12 Kasım 2013 Salı

Röportaj: Mispis


Gülmeli, şakalı vs ciddiyetli, tartışmalı

Uzun zamandır bu kadar gülmemiştik. Mispis ile röportaj yapmak yeni sezon için harika bir açılış oldu. 4 piece from İstanbul Mispis, unutmadan, 15 Kasım'da Karga'da sahnede olacak. Meşhur Intro'dan tüm şarkılara hatta tüm kahkahalara ortak olmanın ilk adımı bu röportajı okumaktan geçiyor; bizden söylemesi!

Keyifli okumalar, hatta iyi eğlenceler!

https://soundcloud.com/mispis
https://www.facebook.com/mispisanlar

Buse: Nasıl gidiyor?

Berk: Normal.

Zafer: Standart.
.
Kerem: Hallice.

Çağlar: Aynı.

Buse: Pek güzel. Öyleyse Mispis’i tanımakla başlayalım?

Berk: Mispis’e yeni geldiği için önce Kerem anlatsın.

Kerem: Çaldığım en iyi gruplardan bir tanesi. Fena değiliz, yakışıklı çocuklarız. En yakışıklı ikinci benim. (gülüşmeler)

Buse: Birinci kim?

Kerem: Onu artık dinleyicinin keşfetmesi/karar vermesi gerekiyor. 5 senelik geçmişe sahip Mispis’de son 1 buçuk senedir çalıyorum. Gitarlar bende. Çalıyoruz. Davul var. Eleman değişimi esnasında ben etraftaydım, o yüzden gruba girdim.

Zafer: Biz zorla aldık.

Berk: Mispis'in 2008 döneminde Kerem yoktu ve ilk çekirdek kadrosunda Zafer, ben, Alp Alptekin vardı. Şimdi Nihil Piraye’de çalıyor Alp. Sonra Birant geldi gruba, sonra Çağlar geldi. İzmir’de Bornova Anadolu Lisesi’nde birlikte okuyorduk. Grup temelleri lise zamanında atıldı. Zafer’le liseden beri çok yakın arkadaşız.

Zafer: Berk’le 13 senedir birlikte çalıyoruz.

Berk: Evet, aslında Mispis çok doğal bir tepki. Bir müziğin üzerine adamları monte etmeye çalışan bir grup değil. Kendiliğinden oluşan bir grup. Etraftaki insanlar ‘’Abi bende Mispis’im.’’diyerek gruba dahil olabiliyorlar. Birant, Mispis’in sağlam temellerini atan isimlerden biridir aslında. 2005’ten beri de Birant’la çalıyorduk. 2010 itibariyle, aktif olarak, İstanbul’un önde gelen sahnelerinde canlı performanslarına başladı Mispis. Hiçbir zaman bir şey anlatma kaygısı bulunmadı Mispis’in. Sadece tepki.  Hala da öyle aslında. Şu sıralar dediğimiz şey mesela ‘’Mispis hiçbir şey anlatmamaya devam ediyor. ‘’ gerçekten de hiçbir şey anlatmıyoruz. Aşk şarkısı yazmıyoruz, çok politik bir tavrımız da yok. Az politik şarkılar belki yapabiliyoruz, az aşk şarkıları da belki yazabiliyoruz.

Zafer: Çok politik şarkı yapıyoruz aslında.

Çağlar: Aslında yapıyoruz ama hiçbir zaman çok politik bir şarkı olmuyor.

Berk: Bunu kendi içimizde tartışabilecek kadar politikleştirebiliyoruz en fazla. (gülüşmeler) Çok sevilen bir grup değiliz, hatta antipatik olarak görülüyoruz.


Ege: Neden öyle düşünüyorsunuz ki?

