Yüzyüzeyken Konuşuruz'u dinliyor, yakından takip ediyorduk. Haklarında söylenenler, yazılanlar dolayısıyla da kafamızda ister istemez bir imaj çizmişlerdi. Ancak her şey daha farklıymış. Yaratıcılığı bir kenara bırakıyoruz ve evet, yüzyüzeyken konuştuk.
''Çay''lı röportajda çay meselesinden popülerleşen müziklerine, albüm sürecinden aslında yapmak istediklerine, Kadıköy Sound'una ve en önemlisi kendilerine dair sormadığımız soru kalmadı. Uzun uzun sohbet ettik, tanıştık ve Yüzyüzeyken Konuşuruz'u daha da sevdik.
Henüz bilmediğinize emin olduğumuz yönleriyle buyrun, Yüzyüzeyken Konuşuruz:
Buse: Yüzyüzeyken Konuşuruz nasıl başladı, neler oldu? Şöyle bir iki milyonuncu kez anlatabilir misiniz?
''Çay''lı röportajda çay meselesinden popülerleşen müziklerine, albüm sürecinden aslında yapmak istediklerine, Kadıköy Sound'una ve en önemlisi kendilerine dair sormadığımız soru kalmadı. Uzun uzun sohbet ettik, tanıştık ve Yüzyüzeyken Konuşuruz'u daha da sevdik.
Henüz bilmediğinize emin olduğumuz yönleriyle buyrun, Yüzyüzeyken Konuşuruz:
Buse: Yüzyüzeyken Konuşuruz nasıl başladı, neler oldu? Şöyle bir iki milyonuncu kez anlatabilir misiniz?
Kaan: Bir grubum vardı. Liseyi bıraktıktan sonraki dönemde çaldığım grubu da buhran dönemim dolayısıyla bıraktım. Bir sene boş boş evde yattım hiç bir şey yapmadım. Grup olma fikri korkuttu beni. O yüzden tek başıma çalıp söyledim ama kendi ismimi
kullanma durumu da korkutuyordu beni. Utanıyordum Kaan Boşnak olarak duyulmaktan. Bir
grup ismi bulduk arkadaşımla, bir proje ismiydi sadece. İsmin hikayesini de
soracak mısınız? (gülüşmeler)
Buse: Aslında anlatsanız ne güzel olur.
Kaan: Proje olarak düşündüğümüz proje için arkadaşla internette konuşuyorduk. Bir grup ismi arıyorduk. Bir iki saat şu olsun, bu olsun diye kafa patlattıktan sonra onra “Aman neyse, Yüzyüzeyken Konuşuruz boşver.” dedik. Öyle de kaldı. Ondan sonra bir buçuk sene tek başıma çalıp kaydetmeye, paylaşmaya devam ettim. Bu süreden sonra bir grup kurduk, arkadaşlar geldiler çaldılar. Sonra o ekiple de bir yılı aşkın bir süre çaldık. Sonra o düzen de dağıldı ve Enginlerle beraber bu albüm kadrosu oluştu. Stüdyoya girdik ve Evdekilere Selam albümünü hazırladık.
Buse: O yüzden o ilk çektiğin videolarda neredeyse sadece seni görüyoruz.
Kaan: Evet, o zaman bir grup değildik. Ben vardım bir de proje vardı. Projenin şarkılarıydı onlar.
Buse: Aslında Yüzyüzeyken Konuşuruz’un altında baya felsefe aramıştım. Çünkü sosyal medyaya çok bağlı olan hayatlarımıza dem vuruyor; yüz yüze iken konuşalım, sosyal medya üzerinden konuşmayalım gibi... Samimiyet, içtenlik ve benzeri duygularla yoğrulmuş bir felsefe...
Kaan: Kim ne mesajı almak isterse alabilir ama bizim illaki şu mesajı dayatalım gibi bir fikrimiz olmadı.Biz de şikayetçiyiz aynı şeylerden. O felsefe bizim için de geçerli ama grubun ismi o amaçla konulmadı, bir amaç yoktu yani. İnsanlar istediği mesajı alabilir, alıyorlar da zaten. Benim hiç aklıma hayalime gelmeyecek şeyler söyleniyor bu grupla ilgili. Gerçekten çoğu şeyle alakası bile yok. Sadece isim.
Buse: Peki grubun bir derdi var mıydı ilk başta, bir tavrı veya bir çıkış amacı?
Kaan: Tamamen kişiseldi. Çok sıkıntılar yaşıyordum. İnsanlarla çok konuşmuyordum.İletişim problemleri yaşıyordum. O yüzden şarkılar bir kaçış oldu. Derdimi daha iyi anlatabilmem için bir kapı açıldı, onu kullandım.
