Sıra karşılıklı konuşmakta.
Hatırlarsınız, blogumuzda yayınlanan "Mahallenin Enteresan Delikanlısı" Nereye Kadar? başlıklı inceleme yazısına Hayko Cepkin kendi sitesinden cevap vermişti. Sonrasında kendisi ve müziği ile ilgili kafamıza takılan her şeyi birebir Hayko Cepkin'e sorduk ve ortaya çok ilginç bir röportaj çıktı. Lafı çok uzatmadan sizi röportajı okumaya davet ediyorum. Buyrunuz;
Cansu Bilgici: İlk albümden itibaren kısa bir değerlendirme yaparsak underground müziği popülere yaklaştıran bir tavır çıkıyor karşımıza. Böyle bir amacınız var mıydı en başından beri?
Hayko Cepkin: Sert müziği popüler kılmaya çalışıyoruz çünkü altta kalmış müziği popülere taşınmanın zamanı geldi. İlk albümdeki o naif halin sebebi, evde kaydedilen demoların yeterli kayıt teknlojisine ulaşmış iyi bir sound olduğunu düşünen Hakan Kurşun’un albüm şirketinin bir meblağ harcamaması için albümü o şekilde basma kararı almış olmasıydı. Yoksa ilk albümden itibaren neyse o şekilde olacaktı.
Burcu Şaşmaz: Üçüncü albüme geldiğinizde şimdiye kadar attığınız adımlardan memnun musunuz?
Hayko Cepkin: En başından beri hayal ettiğim her şeyi hayata geçirdim. "Bu müziği yapsan tutmaz, sahnede bunları yapma, yapamazsın, kan işlerini uygulama, hoş olmaz." gibi bugüne kadar böyle şeyler söyleyerek olmayacağını düşünen ve aslında piyasada korkak olarak takılan pek çok adama çok büyük cevap oldu bu. Dedim; ben bu müziği su üstüne çıkarırım, bu undergorund dediğimiz halttan daha yukarıya çıkarırım, anlatmak istediğimi ulusal bir şekilde herkese anlatırım. Bir şeyleri anlatmak gibi bir derdi olan var ise maalesef suyun üstüne çıkması gerekiyor. Ben de çıkanlardan biri olurum. Siz buyurun, altta boğulun.
Burcu: Sahne de bunun için bir araç. Siz de zaten sahneyi çok fazla kullanıyorsunuz.
Hayko Cepkin: Her şeyi kullanıyorum. Sahne benim için aynı zamanda tiyatral bir alan. Işığıyla, volume'üyle, sahnesiyle, duruma göre zaman zaman kullandığım dekorlarla ve objelerle elimden geldiğince sahneyi seyredilir bir hale sokmaya çalışıyorum çünkü aslında ben orada kendime göre bir tiyatro oyunu oynuyorum. Tiyatroda da sahneyi seyredersin.
Cansu: Sahnede karanlık, sert tavrınız sizi korkutucu yapmıyor. Bunu nasıl dengeliyorsunuz?
Hayko Cepkin: İlk sahneye çıktığımdaki eleştirenlerden korktuklarını iddia edenler oldu. Netice itibariyle sahnede kan patlatan bir proje ve bu popüler piyasaya oynuyor. Popüler piyasada var olup oradaki pazar payından bir parça almaya çalışan ama aynı zamanda bir o kadar da itici gözüken bir proje. Onun için o tarz eleştirilerle çok karşılaştım ama ben bunları alt edebileceğimi düşündüğüm için çok fazla problem teşkil etmedi. Neticesinde, yapılan işlere inananların çoğunluğu buna inanmayanların çenesini kapattı çünkü ben ne yaptığımı biliyorum kendime göre.
Cansu: Türkiye şartlarının çok ilerisinde bir müzik ve sahne şovunuz var. Ortaya böyle bir sahne koymak için nelerden yararlanıyorsunuz?
Hayko Cepkin: Çocukluğumdan beri hayalini kurduğum her şeyi hayata geçirmek adına yapıyorum. Kiraladığım bir mekanda belirli bir ışık tertibatı vardır ama biz buna destek olarak kendimiz için, kendimize ait bir şeyler üretelim istiyorum. Bunları hayata geçirmemdeki en önemli etkenlerden bir tanesi de Türkiye'nin genelinde gittiğimiz yerlerdeki olanaklar ve olanaksızlıklar. Her gittiğin yerde bir ışık ya da sound sistemi olmuyor. Sahne bile olmuyor, bir bakıyorsun ki yerden 30 cm yükseklik var sadece. Bunlarla karşılaştığın zaman buna göre bir matematik oluşturmaya başlıyorsun. Diyorsun ki keşke kendi ışığımız olsaydı, keşke kendi objelerimiz olsaydı, dekorumuz olsaydı. Dekoru her yere aynı şekilde kurabilmek gibi bir şansın yok. O zaman hareket edebilen objelere yöneldik. Zaman içersinde bütün olanak ve olanaksızları gördükten sonra aslında sahneyi şekillendirebildim çünkü gittiğim yerde o ışık sistemi yoksa en azından kendi yanımda götürdüğüm ışık sistemiyle orada da aynı İstanbul'da yaptığım görseli ortalama bir şekilde sunabiliyorum. En küçük yerden en büyük yere kadar neyi nasıl maksimum yapabilirim, naısl sığışabiliriz sahneye ve nasıl güzel gözükebilir kafamızdaki sorun. Dünya genelindeki kişileri örnek alsak Türkiye'de konser vermeyiz.
