24 Ocak 2012 Salı

Röportaj: Multitap


Farklıya doyamayan adamlar

Yakın zamanda Multitap'le bir aradaydık. Battaniyeleriyle hayatımıza girişlerinden "Ben anlarım" diyerek kalbimizi sızlattıkları  bugüne kadar olan biteni, kafalarından geçenleri, geleceği konuştuk. Bu söylediğim sizi şaşıtmayacak: Çok da eğlendik!

Şimdi sıra sizde. Buyrun!


Aybike: Miller Music Factory'de 1. olduktan sonra albüm çıkarmışsınız, yani aslında biz 2010'dan bu yana sizin adınızı duyuyoruz. Neredeyse 2 yıl gibi bi süreç geçti. Bu süreçte neler yaşadınız? Nasıl tepkiler aldınız?

Selim: Zaten bu sektörün ya da albümü olan bir grup olmanın ne olduğunu bilmeden başlıyorsunuz. "Biz de artık kendi şarkılarımızı yapalım" kafasıyla bir işe giriştik. Herhangi bir beklentimiz yoktu açıkçası; çok iyi arkadaştık hepimiz, birlikte müzik yapmaktı amaç. Hepimiz enstrümanisttik zaten ayrı ayrı, Türkiye'de bugün bilinen sanatçıların çoğuyla çalışmışlığımız vardı, tecrübemiz de vardı. Şarkıları yaptıktan sonra farklı bir şey çıktı ortaya. Şarkılar bir enteresandı, sözler bir enteresandı, yaptığımız müziğin tınısı bir enteresandı. Yakın çevremizden de, şarkıların ulaştığı kişilerden de böyle ilginç tepkiler gelmeye başladı aynı zamanda. Albüm çıkar çıkmaz da güzel bir iki festivalde çaldık. Bu da ilginç bir şey aslında. Bize hiç yeni grup muamelesi yapılmadı. Hep uzun süredir bu işin içindeymişiz gibi bir ortamda bulduk kendimizi.

Sonra konserler vermeye başladık. O zamana dek kendi içimizde duran şeyler insanların da dünyasına girmeye başladı. O bir değişiklik yaratıyor insanda. Artık insanlar size, siz de insanlara dokunabilir hale geliyorsunuz. Kendi şarkılarımızı çalmanın ne kadar keyifli bir şey olduğunu deneyimledik ilk etapta konserlerde. O bambaşka bir duygu. İlk bir sene sahnedeki ilişkiyi kurmak ve sahnede nelerden keyif aldığımızı tespit etmekle geçti. İlk albüm, bir yığın yeni grup ve albümün ortasında, insanların kafasında alternatif bir yere oturttu bizi, kaliteli de bir algısı oldu. Bunun üstüne artık ikinci albümü yapalım kafasına geldik. Bir albümün şarkıları konserlerde yetmemeye başladı, kendi şarkılarımızdan daha fazla çalmak istedik. Dolayısıyla ikinci albüm için bu yaz kampa girdik. Bildiğin kamp ama yani, günün 20 saati buna çalışarak ve bunun üstüne düşünerek geçti. Bütün yazı buna feda ettik diyeyim. Albüm sonbaharda çıksın istedik, bazı şarkılarla mevsim duygusal olarak daha iyi örtüşecekti, hem de yazın hareketliliğine geldiğimizde insanların kafasında şarkılarımız birazcık oturmuş olsun gibi bir kaygı vardı. Bu sefer daha farklı duygularda, daha farklı şarkılar çıkmaya başladı. İşin içine aşk karıştı. Herkes bir şeyler yaşamış, bir şeyler olmuş, onlar dökülmeye başladı. Ve şarkılar ortaya çıkıp da çevremizdekilere dinletmeye başladığımızda insanlara farklı anlamda dokunan şarkılar olduklarını fark ettik. Bazılarını dinlerken ağlayanlar oldu, şaşırdık. “Bu seferki farklı bir noktaya dokunacak galiba, bizim müzik dünyamızda farklı bir yeri kapatacak” dedik. İlkinin çok ötesinde, çok daha iyi tepkiler gelmeye başladı ikinci albümle alakalı olarak. Bu da çok önemliydi. İnsanlar kafalarında "Bu adamlar iyiymiş ama bakalım müzik dünyasında kalıcı olabilecekler mi?" diye sorgularken ilkinden çok daha fazla ses getiren bir albümle ortaya çıkmak gerçekten çok önemliydi. Bunu yaşadık.