Buse: Peki bu kişisel başlangıcın bu noktaya geleceğini hiç düşündün mü? Zira senin yaşadıkların da bir çok insanla paylaşılabilir halde.
Kaan: Düşünmemiştim ama çok da yadırgamadım çünkü bir anda patlama olmadı. 3 yıl içinde yavaş yavaş, her gün yeni insanların keşfetmesiyle bu duruma geldi. Eğer iki günde binlerce tıklanan bir grup olsaydık ben de “Dur şimdi, n’oluyoruz ?” derdim ama uzun zaman içinde olduğu için alışma sürecimiz de oldu. Hiç böyle bir şeyler oldu da biz ne olduk tribine girmedik çünkü bu süreçte her şeyin farkındaydık. Balon sistemi değildi yani. Çok yavaş bir şekilde ilerledi her şey.
Burak: Projeye başlamadan önce de sanırım Tumblr gibi sosyal paylaşım sitelerinde yazıyordun.
Kaan: Tumblr da yazmıyordum, Blogspot’ta yazıyordum. Blog kültüründen geliyorum, edebiyatla uğraştığım zamanlar oldu. Sonra Yüzyüzeyken Konuşuruz’u kurunca da bir internet sitesi açmam gerekti. İnternet sitesi açmanın o ince ayrıntılarını bilmiyordum. Çevremde de o işlerden anlayan grafik tasarımcı arkadaşım yoktu. En kolay şekilde bir şey yapmayı düşündüm. O da tumblr üzerinden bir sayfa satın alıp onu internet sitesi olarak kullanmaktı. Ama o da yanlış anlaşıldı, tumblr kızlarına yönelik bir hamleymiş gibi oldu. Öyle bir şey yok, sadece siteye ihtiyacımız vardı. (gülüşmeler)
Buse: Çünkü ellerinin altında internet var ve dolayısıyla talepleri veya değil her şeye ulaşımları çok kolay. Bir arkadaşlarının bir şey paylaşması, onların da gruplardan haberdar olmasına yardımcı oluyor.
Engin: Yapan taraf olup da böyle oturup kendimizi izleyince komik şeyler de görüyoruz. Çok komik bence. Çatışma kısmı çok komik.(gülüşmeler)
Buse: Bu durum biraz alternatif sahnede de var belki de. Yani demek istediğim müziği Taksim, Kadıköy ve janralar arası ayırmak gibi. Siz de mesela işin Peyote çatısı değil de daha çok Kadıköy kısmında gibi görünüyorsunuz.
Kaan: O taraftan da değiliz aslında. Lokasyoncu değiliz. Sadece müzik yapıyoruz. Şöyle açıklayabiliriz: Ben edebiyatçıyım, Engin müzisyen. Bu güçleri birleştirince çok acayip şeyler çıkıyor ortaya. Bir lokasyona indirgemeye gerek yok bunu. Aslında bizi en çok sevmeyen insanlar Kadıköy’de yaşıyorlar. O yüzden bizim Kadıköy’de bir grup olmamız çok zor. Orada bizi dışarı itiyorlar, denize döküyorlar.
Kaan: Ben işin başında Yüzyüzeyken Konuşuruz’a Kadıköy Sound derken aslında dalga geçiyordum. Sonra o bir şekilde ciddiye alındı. Kadıköy Sound diye bir şey yok ki! Kadıköy Sound, Demirhan Bayram’la Cenk Taner’in oturup içki içerken geyik yaparken ortaya attıkları bir söz. İncelediğimizde sınırları da yok aslında. O sadece bir kafa hareketi. Ama Türkiye’de müzik akım ve türleri o kadar gelişmedi. Sadece rock, alternatif rock, pop rock diye ayrılıyor. Yani bu sistemde bizim de bunu şu rock, bu rock diye ayırmamıza çok fırsat yok. Amerika’da yaşıyor olsaydık diyeceğimiz şey 60’lar psychedelic folk yapıyoruz olurdu. Ama şu an Türkiye’de 60’lar folk yapıyoruz diyebileceğimiz bir ortam yok. Hayalimiz de 60'lar döneminde yapılmış psychedelic akımdan beslenerek müzik yapmak. Tam olarak hedefimiz de bu bizim.
Buse: Öyleyse Kadıköy Sound'u unutuyor, yarın bir gün Yüzyüzeyken Konuşuruz'u bir janra ile anmak istediğimizde psychedelic rock diyoruz.
Engin: Onu yarıda kalmış, tamamlanamamış, hakkını görmemiş bir dönem olarak gördüğümüz için biz de bunu devam ettirmek istiyoruz.