Çağlar: Çok yakışıklı olduğumuz için. Çekemiyorlar. (çok gülüşmeler)

Berk: Aslında asıl sebep şu şekilde: Mispis’in ilk konseri İstanbul’da yüzyılın ilk büyük fırtınası gününe denk geldi. Bununla başlayan bir takım doğa olayları ya da çeşitli felaketler hep Mispis konseri günü yaşandı.

Zafer: Bu sezonu yılın ilk yağmuruyla beraber açtık.

Çağlar: Astroloji, burçlar vs. hep bizim aleyhimizde.

Buse: Korkuyorum gençler. Totem yapmalısınız bence.

Zafer: Bizim totem yapmamızdan ziyade seyircilere/dinleyicilere/röportajı okuyacaklara tavsiyemiz, 15 Kasım'da konserimiz var; şimdiden yiyecek, ilk  yardım gibi temel ihtiyaçlar için stoklarınızı yapmalısınız. 

Buse: Deprem, sel, yangın.. Belli olmaz diyorsun. 

Zafer: 15 Kasım Karga konseri. Sakat. Vapur mı batacak artık neler olacak kim bilir...

Buse: Sağ olun gerçekten. (gülüşmeler)

Berk: Tanrıların da sevmediği bir grubuz işte. Belki de çok seviyorlardır. 

Zafer: Uzun vadede çok acayip planları olabilir. 

Buse: Belki ''anlatma derdinizin olmaması'' tüm gidişatı etkiliyordur. Şöyle diyeceğim aslında; sosyal medyada da kendinizden çok bahsetmiyorsunuz. Gizli kalmak bir tercih meselesi mi? 

Kerem: Sadece müzikle anlatmayı tercih ediyoruz. 

Berk: Çok entel oldu. Biz aslında evde sürekli çırılçıplak dolaşıyoruz. Tüm ifadelerimizi evde çıplak dolaşarak yaptığımız için belki de ... Geyik bir yana kişisel düşüncelerimiz/inançlarımız tek bir genel altında toplanmadığı için ortak bir ifade sunmuyoruz. Örneğin Twitter'dan ya da Facebook'tan tepki vermiyoruz. Belki de bunun ne kadar gerekli olduğunu tartışmak gerekiyor. 

Kerem: Twitter'dan veya herhangi bir sosyal medya kaynağından verilen tepki bana göre ve aslında Mispis'e göre evcilleşmiş bir tepki. Belli bir oyun alanında ''DJ'inizi dinleyin'' denilen bir hava var ve orada vuku bulan tepkiler insanların sadece kendisini tatmin etmesine sebep oluyor. 

Berk: İyi bir suçlama oldu, güzel oldu. 

Kerem: Evet, ve sadece bir günah çıkarmadan ibaret oluyor.  

Berk: Trend olacak kadar iyi bir tepki vermekten korktuk da diyebiliriz belki. 

Zafer: Şöyle ki; Mispis'in müziğine bakarsan ilk göreceğin şey belki de anlaşmazlıktır. Dört kişinin birbiriyle anlaşamamazlığı çok net bir şekilde tınlıyor müzikte. Çünkü herkes başka telden çalıyormuş gibi müzik yapıyoruz; kaos olmaksızın. Bu zaten kendi ilişkimizde de olan bir durum. Pek çok konuda hem fikir olan adamlar değiliz. Hal böyle olunca grubun ortak fikriymiş gibi bir söz, ifade sunmak da mümkün olmuyor. 

Berk: Yani grubun, bir fikir oluşturmakta yaşadığı sıkıntı değil  de, toplumun alt kümesi olarak hep beraber aynı fikri kabul edip sunacak olması sorgulanabilir bir durum. ''Örgütlenmeyelim, hiç bir şeye tepki vermeyelim!''den ziyade, samimi olmak gerekiyor bu tip konularda. 