Burcu: Artık isminiz bir şekilde popüler kültürde var. İmaj olarak çıktınız, isim olarak çıktınız ama yaptığınız müziği underground’dan çıkarabildiğiniz mi?
Hayko Cepkin: Müziğin orada olduğunu sanmıyorum çünkü genel seyirci kitlesine hala hitap etmiyor. Melodik olarak içindeki tınıları beğenen olabilir ama ondan sonra bangır bungur bir şey girdiği için adam bir parçayı tam olarak dinleyemiyor. Mesela bi radyoya gitmiştim, radyoda dediler ki "Çok güzel bir albüm olmuş, yayınlıyoruz." Bu radyo daha önce albümümü yayınlayan bir radyo değil bu arada. "Peki nasıl oldu, biraz daha mı melodik bir albüm yaptınız, ne oldu da bu kadar sevildiniz?" diye sordular, "İlk albümü dinlediniz mi?" diye sordum ben de, "Evet ama o dönem çok sert geldi." dediler. "Bu albüme nasıl diyebiliyorsun ki naif olmuş diye? Demek ki çok iyi alıştırmışım ben sizi. Siz bundan 4 sene evvel bir kez bile şarkımı yayınlamadığınız radyoya beni konuk olarak çağırıyorsunuz. Güzel olmuş diyorsunuz ama bu seferkinin içerisinde daha fazla brutal, daha fazla gitar rifi, daha fazla twin pedalın olduğu bir albümün çok naif ve güzel olduğunu iddia ediyorsunuz. Demek ki sizin zevklerinizde değişim yaratmışım." dedim. "Kötü niyetle söylemedim." dedi, "Beni ilgilendirmez sonuçta." dedim. Her programa mutlaka gidilmesi gerekiyor. Önemli olduğunu, nokta atışı olduğunu düşündüğüm aslında biraz da geçmişin intikamı olarak gördüğüm bütün programlara tek tek gidiyorum. O konuda birazcık kaprisimi çekmek zorunda kalıyorlar çünkü hesap sormaya gidiyorum; 5 sene evvel yayınlamadığı bir albümü şimdi naif olarak değerlendiren bir zihniyete benim müziğimde bir değişim olmadığını, onların zevklerinde bir değişim yarattığımı göstermek için. Ne mutlu bana diye gidiyorum yani.
Cansu: TRT'de bir Ermeni olarak Alevi ilahisi okumanız onlar açısından bir açılım mıydı?
Hayko Cepkin: Tabii ki, onların bakış açısı içerisinde. TRT ilahilerin yenilenmiş versiyonlarını genç nesile seslendirterek farklı bir Ramazan ayı projesi yapmak istedi. Bugüne kadar kullanılmış görsellerin dışında bunları yepyeni kliplerle beraber daha farklı bir görsel içerisine sokmak istediler. Projenin içerisinde klibi çekecek olan kişi Onur Ünlü ve "Projeye Hayko Cepkin de dahil olabilir mi?" diye sorduklarında bana, ben "Hangi ilahiler olacak?" diye düşündüm. Neticede sözel olarak benim de söylediğim sözün arkasında durabileceğim bir şey söylemem lazım. Onun içinde zaten Alevi Nefesi olan Demedim mi'yi seçtim. Anlatım olarak orada bir deyiş var, benim hayatta kendi halimde uygulamaya çalıştığım o ikilemi anlatıyor. Zor olan yaşam şartını uygulamazsan senin için zor olur ifadesini anlatıyor. Pir Sultan’ın sözlerini okuyunca bunun uygun olabileceğini düşündüm. Bence dönem itibariyle yapılmış en yapıcı ve onarıcı projelerden bir tanesi şu andaki memleket durumuna bakıldığında. Her programa çıkıp "Aa, çok beğenildi bu" deyip bunu kendime malzeme etmiş olsam, her gazetede bununla ilgili demeç veriyor olsam o zaman işte sistemin içine girip onda arıza yaratmaya çalışan adam, sistemin içerisine girip onun taşlarından, çıkıklarından biri olmuş olurdum. O konunun o kısmına girmedim, ben sadece bir Alevi ilahisini bir Ermeni’nin de söyleyebileceğini, bunun evrensel bir dil olduğunu anlatmak için yaptım. Bunu sözel olarak yapmadım sadece, müzik olarak yaptım.