Büşra: O zaman ilk albümle ikinci albüm arasındaki değişim çok da planlı ve bilinçli bir şekilde yapılmış değil?

Selim: Hayır hayır, tamamen içimizden öyle geldi.

Büşra: Peki ilk albümün sevenleri nasıl karşıladı ikinci albümü? Çünkü ilk albüme baktığımda bir proje olarak çok sevenler ya da gerçekten karşısında duranlar var. İkinci albüm biraz daha geniş bir kitleyi kıskacına alabilecek bir albüm ama Takım Oyunu'nu benimseyip arkasında duran insanlar nasıl tepki verdi?

Selim: Biz bir şekilde kendimizi ve bir kafayı anlatıyoruz. Bunun soundu değişebilir, anlatımı değişebilir ama bizim kendimizi doğal olarak bir tavrımız var değişmeyen. Onu yakalayanlar biz ne yaparsak yapalım yadırgamıyorlar. Biz de kendimizi yadırgamıyoruz çünkü bir tanımın içine sıkışıp kalacak bir grup değiliz zaten. Müzikal olarak kafamızda çok fazla şey var ve bunların hepsini bir albüme yansıtmak, sıkıştırmak mümkün olmuyor. Biz bunu, arkadaşlığımıza güvenerek, çok uzun bir yol olarak tasarladık. Zaman içerisinde bunun parçalarını ayrı ayrı sunup, geneline bakıldığında “Multitap müziği” diye anılacak bir şeye dönüştürmeye çalışıyoruz, bir acelemiz yok. O dediğin ufak tepkiler varsa da insanların günlük hayatta alıştıkları o panik havasından, "Bir şeyler değişiyor, kontrolden çıkıyor" hissinden kaynaklanıyor olabilir. 

Taçkın: O tarz tepkiler daha çok ilk albümdeki şeylere saplanmış olanlardan geldi.

Ali: Ama yine de onu da çok dışa vurmadılar, kendi kafalarında çözdüler sanıyorum. Hiç öyle bariz bir eleştiri gelmedi.

Selim: Bazen, bir şeyi çok seviyorsun.O alternatif bir şey ve sana ait olsun, çok fazla kişi keşfetmesin istiyorsun ama çok kalabalık bir konsere geldikten, o eğlenceyi de yaşadıktan sonra o zaten insanı sarıp sarmalıyor. Bu ilişkilerde de böyle, eğer yüzeysel bir adamsan kendini anlatmak basit. Ama kendi içinde yenilenebilir, değişebilir bir şeye tutunmak daha zevkli. Onun sana, her sene ya da iki senede bir yeni bir şeyler sunuyor olması çok güzel. Bunu sana bir müzik grubunun sunmasından da hoşlanırsın ki bunu pek kimse yapmıyor, çok az kişi...

Büşra: Madem her seferinde yeni, küçük bir parça eklenecek ve onlar daha büyük bir resim oluşturacak, sizi siz yapan, o değişmeyen nokta ne peki?

Taçkın: Değişim

Selim: Değişmeyen nokta her şeye açık olmak, kendini bir noktada durdurmamak, hayatta daha fazla şeyi içselleştirecek bir kıvamda olmak. O açıklık.

Aybike: Bu arada ikinci albümde böyle bir değişikliğe gitmiş olmanız da en baştan tavrınızı aktarmanız açısından avantajlı olmuş olabilir. Belki 3-4 albüm yapıp 5.'sinde değişseydiniz o zaman hakikaten kemik kitleniz size sırtını dönebilirdi. Böyle bi dezavantajı olabilirdi.