Çağlar: ''Şunu desek, şöyle görünürüz.'' ''Bunu dedik, böyle görünürüz/görünmeliyiz.'' ''Biz bunu böyle lanse etmeliyiz.'' kafalarını çok sevmiyoruz. Konser davetlerimiz de genelde ''Gelin lan!'' şeklindedir. Bir sınırlamaya gitmeden ve süslemeden, övmeden, sıkmadan konuşmayı tercih ediyoruz. Bu da bu samimiyet tavrından kaynaklanıyor. 



Buse: Evet, zira dinleyici/seyirci kitlenize de bu samimiyeti yansıtıyorsunuz. Bu paylaşımlar da sosyal medyada iyi bir reaksiyon ile ilerliyor. Düşbükey, Zan video klibi ve Soundcloud hesabındaki şarkıların hit oranları da bunu aşağı yukarı gösteriyor. 

Kerem: Onların hit'lerin yarısı Zafer menşeli.

Çağlar: Her sabah güne başlamadan bakar hepsine. (gülüşmeler)

Kerem: Karışık bir Mispis döneminin klibi aslında. Şarkının kayıtlarını ben yapmadım ancak o dönem gruba dahil olduğum için klipte yer almış oldum.

Zafer: Albüm lansmanında yeni albümden sadece 4 şarkı çalan ilk grup olmuşuzdur herhalde. Eleman değişikliği sebebiyle yeni albümden hiç çalmamayı düşünmüştük. Albüm kaydından sonra albüm yayınlanana kadar 3 kişi kaldık. Şarkılar tamamen klavye üzerine olduğundan, eleman değişimi sürecinde, zaten verimli prova alamıyorduk. Yayınlanmadan 1  ay önce Kerem geldi. O döneme kadar bir albüm daha hazırlamıştık hatta. Üçüncü albüm üzerine çalışıyoruz şimdi de, bakalım. 

Berk: Bir kaç faktör daha eklenebilir: Bir sonraki albüm kayıtlarından dinleyicilerle temasına kadar her evresinde çok heyecan vericiydi. Hızlı bir süreçti ama hepimiz de o ilk çocuk hissiyatı vardı. Ve aslında bu süreç yorucuydu. Tembel adamlarız. Bu kaygı bizi biraz fazla yordu. Sonrasında albüm, yayınlanmasıyla beraber istemediğimiz bir şekilde üvey evlat durumuna düştü. Mispis'in sürekli değişiyor oluşu da bunu etkiledi. Mesela Kerem'in gelmesiyle önceden yaptığımız işler üzerine ''Aslında o ses değil ya, bu!'' gibi tavırlar oluşturmamıza sebep oldu. 

Çağlar: Ama gerçekten benim gözümde 2 tane Mispis var. Albüm öncesi ve sonrası olmak üzere iki evre de diyebiliriz. Kerem'in gelmesinden sonra, aslında daha da çocuksu bir tavır oluştu. Kulağa hoş gelen ne varsa ve o anda neyi çalmak istiyorsak onu yaptık. Her şey tamamen kendiliğinden ilerledi. Bir duruşu var ve o kalıplarda kalalım düşüncesinin çok ilerisindeydi. Bana göre daha dinamik, daha doğaçlama oldu. Zaten albümden sonraki kayıtları dinlediğinizde farkı hemen ayırt edebiliyorsunuz. 

Buse: Evet o farkı Inferno'da yakalamıştık.

Çağlar: Inferno bunun en iyi örneği değil aslında. Reçeller'de daha da belirgin. 

Zafer: Inferno yaptığımız en derli toplu kayıt olabilir. Herkesin ne zaman neyi çalacağı belli. 

Berk: Bir de Kerem'in gelmesiyle birlikte daha improvize bir grup olduk. O doğaçlama havası da bahsettiğimiz tüm süreçleri hızlandıran bir etken oldu. Biraz daha yoran fakat aynı zamanda daha da hızlandıran, kızıştıran bir süreci başlattı. 

Buse: O zaman netleştirmek adına Mispis tarihçesini yeniden konuşalım. Şimdi her şey Düşbükey ile başladı...