Cansu: Görsel olarak insanların dikkatini çekmekten neden bu kadar hoşlanıyorsunuz?
Hayko Cepkin: İnsanların algılarındaki sorundan kaynaklanıyor bu, ben yapmıyorum.
Burcu: Bunu zaten belli bir konsepte oturuyorsunuz, öyle sunuyorsunuz insanlara...
Hayko Cepkin: Benim geçmişimi bilen bir adam için benim yaşamımdaki normaller bunlar. Bilmeyen insanların bakış açısıyla baktığın zaman genel olarak popüler piyasanın insanların zihnine kazıdığı yaptırım bir albüm çıktığı zaman bunun yeni bir imajla beraber sunulması gerektiği. Bunu zaten basındaki insanların sorularından bile görebiliyorum. Kafalara o kadar yerleşmiş ki, mekanikleşmişler. Benim bunun hayatımın neresinde olup olmadığını bilmeden sadece imaj olarak değerlendiriyorlar. Doğal olarak ben buna gülüyorum, kendi klişelerinizde hayatınıza devam edin diyorum. Bu benim hayatımda çocukluğumdan beri tavır olarak takındığım bir durum. Doğal olarak çocukluğumdan beri mahallede de ilgi çekmiş bir adamım. Bununla yaşamayı seviyorum. Önce sevilmeyip sonra sevilmeyi daha çok seviyorum çünkü o zaman pek çok şeyi kırarak ilerlemiş oluyorum. Kendimi birebir bir anda sevdirmek gibi bir niyetim yok. İlk albümden beri albümü çıkarttığım zaman konserlerimde bir kez bile bir cover, çok sevilen bir parçayı, çalmak istemedim. İlk albümle beraber o dönem hazır olan ikinci albümün şarkılarını da konser programı içerisine soktum. Yaklaşık 1-1,5 saat boyunca, belki sadece bir klibimi seyredip de o konsere gelmiş adama 14-16 tane hiç bilmediği şarkıyı dinlettim ve onu orada tutmayı başardım. İnsanları eğlendirerek değil, hala merak ettirerek orada tutmaya çalıştım. Bilmediğin 15 şarkıyı arka arkaya dinlemek şu anki tüketim toplumunda çok kolay bir iş değil, bir yerden sonra sıkılırsın. Ama "Araya da bir tane güzel U2 şarkısı çakayım da bir ilgi alaka toparlasın." diye bir mantığım hiç olmadı. Seven sever sevmeyen sevmez, kendi yoluma bu şekilde devam ediyorum zihniyetiyle gittim. Zaten o zihniyet zaman içerisinde çok sevildi. Benim de en çok gurur duyduğum nokta bu. Kimsenin oyununa düşmedim, ben kendi oyunlarımı oynayarak gidiyorum.
Burcu: O zaman sistemin içinde, sistemin oyuncaklarıyla oynayarak var olmuş oluyorsunuz.
Hayko Cepkin: Ne yaparsan yap sistemin içindesin ama sistemin ne kadar uşağısın ya da ne kadar bunu tırmalamaya çalışıyorsun, o önemli. İçindeyiz ne yaparsan yap, şu anda burdayız. Burası bir şirket.
Burcu: Peki bu durum hem müzik açısından hem de şov dünyası açısından nereye gidiyor?
Hayko Cepkin: Herkes bir şeyler yapmaya başladı. Herkes ufak ufak haltlar yemeye başladı ama bu benim çocukluk hayallerimdendi. Başından beri kafamda hep şunları da yapabiliriz, bunları da yapabiliriz, şunlar da olabilir, olursa çok acayip olur diye düşündüğüm şeyler olduğu için onlar zaten hep uygulamaya çalıştığım ve uyguladığım zaman gururla uyguladığım şeyler. Geçmişte yapmayıp da şimdi uygulamaya çalışan adam, zaten bu konuya dair bir hayali yoksa, sağdan soldan destek alarak bunu hayata geçirmeye çalışıp sahnede bir haltlar yemeye çalışıyorsa, kendi üzerine yakışmayacak. O yüzden benim yaptığım kendi içinde çok doğal gözüküyor. Ona bakarsan sahnede kan figurleri kullandık, normalde Türkiye'de "Aa, görmek istemiyoruz!" diyen bir piyasada bunu popüler kıldık. Bence çok fazla g.t isteyen bir şey.
Burcu: Bu konseptle yurt dışına gitmeyi düşünüyor musunuz?
