi, fonogram yapımcısı katmadıklarından dolayı başlarının da çok fazla belaya girmediği söyleniyor genel itibariyle.

Korhan: Bizim de hareket şeklimiz o oldu. Kara Orkestra olarak bir dönem plak şirketleriyle görüşmelerimiz oldu fakat yapamayacağımızı anladık. Öyle bir şey yok. Onlar sana bütçe çıkartacak da sen albümü kaydedeceksin de...

Barlas: Artık yürümeyen bir sistem bu.

Korhan: Konserine ortak oluyor, bilmem neye ortak oluyor falan... Bunlar biraz plak şirketlerinin kendi açtıkları çukurlara düşmesidir aslında.

Nağme: Sanatçıyı koruyoruz adı altında kendilerini korumaya çalışıyorlar.

Korhan: Onlar korumuyorlar sanatçıyı.

Barlas: Onlar sanatçıyı sömürüyorlar.

Burcu: İnternet üzerinden paylaşımlar plak şirketlerinin zararına olan bir şey, müzisyenlerin zararına olan bir şey değil bence kesinlikle.

Korhan: Bizim albüm kaç satmıştır, 3000-5000 satmıştır şu ana kadar. Ama kaç kişinin elinde vardır, belki 50.000 mesela. Çünkü o kadar insan o albümü almıyor. Ama alan 3000 kişiden 100’ü zaten internete yüklediği zaman binlerce insana bir anda yayılıyor. Bunda kötü bir taraf yok bence. Sonuçta insanlar seni biliyorlar, öğreniyorlar, konserlerini dinlemek istiyorlar... Asıl iş konserlerde dönüyor. İş dönüp dolaşıp müzik-para ilişkisine geliyor. O da işin en can sıkıcı kısmı. Orada da yapmaya devam eden, ayakta kalan mutlaka kazanıyor.

Burcu: İşin sırrı albümlerden para kazanmayı amaçlamak değil de konserlerden kazanmak öyleyse, değil mi?

Korhan: Albüm sadece bir kartvizit. Bize sorsalar biz hiç albüm kaydetmek istemezdik. Ama şartlar onu gerektiriyor. En avangard geçinen festival bile sana diyor ki “Senin albümün var mı?”. “Yok, ama ben çok iyiyim. Kayıt yapmıyorum.” diyorsun. “Ee, nasıl?” deniyor. Böyle garip durumlar var. Tekdüzeliğe doğru gidiş var. Bu sebepler yüzünden herkesin myspace’i var, herkes kayıt yapıyor, herkes albüm kapağı tasarlıyor... Saçmasapan bir kısır döngü var aslında. Bir şekilde sağlam olanlar, iyi olanlar, bu kısır döngünün içinde bir yer ediniyorlar kendilerine.

Burcu: Bundan sonraki planlarınız neler?

Korhan: ikinci albümü kaydetmek, video kliplerimizi yapmak, konserlere devam etmek. Onun yanı sıra Atölye Records adı altında prodüksiyonlarımıza devam etmek. İlla Kara Orkestra değil, başka başka sanatçılarla da kollektif işler olacak. Böyle devam edecek diye umuyoruz.

Burcu: Eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Korhan: Dünyada barış olsun. İnsanlar birbirlerini sevsin. Herkes birbirine saygı göstersin. Sevgi dolu olsunlar. Müziğin kalbine, çalındığı yere ne kadar yaklaşırlarsa dünya o kadar güzel olur.

Share This
Subscribe Here

0 yorum:

 
Avaz Avaz Dergisi

izliyorlardı

Avaz Avaz Copyright © 2011 BeMagazine Blogger Template is Designed by Blogger Template
In Collaboration with fifa