Selim: Bravo! Evet çok doğru bi noktaya değindin şu an. 

Aybike: Peki bu iki yılda bi kemik dinleyici kitlesi oluşturduğunuzu düşünüyor musunuz?

Taçkın: Öyle bir durum var. Bir kere oraya doluşan herkes senin şarkılarını söylüyor. Ben gittiğim bir konserde bir adamın şarkısını söylüyorsam o adamın dinleycisiyimdir. Etkileşimimiz de iyi, sosyal medya tarafında da varız, sorulan sorulara cevap veren bir grubuz. Bizi yolda görüp muhabbete tutan fanlarımız da var. Her yerde karşılarına çıkabilecek durumdayız, çok uzak değiliz, sahnede 1m yüksekteyiz sadece.

Selim: Bizim yaptığımız şey, olduğumuz şey. Seyirciyle arada dürüst bir iletişim kurmamıza aracı olan şey de o. Bize herhangi bir şekilde mesaj atan, bir şey yapan kişi karşısında o şarkılarda düşündüğü kişiyi buluyor, ondan ne eksik ne de fazlası. Dolayısıyla sahnede senin samimiyetine inanan insanlar sana kendilerini daha rahat bırakıyorlar. Senin gerçekten o an onlarla birlikte olmak istediğini ve onun yapmaktan en keyif aldığın şey olduğunu anlıyorlar. Dolayısıyla dinleyici kitlemiz de kendini rahat hisseden, doğal, kendini bırakabilen, bir şey söylediğim zaman gerçekten dinleyen, laf olsun diye söylemediğimi bilen bir kitle. Güzel bir diyalogumuz var.

Ali: Bu ikinci albümle henüz gidemediğimiz yerleri kapsayan bir konser periyodu var bu arada kafamızda. 

Büşra: Nerelere gideceksiniz?

Ali: Bize kalsa her yere gitmek istiyoruz tabii de.

Selim: Mesela Çanakkale'ye Balıkesir'e, Adana'ya Mersin'e hiç inmedik. Eskişehir. Böyle arada kalan gitmediğimiz her yere.


Ali: Konya var mesela, çok güzel konserler oluyormuş, arkadaşlar Konya'ya gidin diyor.

Aybike: Peki yurtdışındaki festivallere gitmek gibi bir isteğiniz var mı?

Taçkın: Hiç öyle bir şeyimiz yok gerçekten. Tatile gidelim yurtdışına, dinlemeye gidelim hatta. Onlar daha otantik gruplar için, Baba Zula için mesela.. Bizim yaptığımız sound olarak daha bir dünya müziği, dolayısıyla yurtdışındaki benzerlerinden çok ayrı değil. Türkçe bilen biri tam Multitap'in keyfini alır, bilmiyorsa dinler ama tam tadını tuzunu alamaz gibi geliyor bana.



Ali: Evet, genelde oryantalist öğeler barındıran gruplar yurtdışında daha çok prim yapıyor ya da insanların ilgisini çekiyor. Öyle olması da çok doğal tabii.

Taçkın: Buradan yurtdışına konsere gittiğinde, oradaki Türklere çalıyosun zaten. Londra'da verdiğin konserde İngilizler izlemiyor seni, buradaki herhangi bir şehirde çalmaktan farklı değil pek.

Aybike: İlk albümü yayınlarken, elektronik pop dünyada da trend, bununla daha kolay sıyrılırız gibi bir motivasyonunuz var mıydı peki?