Hayko Cepkin: Yurt dışı hikayesi genel olarak herkesin fantazisi ama yalan dolan hikayeler onlar, kimsenin bir yere açıldığı yok. Onun olabilmesi için gerçekten yurtdışından bir firmanın, bir organizatörün, bir adamın sizi koruyup kollayıp gerçekten kendi yanına çekmesi, ona göre bir PR sistemine sokması gerekiyor. Şimdi burada şirket sana 5 kuruş para vermezken, kayıt imkanı sağlamazken, klibini çekmezken bu, fantaziden başka bir şey olamaz. Zor mesele. Dünya grubu olarak seyrettiğimiz adamların PR sistemine ulaşmamız, buradaki mantaliteyle imkansız. Benim bu durumdaki en büyük hayalim yurtdışında yapılan festivallerde organizatörler tarafından ilgi çekebilmek, oradaki büyük festivallerde saati, zamanı, rakamı, ışığı hiç önemli olmadan insanlara seslenebilmek, oradaki organizatörler tarafından beğenilir kılınabilmek ve zaman zaman orada gidip çalabilmek. Bu sonra nerelere varır, bilinmez ama orası çok zor bir piyasa.
Burcu: Son zamanlarda müzik paylaşım sitelerinin artmasıyla ve çeşitli stratejilerin geliştirilmesiyle çok büyük bağımsız bir piyasa da oluştu. Bu kullanılamaz mı?
Hayko Cepkin: Gene öyle oluyor ama oradaki bir kişinin sizi festivale davet etmesi gerek. Ortak paydalı bir yerde çalmanız gerekiyor. Finlandiya'da biri sizi fark ediyor diye orada "Hayko Cepkin geliyor, konser yapıyor." dediğinde oradakiler bilmez. Orası için 1 yıl önceden radyolara çalışma yapılıyor, televizyona çalışma yapılıyor, programlara çalışma yapılıyor.
Burcu: Belki biliyorlardır sizi çoktan?
Hayko Cepkin: Bilen var, bilen yok değil. Yurt dışından bir sürü mail de alıyoruz. Hiç bilmediğim bir adam "İsveç'te seni dinliyoruz." diyor. Türk değil, Türklerden zaten yurt dışından mail geliyor. Bizim amacımız yurtdışında gerçekten yabancı bir adamın ne kadar ilgisini çekebildiğimiz. İlgi, alakayı gelen maille de kıyaslayamazsın. Biri tonlarca kasabanın bir tanesinde seni sevmiş diye "Allahım, Finlandiya'da çok seviliyorum." diye bir kaide yok. Gaza gelip Finlandiya'ya gitmenin de bir anlamı yok. Gidersen de orada 3 kişiye çalarsın. Öyle bir şey olacağına, çoklu festival ortamlarında bir şekilde Türkiye'den gelmiş bir grup olarak çalıp Türkiye'de artık bir şeyler değişiyor diye göstermek daha iyi çünkü burada yapılan müziğe bakış açıları çok net değil. Genel olarak Anadolu Rock kökenli sanılıyor, yani teneke bir gitar tonu ve vokaller ile genelde naif olduğu bilgisine sahipler. Araştırdıkları zaman görülüyorlar. Mesela Orta Asya müzği temalı bir compilation içerisine aldılar beni, Amerika'daki Grammy ödüllü bir birader Türkiye'ye gelip benimle tanışmak istedi. Türkiye'den de temsilen bizi dahil ettiler. Ufak ufak bir şeyler oluyor ama zor yine de.
Cansu: Peki sizce Türkiye'deki müzik piyasası nereye gidiyor?
Hayko Cepkin: Şu anda baktığın zaman pop rock ağırlıklı, yani rock dediğin şey pop rock'a kaymaya başladı. Bu tabii, üzücü. Onun içinde ben şu anda tek sert grubuz diyorum. Bizim dışımızda çalındığı zaman kafa sallatacak bir grup yok. Bir Çilekeş vardı, onlar da albümü kaydediyorlar, yapabilecekler mi yapamayacaklar mı ortada değil. Bildiğim kadarıyla kayıtlar bitiyor çıkaracaklar yani. Kaç tane örnek verebilirim ki size? Pentagram var, onların da durumu şu an biraz zor. Kurban var mesela, onlar da geldiler mi gittiler mi, karışık. Dorian vardı. Kayıttayız, yapıyoruz şarkıları dediler ama yok ortada. Müziğinden ödün vermeyip idealist takılan adamlara baktığında orada bir takım mağlubiyetler yaşandı ama pop rock'çılar devam ediyor ve iyiden iyiye parsa güzel olduğu için oraya doğru yöneliniyor. Oh, eller havaya!
Burcu: Pop rock türünden bir grubun tutması bu dönemin müziğinin o olduğunun göstergesi belki de.
Hayko Cepkin: Çok dandik bir pop projesi çıkacağına, pop rock olmasını çok daha fazla tercih ederim ama araya serpiştirilmiş, deli gibi sert birkaç grubun da ortaya çıkmasına ihtiyaç var. Mesela bir Türk rock festivali yapıldığı zaman çok fazla pogo yapacak, kafa sallayacak, kuduracak bir proje yok şu anda.
Burcu: Bu sene Sonisphere Türkiye’de düzenleniyor. Dilediğiniz proje Sonisphere de mi değil?