Zafer: Düşbükey'in kaydı ile çıkışı arasında 1 sene gibi bir süre var. Kaydından sonra biz 3 kişi kaldık. 9 ay kadar süreyle 3 kişi çalmaya devam ettik. Bu sırada bir sürü yeni şarkı ürettik. Neredeyse yalnızca onları çalıyorduk. Düşbükey'in çıkmasından 1 ay önce kadar Kerem dahil oldu kadroya. Tekrar 4 kişi olduk. Düşbükey'in albüm lansmanını yaptık. Albüm lansmanı öncesi Kerem ile yeni şarkılar üzerine çalışmamıştık; lansman sonrası tamamen yepyeni/farklı bir setle çalışmalara devam ettik. Önce Jam'ler sonra Inferno bu yeni dönem içerisinde kayıt edildi. 

Berk: Albüm şarkılarını yeniden çalma konusunda biraz belirsizlik oldu. Karar verme sürecinde tam olarak kafamız ne isterse onu çalmaya karar verdik. Reçeller(Jam'ler) geldi o sürede. Inferno'ya kadar stüdyoya iki tane mikrofon koyup çalışıyorduk. Sonrası daha profesyonel ilerledi ve Inferno'nun çıkışıyla da bir video yayınladık. 

Ege: Düşbükey kayıt süreci nasıldı?

Berk: Albüm sürecinde prodüktörlüğü Görkem Karabudak yaptı. 3K1A stüdyosunda Ercüment Subaşı ses mühendisliğini üstlendi.  Mastering, Hayal-i Curcuna'da yine Ercüment Subaşı tarafından yapıldı. Görkem Karabudak aynı zamanda Mispis'in şu anki tonmaister'ı. 


Buse: Şimdi neler oluyor Mispis'te? 

Berk: En son Peyote'de bir konser verdik. Konser kayıtlarını 5 şarkı olarak yayınladık. Bazıları Jam'lerin içinde de yer alan şarkılardı. Daha önce yayınlanmamış konser kayıtlarını tekrardan kayda girip yeniden yayınlamayı düşünüyoruz. 

Kerem: Bir de her konserde Intro oluyor. Kayıtlarda Intro da bulunmakta. Her konserde bir kişinin sahneye çıktığı ve gayet o anda aklına ne geliyorsa çalmaya başladığı Intro'lar oluyor. Genelde Zafer başlıyor Intro'ya ve sonrasında kendisine eşlik ediyoruz ama tüm müzik doğaçlama ilerliyor. Konserin en uzun kısmı oluyor ve sonra bir şarkıya bağlanıyor. Şu an yayınlanan en güncel kayıtta da bulunmakta. Various Artist - Track One isimli giriş parçamız olarak bakabilirler. 

Zafer: Mispis'in yapmış olduğu tek ticari hareket bu sanırım. Bizden önce sahne alan grup sahneden indikten sonra insanlar dışarıya çıkıyorlar. Ve biz sahneye kurulmaya başlıyoruz. Konser vakti gelmesine rağmen dinleyiciler henüz gelmemiş oluyor. Dolayısıyla sahneye çıkıyorum ve çalmaya başlıyorum. İnsanlar gelmiş ve o moda girmişken şarkıya geçmiş oluyoruz. 

Buse: O anki durumuma bağlı olarak soundcheck'e devam ettiğinizi düşünüp soluğu yeniden kapıda alabilirim. Benim gibiler de olur muhtemelen. 

Zafer: Anlam kaygısı taşımayan bir grup olunca yadırgamadan sonuna kadar öyle devam edebilirsin. Bu arada soundcheck'i yakalarlarsanız buyurun gelin; bizim soundcheck'lerin daha kalabalık geçtiği günler olmuştur. 

Kerem: Ama bunu bir geleneğe dönüştürmeyelim. (gülüşmeler)

Buse: Peki şarkı sözlerini kim yazıyor?

