2 Temmuz 2012 Pazartesi

Oradaydık: Mono Festival

Mono üzerine muhabbet ettik

İstanbul birçok festivale ev sahipliği yaptı ancak Mono Festival deniz, kum ve müziği bir araya getiren tek günlük ilk festival oldu. Beş sahne, birbirinden eğlenceli aktiviteler ve plajı bir araya getiren festivalde son zamanların en beğenilen isimlerinin yanı sıra, alternatif müzik dünyasının önemli grupları da sahnedeydi. Birbirinden ünlü dj'lerin gün boyu Mono'yu daha da eğlenceli hale getiren setleri, Solar Beach atmosferine en güzel şekilde yansıdı.

Mono Festival bilinenden farklı olunca bu seferki Oradaydık yazısı da diğerlerinden farklı olsun istedik. Düşüncelerimizden oluşan söyleşinin sizlere cumartesi gecesinin en güzel anlarını hatırlatması dileğiyle paylaşıyoruz. Keyifli okumalar!

Buse: Ahmet, nasılsın?

Ahmet: Hala yorgunum ki bu yorgunluk daha bir iki gün geçmeyecek gibi gözüküyor.

Buse: Ee kolay değil! O sahne senin bu sahne benim koşturduk. Bir de sen sabahtan gitmiştin festivale.

Ahmet: Evet, sabahtan gittim ama denize girmek o kadar aklımızda değildi ki gittiğimizde yanımıza terlik bile almadığımızı fark ettik. Ama onun yerine Luckymono ile vakit geçirdik. Bir de sahile karşı konser vakitlerine kadar uyumanın keyfi başkaydı.

Buse: Luckymono demişken, Safa'nın bütün sene Babylon konserlerine bilet kazanması... Gözyaşları içinde bir kez daha tebrik ediyorum kendisini. Daha ne güzel ödüller vardı. Bilseydim ve sabahtan gelseydim keşke. Bir de o rengarenk boyalı olan insanlar çok eğlenceli görünüyordu, pembe, pembe...

Ahmet: Evet, Color Power gerçekten güzel gözüktü sahilden, tabii üzerinden boyaları çıkarmaya çalışan insanları izlemek de eğlenceliydi. Bir de SCAD vardı, yüksek bir yerden seni aşağı atıyorlardı gerekli güvenlik önlemlerini alarak. Ancak o kadar korkutucu gözüküyordu ki denemeye cesaret edemedim.

Buse: Ana sahnenin hemen oradaydı sanırım. Nedense etkinliklere dikkat etmediğimi farkettim. Geç gelince benim için önemli olan ister istemez konserler oldu. Daha çok katılabilmeyi isterdim.

Ahmet: Saat 5'i vurup ana sahnede isimler çıkmaya başlayınca bizim de gözlerimiz etkinlik görmez oldu.

Buse: Onun farkındayım; dj performanslarının yanından şöyle bir geçebildik. Arada bir kaç dj'e denk gelebildim o da festivali gezerken kısmet oldu. Şimdi hatırladım hakkını yemeyeyim. Dubstep- Electronica sahnesinde Re- Spectralize'ı dinledik biraz. Beach Bums'da da Yesh! Me Lady ve Club Bangkok performanslarını izledik. Hepsi de birbirinden güzeldi.

Ahmet: Erken saatte Beach Bums'taki Radyo Babylon, Shangri-La Soundsystem, Ras Memo & Selekta Firuzaga, Dancing Birds Feel the Beat gibi performansları sahile karşı uzanırken dinledim ben de.

Buse: Atmosfer nasıldı peki sabah ve öğlen saatlerinde?

Ahmet: Çok dans eden yoktu bu performanslarda. Daha çok denize girmek, yemek yemek, aktivitelere katılmak gibi şeylerin fon müziği oldular. Atmosfer olarak da sabah ve öğle saatlerinde kumsal ve deniz, festivale ağır basıyordu.

Buse: Mono Festival'in de en güzel farkı buydu, kaçırdığıma yeniden üzülüyorum. Ancak şöyle ki sabahtan bir de deniz sefası ve plaj dansı yapsaydım, özellikle ana sahnedeki konserlerde o kadar enerjik olmam imkansızdı. Gece 3'e kadar ayakta durmak büyük başarıydı. Bunda sahnedeki grupların güzelliği de büyük rol oynuyor tabii ki. Gogol Bordello'yu neredeyse hiç dinlememiş olmama rağmen en çok eğlendiğim sahne performanslarından biri kendileri ait.