Hayko Cepkin: Solistlere baktığın zaman yerli olarak en sert biz katılabiliyoruz ona.
Burcu: Siz tek olmamak uğruna müziğinizden hiç ödün vermiyorsunuz diyebiliriz o zaman?
Hayko Cepkin: Biz her sene daha da sertleştik. Zaten bizden beklenen de buydu. Madem ki bu kadar sertsiniz, onu albümlere de yansıtın, deniyordu. Bir şekilde belirli imkanlar doğrultusunda biz de elmizinden geldiğince sert yapmaya çalışıyoruz. Çünkü yurt dışında dünya grubunun kaydettiği bir stüdyo ortamındaki gibi stüdyo kaydı burada yapamıyoruz. Ampüllü sıcak bantlardan geçen bir kayıt yapmıyorsun. Benim evimde yaptığım gibi bir ev stüdyosu içinde kotarmaya çalışıyorsun. Onun içerisinde en sertini yapmaya çalışıyorsun. Kafa yapın ne kadar çalışıyorsa işte.
Cansu: Müziğinizi kimlerin dinlemesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
Hayko Cepkin: Parçaların bazılarının sert olmasından, sahnenin sert olmasından kelli oradaki skala genç nesil oluyor. Hedef esasında daha fazla üniversite kesimine ve yaşının daha büyük olması gerektiğini düşündüğüm bir kitleye ulaşmak ama neticede 13-14 yaşındaki çocuk da dinliyor; hatta daha küçükleri bile dinliyor. Herkes 13-14 yaşında çocuk oldu ve herkes yerli grup yokken Manowar, Testament, Metallica dinliyordu. Metallica “bizi 13-14 yaşındaki çocuklar dinlemesin!” mi diyordu? Hem netice itibariyle o 13-14 yaşındaki çocuk dinlemeye başladıktan sonra 30 yaşına da geliyor. Ulaşmaya çalıştığım şey Türkiye’de kült olabilmek. Onun için de hiç hit’im olmadı daha. Dillere pelesenk hiç şarkım yok. Ama bütün şarkılarım billiniyor. Ama ah şu şarkı radyoda çalındığı zaman coşuyoruz diye hiçbir şeyim yok. Çünkü çalmıyorlar. (gülüyoruz)
Burcu: Son albümün konseptini nasıl oluşturdunuz? Nasıl geldiniz bu noktaya?
Hayko Cepkin: Dört sene boyunca tonlarca konser verdim, bir sürü turne yaptım. Hiç beste yapacak vaktim olmadı. Oturdum klavyenin başına, çalmaya başladım. Bunlar çıktı. Bir sonraki albüme ne çıkacak onu da bilemiyorum. Özel bir sebepten dolayı bulmuyorsun zaten konuyu. Zaten ters çalışıyorum, önce müziği yapıyorum. Bir sürü müzik oluyor elimde ondan sonra o müziğin üzerine söz yazmaya başlıyorum. Yol Gözümü Dağlıyor’un vokal melodisini çıkarıp onu obua vs. ile çaldığında ortaya bir cenaze marşı çıktı. O şekilde çıkınca, doğal olarak, ben de o sözleri parçaya koydum. İlk o parçaya yazdım sözü. Ondan sonra devamlılığı onun üzerine gitti. Arada başka sözlü şarkılar da vardı. Sonra konuya baktığında sadece 9 tanesi arka arkaya baktığında bir hikaye oluşturdu. Diğer üç tanesi bu konuyla alakalı değildi. Onları çöpe attım. Güle güle. Saklamıyorum da diğerlerini çünkü bir sonraki albüme konu olarak ne gelecek bilmiyorum ki. Geleceği varsa gelir, beklerim.
Cansu: Kendi yaptığınız müziğe sonradan söz yazabilmeniz için ona yabancılaşmanız gerekmiyor mu?
Hayko Cepkin: Bana hissettirdiği şeyin doğru bir şekilde sözlerini yazmam gerekiyor. Çok berbat bir iş aslında. Bir müzik yazıyorsun ve sana diyor ki bu müzik ölümü anlatıyor. Artık kalıpları, durları kalkları, her tarafı belli olan müziğe ölüm konulu bir şey yazacaksın ve bunun bir hikayesi olacak; saçma sapan bir giriş-gelişme-sonucu olmayacak. Zaman geliyor, yazamıyorsun. Bu albümü kaydederken de en büyük kaygım oydu. 10 ay içerisinde bir albüm kaydetmem lazım ve konusu, girişi, gelişi, sonucu, hikayesi, her şeyi belli olacak; düzenlemesi, kaydı, boku püsürü her şeyi bitecek, mastering’i gelecek, klibini düşüneceğim... Hayatta yapamam, diye düşündüm çünkü hayatımda hiç kısa sürede bir albüm kaydetmedim. Bence 10 ay kısa bir süre hiçbir şeyin yok iken. Buna istinaden en uzun sözlü albümüm oldu. Onun için kendime teşekkür ediyorum.