Selim: Onları dinliyorduk o dönem ki aksine risk bile olabilirdi. Taçkın: Türkiye'de böyle bir şey çok zor. Buradaki trend dünyayla eş zamanlı yürümüyor. Tamamen kendi müzik zevkimiz için öyle yaptık. MGMT dinliyorduk, Friendly Fires dinliyorduk; aynı sahneye de çıktık onlarla. Aynı ahırın atları gibi hissediyoruz onlarla kendimizi. Onları dinleyip albüme darbuka koyamayız zaten. Daha sonra akustik oldu tabii. O gruplar da döndü kafa olarak, biz de sakinleştik. Demek ki aynı yerden besleniyoruz.

Ali: Elektronik müziği de sanırım çok da fazla sürdüremiyorsun, yapısından kaynaklı herhalde. İlla bir şekilde değiştirmek, dönüştürmek zorunda kalıyorsun.

Taçkın: Var tabii bunu yapan. Groove Armada çok iyi yapıyor mesela. Tamamen çok farklı her albümleri. Ama bizimki daha bir grup müziği, elektronik yapan olmadığı için bu biraz bizim üstümüze kaldı aslında. O işi gerçekten yapan yok burada, o akustiklerin yanında bizimkisi elektronik gibi kalıyor. Halil Sezai'ye bakarsan elektronik müzik bizimkisi evet ama Bedük'e bakarsan değil, o gerçekten elektronik müzik yapıyor, tek başına hazırlıyor, çıkıyor. Sadece janr değil de sözler de çok önemli çünkü anlatmak istediğin şeyleri dinlenebilir bir hale getirebildiğin bir platform müzik. Hissettirmek istediğimiz şeyi aranje kısmıyla destekliyoruz. Mesela Çıbık akustik formatta olmazdı, dans şarkısı olsun istedik. O sebeple elektronik oldu, o şekilde anlamını buldu.

Aybike: O halde elektronik müzik yapma motivasyonuyla hareket etmediniz. Mevzu o minvalde şekillendi diyebiliriz.

Selim: Mühim olan anlatmak istediğin şeyleri kendince bir yol bulup anlaşılır bir şekilde anlatabilmen. Popüler kültürün insanlara uyguladığı şifreleri uygulamaktan bahsetmiyorum. Karşındaki insanı tanıyarak dil geliştirmekten bahsediyorum ve o dil de zamanla gelişiyor. Bu da yavaş yavaş ilerleyen bir süreç. Taçkın: Her yeni albümde kendimizi geliştirerek devam edelim ve dinleyicilerimizle aramızda güzel bir frekans olsun istiyoruz.

Büşra: Müziğin sizin için bir süreç olduğundan bahsettiniz. Peki, bu sürecin sonunda gelmek istediğiniz bir nokta var mı?

Aybike: Mesela, bu sürece dahil ettiğiniz uzun vadeli planlarınız var mı?

Selim: 17-18 yaşındayken geleceğe dair bir şeyler planla veya hayal kur deselerdi şu an yaşadığımız şeyden daha güzelini söyleyemezdim galiba.

Taçkın: One Love’da çalalım diyordum ve albüm çıktıktan bir ay sonra çaldık. Jamiroquai’la aynı organizasyonda yer almak istiyordum o da oldu. Hayalini kurduğum şeylerin bu kadar çabuk gerçekleşmiş olması güzel tabii.

Selim: Hayatın sana sundukları senin planlayabileceklerinden daha iyi olabiliyor.

Aybike: One Love, Jamiroquai demişken İstanbul’daki organizasyonlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Dahil olabileceğimiz fazla etkinlik var son zamanlarda.

Selim: Indie band’ler gelmeye başladı. O epey güzel oldu. O gruplar yoktu gerçekten ve şu an 3 ay önce keşfettiğimiz bir grubun konserine gidebiliyoruz. Ali: Sonisphere’da sahne alan gruplar çok iyidi. Rammstein’ı izledik mesela. Yine 2010’daki One Love çok başarılıydı; Fischerspooner, Groove Armada sahne aldı.

Taçkın: Ancak şöyle de bir durum var; müzisyenlerin moda girerek çalabileceği bir kalabalık yok. Çok sevdiğin bir grubun konserine gidiyorsun ve sadece 50 kişi oluyor. İşte o zaman ben sıkıntıya giriyorum, neden bu kadar az insan var diye. Müzisyenin 50 kişiye çalmasının verdiği sıkıntıyı anlayabiliyorum.