Zafer: Inferno'nun sözlerini Çağlar yazdı. (çok gülüşmeler) Eskiden Berk yazıyordu, şimdi herkes yazıyor aslında. Kerem'in başladığı ve hep birlikte tamamladığımız Mermaids var. Zafer'in yazdığı İngilizce şarkılar var. 



Buse: Müziğinizde bir dark side olduğuna inanıyorum ama sözleri/isimleri ''Domates'', ''Maşallah Jam'' veya ''Dinazor''... Bu motivasyonu nasıl elde ediyorsunuz?

Çağlar: Çok fantastik şeyler düşünmüyoruz aslında. Bu kafayı yakalamak için kullanılacak bir sürü yöntem var tabi ki.  

Berk: Çok düz mantık yaklaşmamız gerekirse Mispis'i Mispis yapan olay bu. 

Çağlar: Günlük muhabbetlerden çıkan sözler oluyor genelde. 

Zafer: Reçel yani ''Jam'' diye yayınladığımız şarkıların tamamı doğaçlama ortaya çıktı.

Buse: Peki Dark Side konusunda hem fikir miyiz?

Çağlar: Neşeli bir tavrı yok şarkıların. Dans ettirme amacı da yok. Bazı şarkılarda o buhran kafası devam ederken bir anda oynak ritimlere geçebiliyoruz. Onlar da zaten ironi oluyor. Özellikle buhran temelli olsun diye icra edilmiş parçalar olmuyor. 

Berk: Sebebi; temelde improvize ilerliyor oluşu olabilir. Doğaçlama işlerde içten gelen tüm duygular, travmalar yansıyor haliyle. 

Buse: Haliyle. Yeni albüm üzerine çalışmayı düşünüyor musunuz?

Zafer: Önemli bir değişiklik olmadığı sürece single'lar ve EP'ler yayınlayarak devam etmeyi planlıyoruz.

Berk: Albüm yapalım kaygısı gütmediğin sürece, albüm de ayağına gelmiyor. Belki bir zaman sonra çalışmalara başlayabiliriz, ancak henüz o ihtiyacı hissetmiyoruz. 

Buse: Alternatif sahnenin bir grubu olarak alternatif sahne hakkında ne düşünüyorsunuz? 


Berk: Politik bir süreç içerisindeyiz ve alternatif sahneyi etkiliyor bu durum. İnsanlar sigara içmek için konseri bırakıp dışarı çıkıyor. Bu, konsere gelen insan sayısını üçte bire düşürüyor. Ve bir çok grup da konserine gelen kişi sayısı az olduğu için daha fazla konser veremiyor. Bu değişimden mekanlarda, dinleyicilerde, gruplarda nasibini alıyor. Alternatif sahne fakirleşiyor, çeşit kaybına uğruyor, gruplardan uzaklaşıyor. İşin temelinde politik travmalar olduğundan dolayı biraz rahatsız edici bir durum söz konusu. Ama ben alternatif sahnenin bundan besleneceğine inanıyorum. Yaşanan bir çok sıkıntı ortasında Replikas, Nekropsi gibi isimler kazandı alternatif sahne. 

Kerem: Aslında artısı olan bir durum olmalı. Sanatçıysan ya da kendini sanatçı olarak görüyorsan buhran döneminden korkmaman ve üretmen gerekiyor. 

Zafer: Ama bu durum tüketim açısından baktığın zaman da zor görünüyor. Tüketimin hızlandığı ve her şeyin ömrünün kısaldığı bir devirdeyiz. Denklemler çok çabuk değişiyor. 

Buse: Dönemin son üretim/tüketim kavgası da bununla paralel Stream Savaşları. Thom Yorke'un Spotify'a açtığı savaş mesela. Alternatif sahneyi çok yakından ilgilendiren bir durum söz konusu. 