Ahmet: Daha çok insan tarafından bilinen Pala Tute ve Start Wearing Purple'ın peş peşe çalınmasıyla Gogol Bordello'nun performansı unutulmayanların arasına girdi. Asıl Mono Festival'e gitme amacım Metric performansı belki kusursuz değildi fakat benim için özel bir yeri vardı. Metric'e atlamadan istersen Gogol Bordello'dan önce çıkan isimler hakkında da bir şeyler söyleyelim.

Buse: Aynen bak, ben de onu diyecektim. Arada ben bir de sizi bırakıp Com Truise'a kaçtım. Canlı formatta Cathode Girls dinlemek inanılmazdı, söylemeden geçemeyeceğim.

Ahmet: The Ringo Jets'in performansı güzel ve eğlenceliydi fakat saat 5'te güneş hala içimizi fazla ısıtmaya devam ettiği için gölgede, küçük bir çim alanda takip etmeyi daha uygun bulduk. Rashit ise yemek yeme molası kurbanı oldu

Buse: Rashit'e sizi ararken denk geldim. İyi ki de ana sahneye yönelmişim. Özlem giderdim kendileriyle adeta. Sonrasında zaten sizi bulmamla Paradiso sahnesinin yanında var olmam bir oldu. Paradiso'da da tüm gün harika şarkılar çalmadı mı? Gece bile ayrı keyifliydi orası. Ama ben açıkçası Dinamo Hexagon'a pek vakıf olamadım. Olduğumuz yerden bir hayli uzaktı ve hemen ortasında olduğumuz Paradiso ve Beach Bums oldukça eğlendiriyordu. Öyleyse haydi ana sahneye dönelim.

Ahmet: Ana sahnede Gogol Bordello'dan sonra güzeller güzeli Oh Land vardı. Dün gördüm ki Oh Land'i Türkiye'de seven bir çok isim varmış. Ama Nanna'nın acilen daha iyi dans nasıl ediliri öğrenmesi lazım görsel performansını artırabilmesi için.


Buse: Nanna'dır ne yapsa yeridir demeyeceğim ama yine de çok samimiydi sahnede. İşin çok profesyonel olması onun bu sevimli samimiyetini öldürebilir diye düşünüyorum. Ayrıca Wodoo Hodoo şarkısında sahneye kelebek uçurana kadar kostümüne bir anlam verememiştim, sonrasında daha bir kelebeğe benzetebildim. Bir de şarkıyı bir ara kendisine söyletmedik eşlik edeceğiz diye. Adeta duygulandı ya, o zaman daha çok sevdim kendisini.

Ahmet: Belki dediğin gibi o samimiyeti çok bozmak hoş olmayabilir çünkü adeta akşam anne ve babasına gösteri yapan küçük kız gibi hissettiriyordu bize.

Buse: Ama çılgınlar gibi alkışları kaptı bizlerden. Yine gelsin! Hemen hemen bütün şarkılarını da söyledi. Özetle, Oh Land'ın yeri artık daha ayrı diyorum ve seni heyecanla beklediğin Metric ile baş başa bırakıyorum.

Ahmet: Metric geliyor dedikleri zaman başlamıştı heyecanım, konserden bir saat öncesine geldiğimiz zaman adeta 13 yaşında bir çocuktum heyecanımdan. Gogol Bordello ve Oh Land konserleri sırasında her boşlukla beraber önce geçtiğimiz için Metric sırasında en önde dinliyor oluşum zaten büyük şanstı. Sonrasında son albüm ağırlıklı bir performans izledik. Artificial Nocturne ile başlayan büyülü yolculuk son albümün ilk üç şarkısı peşpeşe çalınarak şahsım adıma konuşuyorum beni çok başka yerlere götürmüştü. Emily Haines'in bize dönüp bir şeyler dememesi bile bana güzel geliyordu o gece. Eski albümlerinden Gold Guns Girls, Stadium Love, Dead Disco gibi parçalar da çaldılar ama yeni albümün sıcaklığı üstündeyken yeni albümlerden çalınan parçalarda daha bir sahneyleydim. Bazıları için kötü bir şey olsa da yeni albüm ağırlıklı bu konser, yeni albüm çıkarmış olan bir gruptan da nasıl bir şarkı listesi bekledikleri merak ettiğim bir konu. Açık alan olunca ses, çok konuşmak istediğim bir konu değil ama konser sonuna doğru başlayan bas seslerin rahatsız ediciliği Metric'in sonları ve Metric'ten sonra çıkan gruplar için sorun oldu.