Burcu: Siz böyle bahsederken bu albümü diğer albümlerinizden daha çok beğendiğinizi düşünmeye başladım.
Hayko Cepkin: Bendeki mantık şu zaten: En iyi yaptığım iş en son yaptığım iş. Geriye pek bakmıyorum.
Burcu: Bu albüm hakkındaki eleştiriler de zaten sanki daha çok o yönde. Sizin eleştirilere verdiğiniz tepki nasıl oluyor? Blogumuzda yayınlanan yazıya verdiğiniz tepki dolayısıyla aslında biraz tanık olmuş olduk buna.
Hayko Cepkin: Sanırım, yazarın benim başka bir kesime doğru kayan, oradan nemalanmaya çalışan biri olduğum gibi bir kaygısı vardı. Yazı tamamen onun üzerine dönüyordu.
Burcu: Yazı evet, onu sorguluyordu.
Hayko Cepkin: Ben de şunu söylüyorum: Ben Türkiye’de müzik yapıyorum. Şunun eleştiriliyor olması bana çok saçma geliyor: Türkiye’de doğmuş büyümüşsün, Türkiye’de yaşıyorsun. Bir müzik yaratıyorsun, ana temelin yurt dışı. Gitar müziği, rifleri, black metal öğesi, gotik öğeler, grunge, klasik rock... bunlar hep yurt dışı tabanlı şeyler, bizim kültürümüzde olan şeyler değil. Bunları zaten dışarıdan dinleye dinleye, seve seve kendi müziğimize, kendimize göre uyarlamaya başladık. Bundan 20 25 sene evvel biz de oralarda çalınan müziği dinleyip stüdyoarda genel olarak bu tarz rifleri kullanıp üzerine Türkçe sözler yazmaya çalışıyorduk. Ama o sözlerin Türkçeleşmişini koyduğunda “Hayat gerçekten çok kararlııııık!!” ya da “Lanet olsun dünyanın halineee!”gibi şeyler diyorsun. böyle saçma sapan, gerizekalı bir müzik çıkıyor ortaya. O dönem bizden daha büyük, Türkçe sözlü müzik yapmaya çalışan adamların işlerine bakıyorsun, onlar da patates. Ve biz şuna inandık: Bu müziğin Türkçe’si hiçbir zaman yapılamayacak bu memlekette. Bizim 15 yaşındaki kafamızdaki yapıtaşı buydu. Genel olarak bunun Türkçeleşmişini hiç yaşayamayacağız diye bir kaygımız vardı. Onun için Testament’in aynısını İngilizce söyleyerek cover yapıyorduk devamlı. Ama Pearl Jam gibi bir şarkı yapmaya kalktığında olmuyordu. Sonra dönem itibariyle zihinde bir şeyler değişmeye başladı. Aslında Anadolu rock müziğinin de şu anda yaptığımız şeye çok büyük faydasının olduğunu düşünüyorum ama bizlerin gelmiş olması Anadolu rock kültürünü tamamen geri plana itti. O tamamen kendi içinde klişeye bağladı ve şu andaki piyasamızdan epey uzaklaştı. Şimdi yeni nesil gençlerin yaptığı rock müzik daha kaygısız gitar tonu, vokal melodisinin solo olmadığı bir müzik türü ortaya çıkmaya başladı. Ve her şeyi yurt dışından alıntı olan bir müziğin içine Türkçe sözleri yerleştirirken aslında kendi memleketinin makamlarını koyduğunda müziğin içerisinde doğru yeri bumaya başladı. Mesela Ünlü grubu. Ya da Pentegram’ın müziğinde bu nağmeler her zaman olmuştur. Sonra Duman... İlk çıktığında o da yadırgandı. “Ne söylüyorlar bunlar, altı böyle güzel grunge bir müzik, Seattle havası var ama adam başka bir şey söylüyor.” dediler. Bizim iyiden iyiye bu arabesk türkü formlarını işin içine sokmamız vs. bu yabancı temelli müziği tamamen yerlileştirdi. Bu ikilemi doğru şekilde birleştirdiğin zaman yurt dışındaki adamlar ne yapıyorlar bunlar diye senin üzerine dürbünü uzattılar. Bir de tamamen yabancı alt yapı üzerine tamamen batı sound’lu bir vokal yazdığın zaman da “Cradle of Filth çakması”, “Marilyn Manson’un aynısı”, “Abi, aynı Rammstein!”, “Oğlum, herifler bildiğin eski heavy metal’i almış koymuşlar!” gibi örnekleme içerisine düşüyorsun. Yerlileştirmeye başladığın zaman da piyasaya tutunsun, daha da popülerleşsin kafasıyla iş yaptığın düşünülüyor. Şimdi hangisi doğru? Bence yerli olması çok daha doğru.