Kerem: Zamanında yaşanan Napster kavgasıyla aynı aslında. Buhranlar 10 senede bir tekrar etmeye başladı. Sadece hızla değişen bir döngü olduğu için tekrar etme sıklıkları azaldı. 

Zafer: Aslında Thom Yorke'un Spotify'e atarlanmasını anlayabiliyorum ve şu açıdan hak veriyorum: ''Bir söze bakarım söz mü diye, bir de adama bakarım adam mı?'' diye bir laf vardır ve Thom Yorke'un daha önce yaptıklarından- Radiohead'in albümünü ücretsiz dağıtması gibi- söylediklerine haklılık payı verebiliriz. Gerçi en çok parayı da o albümlerinden kazanmıştır. Ama burada ücretsiz dağıtırken birine para kazandırıyor mu? Hayır. Aradan herhangi bir şirkete para kazandırmıyor. Ancak Spotify'daki durum farklı. Grubun kendisi kar etmezken birileri kar ediyor bu durumdan. Spotify ve benzerleri çok güzel uygulamalar, mutlaka bu görüşe katılan da katılmayan da olacaktır ancak özgürce müzik dinlemeyi tekelleştiren uygulamalardan bahsediyoruz. 

Çağlar: Onların kurallarıyla oynuyorsun işte. Bedava müziğe hiçbirimiz karşı değiliz. Thom Yorke’un hareketine şu noktada katılıyorum; birinin tekeli yoluyla sana müzik sunuyorlar ve bundan bir kazanç sağlıyorlar. Sen premium olsan da, Spotify’a para versen de vermesen de onlar reklamlardan para kazanıyor. Bazı şeylerin senin kontrolünde olmaması ve bilmediğin şeylerin dönüyor olması güzel değil... Ama insanların birbirleriyle free müzik paylaşmasına, müzik dağıtmasına ve etkileşim içinde olmasına karşı değilim. Ama o birilerinin sana bir şey sunması olayına karşıyım.

Berk: Ben biraz da yöresel yaklaşayım konuya. Müzisyen ve sanatçı camiasında durum biraz daha ihtiyaç haline gelmiş halde. Yani İstanbul ve Türkiye kaynaklı alternatif müzik yapan insanlar olarak ihtiyaçlarımızı pratiğe dökmek gibi bir mekanizma oluşturmuş bir kitle değiliz. Güzel konserler veremiyoruz, çok çalamıyoruz, insanlara ulaştıramıyoruz gibi şeylerden şikayetçi olabiliriz en fazla. Fakat bunun en basit hali klanlaşmaktır. Senin gibi müzik üreten birkaç grupla çok güzel klanlaşabilirsin. Bir grup tek bir mekanda konser veremezken, 3 grup bir mekanda konser verip orayı doldurabilirsin. Veya 3 grup çok rahat turneye çıkabilirsin Türkiye’nin her yerinde ve konser vermek İstanbul’da Ankara’da İzmir’de Eskişehir’de olduğundan çok daha kolay. Çünkü insanlar çeşitlilik ile karşılaşamıyorlar. Büyük şehirlerde müzik dinlerken ve sahne seçerken biraz seçici davranıyoruz. Bizim bence müzik camiası olarak yapmamız gereken günümüz ihtiyaçlarını karşılamak ve bunlara karşı bir tepki oluşturmak için kendimize bir altyapı sağlamak. Bazen çok eşsiziz, hepimiz çok marjinaliz, hepimiz çok sanatçıyız, özgürüz. Dünya bir tarafıma Kasımpaşa, modundayız yani. Öyle olmaması da gerekebilir bir yerde. Olay rekabet değil. Sen çalma ben çalayım, senden daha iyi çalıyorum, bu adamın şarkısı niye böyle gibi muhabbetlerden çıkılmalı. 