Sertaç: Bir de davetiye kovalayan müzikten ziyade sosyalleşmek için konserlerde bulunan bir kitle var. O durum da hoş değil; müziğe değer verdiğin için konserde yer alman gerekiyor diye düşünüyorum.

Aybike: Lokal sahnedeki bağımsız müzisyenlerin sayısı da arttı epey. Türkiye’den beğendiğiniz, takip ettiğiniz müzisyenler var mı?

Selim: Gece’yi beğeniyorum, takip ediyorum.


Taçkın: Can Bonomo’yu takip ediyorum.

Ali: Arkadaşlarımız hepsi zaten, iletişimde bulunduğumuz insanlar. Mor ve ötesi’ni beğeniyoruz. Eskilerden Mazhar Fuat Özkan zaten daimi olarak takip ettiğimiz bir grup.

Taçkın: Eskiye oranla daha fazla Türkiye’den isim takip ediyoruz ve seviyoruz. Bu işin içine girip neyin ne şekilde ilerlediğini ve Türkiye’de bu sürecin ne kadar zor olduğunu gördükten sonra saygı ve sevgimiz arttı. Çünkü bu işleri yaparken insanlar yıprandıkları gibi kendilerinden taviz de veriyorlar ve bütün bunlara rağmen yapmak istedikleri şeyi başarabiliyorlar. Bu gerçekten zor bir süreç ve insanların bütün bu zorluklara rağmen başarabiliyor olması çok değerli.

Selim: Bu ülkede birini görüyorsan ve ismini biliyorsan bil ki bir şeyler yapmıştır çünkü bu ülkede bir şeyler yapabilmek çok zor. Seni neyin beklediğini bilmeden yapıyorsun, öngörü sahibi olamıyorsun.

Taçkın: Misal Avrupa’da olsan yılın 365 gününün 200 gününü yaptığın işin meşguliyetiyle geçirebilsin. Konser verirsin, televizyon programlarına çıkarsaın ve bir şekilde o zamanı kendi işinle doldurmuş olursun. Ancak burada ayda en fazla 2 konser verebilirsin. 365 günün büyük bir kısmını yaptığın işle doldurabilmen çok zor, imkanlar kısıtlı.

Ali: Eknomik zorluklar ve dayatmalar giriyor devreye. Eurovizyon’a Can Bonomo gibi bağımsız bir müzisyenin gitmesi çok desteklediğimiz bir hareket.

Aybike: Gündeminizde uğraştığınız film veya reklam müziği gibi konsept bir iş var mı?

Selim: İçimizdeki müzikal zenginliği kullanmak için ne kadar alan varsa ilgili olmayı seviyoruz. Film müziği yapmıştık bir dönem.

Ali: Özellikle sinemayla çok haşır neşiriz ezelden beri. Film müziği yapmak da çok keyifli ve değişik oluyor. 

Aybike: Son dönemde yoğun olarak dinlediğiniz ve tavsiye edebileceğiniz albümleri sorsam?

Selim: Lenny Kravitz’in son albümü ilk aklıma gelen.

 Ali: Arctic Monkeys’e bayılıyoruz, sık sık dinliyoruz.

Taçkın: Maccabees’i takip ediyorum şu sıralar.

Ali: Bir de bu aralar Beatles’a yoğunlaştık tekrardan.

Taçkın: Groove Aramada’nın son albümünü yedik resmen, mp3 eskidi. Yine öyle canını çıkararak dinlediklerimiz arasında MGMT ve Chemical Brothers var.
.
Share This
Subscribe Here

0 yorum:

 
Avaz Avaz Dergisi

izliyorlardı

Avaz Avaz Copyright © 2011 BeMagazine Blogger Template is Designed by Blogger Template
In Collaboration with fifa