2 Ağustos 2010 Pazartesi

“Tanrım Beni Baştan Yarat...”

“...ya da sen zahmet etme, ben başımın çaresine bakarım.”  




Mad Men’in Don Draper’ı elinde sigarasıyla, yerde duran bir telefon haricinde bomboş bir ofisin penceresi önünde gösteren dördüncü sezon afişleri ortaya çıktığında, spoiler konusunda ağzını neredeyse Lost ekibi kadar sıkı tutan Matthew Weiner, yeni sezonda karakterlerin gerçekte kim olduklarıyla yüzleşmek zorunda kalabileceklerini söyleyerek kafamızı karıştırmıştı. Bu kafa karışıklığının bir sebebi “Story matters here” sloganına pek düşkün AMC kanalının diğer önemli dizisi Breaking Bad gibi Mad Men’in de, her sezon üzerine yeni bir katman eklenen olay örgüsüyle karakterlerini kim olduklarını çoktan unuttukları bir döngüye sokarak, izleyicisini Zolavari bir laboratuar ortamına gözlemci olarak dahil etmesiydi. Bir başka sebebi de, Heisenberg kimliğinin sahip olduğu gücün getirdiği sarhoşluğa kendini kaptıran Walter White’ın aksine, Dick Whitman’ın Don Draper kimliğinin kurmaca olduğunun sürekli farkında olması ve Kore Savaşı’ndan önceki hayatının flashback’ler şeklinde olsun, üvey kardeşi şeklinde olsun kendisini hatırlatmasıydı.


Don Draper’ın bir katalizöre ihtiyacı olduğu yanlış değil, ama bu ihtiyacın sebebi geçmişiyle yüzleşmekten ziyade yavaş yavaş demodeleşmeye başlayan kimliğini yenilemek denebilir. Üçüncü sezonun sonunda Aralık 1963’te bıraktığımız Draper’ın esrarengiz ve ölçülü tavrı, Sterling Cooper’ın evli ve üç çocuklu ortağını karşı konulamaz kılmış olabilir; ancak Kasım 1964’te yeni, ve Pete Campbell’ın deyimiyle “zıpçıktı” bir şirketin dört ortağından biri olan, çocuklarını görebilmek için dahi çaba göstermek zorunda kalan, boşanmış bir Draper bu tavırla ne eski karısına rastlantı olamayacak kadar benzeyen genç kadınları, ne de basını tavlayabiliyor. Artık elinde geri dönecek bir kimliği kalmayan prototip Amerikalı Draper, tek çare olarak kurmaca kimliğinin üzerine bir kat daha çıkıp, röportajlarda yeni şirketinin hikayesini çocukça bir hevesle anlatmaya başlıyor. Mayolarda olduğu gibi insan ilişkilerinde de mahremiyetin ve sırların yerini açıklığa bırakmaya başladığının farkında olan Draper böylece, başarının anı yakalamaya dayandığı bir meslekte nasıl süperstar mertebesine eriştiğini bize bir kez daha kanıtlıyor.


Karakterlerinin psyche’lerini daha yakından inceleme niyetini belli eden Weiner’ın çocukluk temalı bir bölüm yazmış olması sezonun daha bu kadar başında beklemediğim, ancak Noel arka planı yerine başka bir bağlamda işlense bu kadar doğal ortaya çıkmayacak bir hamleydi. Herkes çocukça inatlar, kıskançlıklar ve heveslerle sonucunu düşünmedikleri davranışlarda bulunurken, bölümün en ölçülü ve hesaplı hareketinin 12 yaşında bir seri katil adayından, en makul nasihatının da iki sezon önce Sterling Cooper gibi bir şirketten fazla içtiği için kovulmayı başaran eski kafalı bir reklamcıdan gelmesi, Draper’ın bir yılda hala bekarlığa alışamamış olmasının, sıkıntılı ve mahcup tavırlarının ilk bölümden ikinciye kadar ikiye katlanmış olmasının yaratması gereken şoku biraz tamponlamış gibi. İtiraf etmeliyim ki Draper’ın Jon Hamm’in 30 Rock karakterine benzemeye başlaması beni ufak ufak güldürürken rahatsız da etmiyor değil, zira uzun bir evlilik hayatından bekarlığa geçişin pürüzsüz olması beklenmese de, Draper gibi üç sezon gerçeküstü muamelesi yaptığımız bir karakterin “comic relief” sağlama durumuna düşmesi yenir yutulur gibi değil.


Dönemin dekor, kıyafet ve hatta dilbilimsel detaylarına aşırı dikkat gösterilen bir dizide British Invasion’ın ve Beatles’ın göz ardı edilmemiş olmasının müzikseverleri mutlu edeceği belli olsa da, dönemin Beatles algısını düşününce daha ergenliğe girmemiş kızına Noel’de Beatles plağı hediye edecek kaç baba olduğu sorusu ise bambaşka bir beyin fırtınasına yol açıyor tabii.
Share This
Subscribe Here

0 yorum:

 
Avaz Avaz Dergisi

izliyorlardı

Avaz Avaz Copyright © 2011 BeMagazine Blogger Template is Designed by Blogger Template
In Collaboration with fifa