Çağlar:  Önemli olan şey, bu konuda daha aktif olmaya çalışmak. Bu noktada o aktifliği, interaksiyonu korumaya çalışıyoruz. Beraber çalıştığımız herkesle çok samimiyiz, iyiyiz, severek dinleriz, olabildiğince destek olmaya çalışırız.

Berk: Hatta stüdyoya gelen bütün gruplarla da beraber çalarak tanıştık sanırım.

Buse: Kim bu gruplar? 

Zafer: Meriva var. Sakareller var..

Berk: Kırkbinsinek vardı, grup stüdyodan ayrılmadan önce. Ve Meriva zamanında Kinesis de vardı. Bu şekilde devam ediyoruz. Bu sadece stüdyo ortaklaşması değil, beraber konserler de veriyoruz. Neden bu kitle daha büyümesin, neden onlarca grup beraber hareket etmesin; aslında asıl muhabbet/dert bu. Bu konuda Peyote çok güzel bir ev mesela bizim için. Bir mabet hatta. Orada tanıştığın insanlar genelde çok iyi müzik yapan insanlar...Samimi müzik yapan, güncel, kaygısızca, kıra döke müzik yapan insanlar. O yüzden Peyote güzel bir mabet. Bu vesileyle Hakan Orman’ı da analım. Hakan Orman ilk demomuzu dinleyip bizi Peyote’ye kabul eden insandı...  Karşıda, Kadıköy tarafında da çok iyi, kemik bir kitle var aslında ama farklı kıtalarda olmamızdan mı süregeliyor bilmiyorum, biz orayla çok iletişim halinde değiliz.

Buse: Sizin gibi düşünen ama durumu aktive edemeyen pek çok grup var aslında. Bunun yanında sizinde çaldığınız diğer gruplar var. Yan projelerinizden bahsetmenizi isteyeceğim biraz da.

Zafer: Benim bir okul var yan projem bir türlü bitmeyen. Son dönemim. Bitireceğim inşallah. Matematik mühendisliği okuyorum İTÜ’de. İnşallah bitircem bu dönem. Çalışmaya başladım zaten. Yazılım geliştiriciliği. Onun dışında yan projem Nihil Piraye. Benim yan projem sayılmaz o, benim de dahil olduğum bi iş diyelim. Elektronik müzik yapıyordum bir ara, sonra bıraktım. Geri dönesim var. Öyle devam ediyoruz hayatımıza.

Kerem: Okul konusunda aynısını söyleyemeyeceğim. Akademik anlamda çok başarısızım. En azından bu aralar, son 3 senedir. Haliç Üniversitesi'ne hazırlık atlama sınavından sonra uğramadım. Şu an sadece askere gitmeyeyim diye kayıtlı duruyorum. Okula gitmediğim, işsiz güçsüz takıldığım bu 3 yılda çok fazla düşünecek, çok fazla yan proje yapacak zamanım oldu. Hello Soviet diye bi doğaçlama kayıt müziği projem vardı. İnsanları etrafıma toplayıp “Gelin abi stüdyoya gidelim” dediğim, toplayıp gidip çaldığım sonra da hiç acımadan çatır çatır yayınlayıp hiç bir gelir elde etmediğim bir projeydi. Sonra da biraz elektronik müzik çalayım dedim. Her zaman insanları toplamak zor olabiliyor. Evde çok vaktim vardı zaten ki çok vakti olan adam elektronik müzik çalabilir. Bunun üzerine İskeletor üzerine yoğunlaştım. Sanırım 1,5-2 yıldır çalıyorum. Tektosag plak şirketinin Koray Kantarcıoğlu'nun topladığı bir ekipti. Eskiden birlikte çalmıştık birkaç kere, Gözel Geceler'de. Daha sonra tekrar yolumuz kesişti. Böyle bir label kurduğunu gördüm. Sonra haberleştik. Bir İskeletor EPsi çıkarmak istedik, çıkardık. Davulun Sesi Soundsystem'i Koray Kantarcıoğlu kurdu ve o devam ediyor bir yandan. Onun dışında bir yaz boyunca gezdim. Müzik de yapmadım. Tembelliğin sınırlarını iyice zorlamakla ilgili bir yan projem var. Onu bitirmeye çalışıyorum.  Az kaldı. 