Burcu: Bunun reddi zaten epey zor. Ama yerlileştirmekle taraf değiştirmek arasındaki farkın da farkında olmak gerek.
Hayko Cepkin: Kesinlikle reddemez kimse. Özün sözün neyse, onu zaten yabancı olan bir müziğin içersine yerleştirip yerlileştiriyorsun. Bu kadar basit. En azından melodisinde senden bir parça oluyor ve sözel olarak o duruma doğru hitap etmiş oluyorsun. O çakma dil yerine daha başka bir anlatımla daha başka bir dil geliştirmeye başlıyorsun. Netice itibariyle bunun da oturması belli bir süreç gerektiriyor. Burada bir evrim geçiriyor müzik. Dediğim gibi bu evrimleşme sürecinde bunu başarıyla gerçekleştiren örnekler var. Mesela Çilekeş’in de yaptığı müziğin içerisine Türkçe’yi doğru şekilde soktuğunu düşünüyorum. Dorian’ın albümü mesela çok iyi bir albümdü. Ayrıca ben gotik öğeler kullanıyorum, klasik müzik geçişleri kullanıyorum, black metal öğeleri de var kendi içerisinde... O zaman şatoda mı oturmam gerekiyor benim şimdi? Şatomuz yok, şato diye bir kültürümüz yok. Doğal olarak mahallede oturacağım. Evet, mahallede büyüdüm. Mahalle delikanlısı nereye kadar diyor ya, sonuna kadar! Çünkü orada büyüdüm. Mahallede büyüyüp ama gay olanların daha çok iş yaptığını düşününen bir zihniyet mi var? Kıvırmam mı gerekiyor? Herhalde şu anda Türkiye’de yapılmış en sert albüm bu. Bu su götürmez bir gerçek.
Burcu: O zaman olayın özü aslında yerlileştirmekten çok kendi kimliğinizi oluşturmak oluyor.
Hayko Cepkin: Aynen. Çünkü söylediğim zaman şunu fark ettim: Makam atabiliyorum ve bunu söylediğim zaman içime bir şey ouyor, hoşuma gidiyor. Ama batı harmonisi olan bir vokal melodisini kendime yakıştıramıyorum. O zaman ne yapıyorum? Makamlaştırabiliyorsam, o yükseklere çıkaibliyorsam, o ‘gazel’ kafasını yapabiliyorsam benim hoşuma gidiyor.
Cansu: Makamlara olan yatkınlığınız kilise korosunda eğitim almış olmanızdan kaynaklanıyor olabilir mi?
Hayko Cepkin: Var, etki. Çünkü o da makamlı bir müzik. Onun dışında Timur Hocam’ın da etkisi vardır. Ondan sonra rakı masasının da etkisi vardır. Her masa buna bağlıyor sonunda zaten. Şöyle sessiz bir masa bitiremedik, sonunda ihale oraya geliyor! (gülüyoruz)
Burcu: Türk kültürünün bu kadar içindeyken yabancı çakması bir şey yapmanız mümkün değil ki o zaman zaten.
Hayko Cepkin: İçindeyken zaten içindekine ait bir şey yapmalısın. Aslında diğeri sahtekarlık. Tonlarda değişiklikler, yumuşamalar, söylemde farklılıklar, “seni çok seviyorum”lar gibi daha büyük oynamalar başlarsa, o zaman ben de kendimle alakadar bir şeyleri kaybetmiş, gitmek istediğim yoldan çıkmış, bir şeye takılmışımdır. Ama hala dişlerimle savaşıyorken, kimsenin bir şey demesine izin vermem. Çünkü zaten kendimi bu piyasada çok fazla yalnız hissediyorum. Müzikal olarak yalnız olduğuma bu sene daha çok emin oldum. Mesela yeni nesil Kaçak diye bir grup çıktı. Çıkacak 30 tane gruptan bir tanesi gırtlaklı vokal kullanan, gitarları kullanan bir durumda. Şimdi Kaçak ilerleyebildiği kadar gitsin.
Burcu: Mor ve Ötesi, ikinci nesli Sakin ve Gren gibi gruplarla birlikte işler yapmaya başladı. Oradaki mantık da aynı olsa gerek: Kendierini daha az yalnız hissetmek. Sizin öyle bir plan geliştirmeniz söz konusu mu?
Hayko Cepkin: Orada dört kişi var ama. Mor ve Ötesi dört kişi, ayrıca menajer vs. katarsan orada sistemli olarak çalışan 4- 5 kişi var. Ben bu projede tek başımayım. Onun için mesleki her şeyini kendi projesine harcayan bir herif durumundayım. Karabüyü diye bir grup ilk albümünü kaydediyor şimdi, onu çok beğendim. Çocuklara da dedim ki “İmkanım olsa sizin albümü ben kaydedeceğim.” Çünkü ortaya çıkmalarını çok isterim. Birilerinin bir şekilde ortaya çıkıp destek alması gerekiyor. Metal festivali yapılıyor, genel olarak yabancı parçalar çalınıyor. Kırmızı diye bir grup çıktı şimdi, dört tane hatun. Hayvan gibi çalıyorlar. Onları acayip derecede destekliyorum.