Buse: Ses konusunda hem fikiriz sanırım, o yüzden sevgili Emily'nin karizmatik sahne duruşuna dönmek istiyorum. Şarkılarını her ne kadar takdirle dinlemesem de sahne performansları muhteşemdi. Grup elemanlarının selam vermeye bile üşenir tavırları Emily'nin sesi ve karizması karşısında kabul edilebilir cinstendi. Sadece bir şarkılarını bilmeme rağmen konserin nasıl geçtiğini anlamadım. Ancak Metric'in sahneden ayrılması ve The Horrors'ı sahnede görmem benim için daha önemli dakikalar içeriyordu. Olağan bütün enerjimle kendilerine eşlik etmeye çalıştım. Oh Land ve Metric'e nazaran daha cılız alkışlarla sahnede olmalarına rağmen her şarkı sonunda teşekkür etmekten vazgeçmediler. Eş zamanlı Dubstep- Electronica sahnesinde performans gösteren Jack Sparrow'u her ne kadar dinlemeyi istesem de Still Life'a kadar beklemeyi kendime bir borç bildim. Ama kabul edelim; koskoca bir alanımız vardı ve her şarkısında çılgın atmaktan kendimizi alamadık.


Ahmet: Dediğin gibi Metric'ten sonra ana sahne kalabalığı bayağı azalmıştı. Sahnede The Horrors'un biz İngiliz'iz diye bağıran görünüşleri görüntü de kalmamıştı bu İngilizliği şarkılarına da yansıtmıştı gerçekten, The Horrors. Sonrasında alternatif sahnesinin önemli isimlerinden Battles'ı canlı canlı izledik ama sanırsam saatlerin üçü göstermesi izleyenler sayısının çok çok düşmesine neden oldu. Yine de klavyelerin ve davulun alışıla gelmiş duruş şekillerinden farklı olması bile Battles'ın neden alternatif sahnenin öne çıkan isimlerinden olduğunu açıklıyordu.

Buse: Battles tam beklediğim gibiydi. Görsellikte olabilecek bütün ayrıntıları düşünmüşlerdi. Dave Konopka işinin ustası olduğunu bir de Mono'ya gelenlere kanıtlamıştı adeta.  Biraz daha erken bir saatte olsaydı tadından yenmezdi ama saatin o kadar geç olması Battles ile yolların ayrı düşmesine sebebiyet verdi. Bunda biraz da shuttle'ında rolü var. The Horrors'dan Jack Sparrow'a gidip iyice yorulunca shuttle'ın yolunu tuttuk, hatırlarsan inanılmaz bir sıra vardı. Sonra ''Battles kaçmaz, hem bu sıra biraz elimine olur biz izleyene kadar.'' dedik ancak işler hiç beklediğimiz gibi olmadı. Shuttle sırası azalmanın aksine diğer plaja kadar uzanıyordu. Cabası, hava rüzgarlı ve oldukça soğuktu. Zaten yorgun olan bünyeler o kuyruğu kaldırabilecek vaziyette değildi. Yani Mono'dan kalan bütün güzel hatıralar az kalsın shuttle yüzünden yok oluyordu. Sen ne düşünüyorsun?

Ahmet: Dönüş çilesi gerçekten bütün güzellikleri yok ediyordu az kalsın dediğin gibi. Pozitif'in acilen ''Festival bitti, insanlar nasıl dönecekse dönsün.'' düşüncesinden çıkması gerekiyor. Sonuçta bir işin sonunu güzel getiremezseniz, o iş yaptığınız bütün güzelliklerin üstüne çıkabilir .

Buse: İster istemez katılıyorum. Neyse ki festival, işleyişinden sahnelerine, organizasyondan düşüncesine kadar ihtiyacımız olan bir oluşumdu. Umuyoruz her sene gerçekleşir ve üzerine daha çok konuşabiliriz.

Ahmet: Ben de umuyorum ki her geçen sene daha iyiye gider ve güzel bir kumsal festivaline sahip oluruz.



*Fotoğraflar için Özge Akpınar'a teşekkür ederiz.

Share This
Subscribe Here

0 yorum:

 
Avaz Avaz Dergisi

izliyorlardı

Avaz Avaz Copyright © 2011 BeMagazine Blogger Template is Designed by Blogger Template
In Collaboration with fifa