Çağlar: Müzik konusunda Nihil Piraye ile çalıyordum ancak yaşanan kişisel problemlerden dolayı grubu bırakmak zorunda kaldım. Okula devam ediyorum; İTÜ'de. Bir de çok güzel etobur bitki yetiştiriyorum. Tanesi ..  (gülüşmeler)

Berk: Ben de Nihil Piraye'deyim. Pastapasta var; Alper Güngörmüşler ile beraber evin salonunda kaydettiğimiz bir kaç şarkının ortaya çıkmasıyla oluşan bir yapılanma. Nihil Piraye'de roller biraz değişik; ben vokalim. Onun dışında okuldan çok da bahsetmeye gerek yok gibi.. Boğaziçi'nde bir şekilde devam ediyorum. Aslında kedim Marduk ve yavruları var yan proje olarak. 

Buse: Son olarak klişeden vazgeçmeksizin kimleri dinliyorsunuz/kimlerden etkileniyorsunuz?

Zafer, Berk, Kerem, Çağlar: 1, 2, 3 Zeki Müren (çok gülüşmeler)

Zafer: Herkes aslında çok farklı şeyler dinliyor.

Çağlar: Ama Radiohead, Mutemath gibi ortak dinlediğimiz gruplarda var. 

Berk: Bizden en çok etkilenen grup olarak Radiohead'i sayabiliriz!

Çağlar: Bu arada Kerem her grubu bilmesi/tanımasıyla ünlüdür.

Kerem: Her dönemden, her zamandan ve özellikle kötü gelen her şeyi dinliyorum. Yeni çıkan indie müziğin melezleşmesinden biraz sıkıldım o yüzden yeni çıkan grupları takip etmeyi bir süredir bıraktım. Ama yemek seçmem! Flying Lotus yarın ne çıkaracak diye merak etmeden de duramam. 

Çağlar: Benim daha farklı bir kafam var; The Beatles'ın deneysel kafaları, Pink Floyd'un ilk dönemleri her zaman etkilemiştir. Yeni dinlediğim gruplardan Mutemath ve Opposum'u söyleyebilirim. Bir ara Sex Machine Guns diye heavy metal menşeli bir grup dinliyordum. Güncelde takip ettiğim gruplar var  ancak hiç bir zaman ne kadar güncel olduklarını bilemedim. 

Berk: Ben müzik dinlemiyorum. 

Buse: İşte rockstar!

Berk: Hakikaten işin araştırma kısmında değilim. Arkadaşların kaynak gösterdiği gruplara takılıp kalabiliyorum bazen. Kerem'in tanıştırdığı CAN şu aralar sık sık dinlediğim gruplar arasında. Morphine'e çok sardım şu sıralar. Bir ara çok sempatik bir Nirvana dinleyicisiydim. Kimbra'yı takip ediyorum. Peyk, Rehber. Severek dinlediğim gruplardan. Levent Yüksel dinlerim. Korhan Futacı ve Kara Orkestra beni her zaman çok etkilemiştir. 

Kerem: Tüm grup için geçerli. Konserlerine en çok gittiğimiz gruptur Korhan Futacı ve Kara Orkestra. 

Zafer: The Ringo Jets var takip ettiğim/ettiğimiz gruplar arasında. Şunu da belirtmek gerekiyor: Peyote sahnesi her şeyden daha çok etkilemiştir bizi.  




Share This
Subscribe Here

0 yorum:

 
Avaz Avaz Dergisi

izliyorlardı

Avaz Avaz Copyright © 2011 BeMagazine Blogger Template is Designed by Blogger Template
In Collaboration with fifa