Burcu: O zaman festivallerde bu iş dönüyor. Sahneyle, şovuyla ancak bir yerlere gelinebiliyor.
Hayko Cepkin: Kitleye çala çala ulaşmak zorundasın. Onu da kaç kişiye çaldığının anlamı yok. Biz de İzmir’e gittiğimizde beş kişi vardı, öbüründe dört kişi vardı, diğerine 10 kişi geldi... böyle böyle büyüdü. Ondan sonra festivalde, genel kalabalık bir kitleye çaldığın zaman bir şeyler oluşmaya başlıyor. Senin canlı performansını gördükleri zaman bir şeyler değişmeye başlıyor. Bazı şeylere kanaat getirmesi için de adamın malzemeyi canlı olarak görmesi lazım.
Burcu: Rock’n Coke’ta çıkmıştınız, mesela. Ama orada da zamansız çıkıyorsunuz. O zaman daha metal odaklı bir festival organizasyonunda bu saydığınız grupları falan toparlayarak bir şeyler yapılabilir belki.
Hayko Cepkin: Yapılıyor zaten. Ama onların da artık bandrollenip kliplenmesi ve onun takibinin yapılması gerekiyor. Neticede benim ayakta kalabilmem o dönemden kazandığım 300 lira varsa o 300 lirayı kenara koymam. Bu da klibi şirketten çekememe durumunu hesap ediyor olmamdan kaynaklanıyor. Her yeni gruba söylediğim ilk şey: her yerde gidin çalın, her yerden üç beş bir şeyler kopartabiliyorsanız kopartın. Çekebildiğiniz kadar klip çekin. Çünkü o görsel başka bir şey. İnternet var, evet ama sadece internetten yayınlanan bir şeye de insanlar ‘bedavacı’ gözüyle bakıyor. Böyle de bir zihniyet var.
Burcu: O zaman ben şunu anlıyorum: Sizin karşılaştığınız sorun sadece tek başına olmak değil; aynı zamanda maddi sorunlarla da başetmeye çalışmak.
Hayko Cepkin: Maddi sorun, evet. Bunun için mesela genel olarak hep gençlerle klip çekiyoruz biz, öğrenci işleriyle bu işleri yapıyoruz. Hem öğrencinin üniversite bitirme tezi oluyor, hem kimisi için cv oluyor, bizim için de klip oluyor. Bunların bir kısmı berbat klipler oldu, bir kısmı güzel klipler oldu. Ama ne olanaklarla çekildiği konusunda kimsenin bir bilgisi yok. Son iki klibim fotoğraf makinasıyla çekildi. Resmen savaş veriliyor yani.
Burcu: Bu savaş beraberinde çeşitliliği getiriyordur.
Hayko Cepkin: Tabii. Benim diğer arkadaşlara söylediğim şey bu: “Gelip de klibinizi 15 milyar dolar’a çekerim diyeni kaale almayın!” Çeşitli işler çeşitli aletlerle yapılabiliyor zaten. Sadece işinin ehli adama ihtiyaç var. O adamlarla doğru şekilde karşılaşmak gerekiyor. Ondan sonra da bilgisayar başında onu doğru şekilde montajlamak gerekiyor, o zihniyetin doğru oluşması gerekiyor vs. Bizim şansımız da o gençlerle o işleri doğru çıkarabildik. Ama her seferinde bir bütçe ayırıyorsun kenara. Rock camiasının öyle çok paranın harcandığı bir klip kültürü yok.
Cansu: Geleceğin müziği nasıl olacak sizce?
Hayko Cepkin: Her şey birbirine karıştı işte. Her şeyin karman çorman olduğu bir ortama doğru gidiyor. Bundan daha da karışık... her sene diyorsun bundan daha karışık olmaz diye ama olacak büyük ihtimalle. Bundan 15 yıl öncesinde Event Horizon diye bir film vardı, soundtrack’ini Michael Kamen ile Orbital’ın beraber yapmıştı. Klasik müzikle elektronik müzik birleştirilip uzay müziği yapılmıştı. Ta o dönemden acayip gelmişti bize. Şimdi neyi neyle birleştirirsen birleştir, çok garip geleceğini düşünmüyorum. Bir dönem gelecektir, her şey doğalına dönmeye çalışacaktır. Çünkü bu karmaşa artık insanlığa bir beyin sarsıntısı yaratacak ve herkes pure dediğimiz müziğe dönmeye çalışacaktır. Benimki öyle bir müzik değil. Benim müziğim o karmaşayı içinde taşıyan bir müzik. Biz de grupça düşünüyoruz acaba 60’ımıza geldiğimizde hırkaları giyen akustik gitar çalan herifler mi oluruz diye.
0 yorum:
Yorum Gönder