Kaan: Tabi, zaten çok uğraştık. İki ara yüz değiştirdi Yüzyüzeyken Konuşuruz. En başında yalnızdım, sonra bazı arkadaşlarım geldi. Onlarla bir sene çaldık olmadı. Onlarla da ayrılmak zorunda kaldık. Bayağı bir uğraştık bir sound çıkartabilmek için ve son formunu aldı grup. Çünkü baktığımızda şarkılar ne kadar güzel olursa olsun, canlı performanslarda insanlara bir sound verilmesi gerekiyor.İnsanların o sound ile tatmin olması gerekiyor. Mesela canlı performanslarımız çok kötü olduğu için ilk konserlerimizde hep eleştirildik.Ama kötüydü gerçekten, yapamıyorduk. Evde kaydedilmiş şarkıları aynı şekilde konserlerde sunamıyorduk dinleyicilere. Bunun üzerine çalıştık ve albümle beraber bir sound çıkardık ortaya. Artık konserlerde de o sound üzerinden çalıyoruz. Bunda Engin’in de çok büyük etkisi oldu, Burak’ın da. Burak basçımız, aynı zamanda yapımcımız. Bobrock kendisi. (gülüşmeler)
Engin: Çok oturup düşünmedim açıkçası. Çok araştıran, çok müzik dinleyen bir insan değilim bu da öz eleştiri olsun. Ben tanıdıktan sonra içine girmeye başladım gerek sound gerek atmosfer olarak. Güzel oldu sanırım, ben öyle düşünüyorum. Kendi açımdan bakıp yorum yapmam, ama bunda yapayım.
Buse: Aslında anlatsanız ne güzel olur.
Kaan: Proje olarak düşündüğümüz proje için arkadaşla internette konuşuyorduk. Bir grup ismi arıyorduk. Bir iki saat şu olsun, bu olsun diye kafa patlattıktan sonra onra “Aman neyse, Yüzyüzeyken Konuşuruz boşver.” dedik. Öyle de kaldı. Ondan sonra bir buçuk sene tek başıma çalıp kaydetmeye, paylaşmaya devam ettim. Bu süreden sonra bir grup kurduk, arkadaşlar geldiler çaldılar. Sonra o ekiple de bir yılı aşkın bir süre çaldık. Sonra o düzen de dağıldı ve Enginlerle beraber bu albüm kadrosu oluştu. Stüdyoya girdik ve Evdekilere Selam albümünü hazırladık.
Buse: O yüzden o ilk çektiğin videolarda neredeyse sadece seni görüyoruz.
Kaan: Evet, o zaman bir grup değildik. Ben vardım bir de proje vardı. Projenin şarkılarıydı onlar.
Buse: Aslında Yüzyüzeyken Konuşuruz’un altında baya felsefe aramıştım. Çünkü sosyal medyaya çok bağlı olan hayatlarımıza dem vuruyor; yüz yüze iken konuşalım, sosyal medya üzerinden konuşmayalım gibi... Samimiyet, içtenlik ve benzeri duygularla yoğrulmuş bir felsefe...
Kaan: Kim ne mesajı almak isterse alabilir ama bizim illaki şu mesajı dayatalım gibi bir fikrimiz olmadı.Biz de şikayetçiyiz aynı şeylerden. O felsefe bizim için de geçerli ama grubun ismi o amaçla konulmadı, bir amaç yoktu yani. İnsanlar istediği mesajı alabilir, alıyorlar da zaten. Benim hiç aklıma hayalime gelmeyecek şeyler söyleniyor bu grupla ilgili. Gerçekten çoğu şeyle alakası bile yok. Sadece isim.
Buse: Peki grubun bir derdi var mıydı ilk başta, bir tavrı veya bir çıkış amacı?
Kaan: Tamamen kişiseldi. Çok sıkıntılar yaşıyordum. İnsanlarla çok konuşmuyordum.İletişim problemleri yaşıyordum. O yüzden şarkılar bir kaçış oldu. Derdimi daha iyi anlatabilmem için bir kapı açıldı, onu kullandım.
Buse: Peki bu kişisel başlangıcın bu noktaya geleceğini hiç düşündün mü? Zira senin yaşadıkların da bir çok insanla paylaşılabilir halde.
Kaan: Düşünmemiştim ama çok da yadırgamadım çünkü bir anda patlama olmadı. 3 yıl içinde yavaş yavaş, her gün yeni insanların keşfetmesiyle bu duruma geldi. Eğer iki günde binlerce tıklanan bir grup olsaydık ben de “Dur şimdi, n’oluyoruz ?” derdim ama uzun zaman içinde olduğu için alışma sürecimiz de oldu. Hiç böyle bir şeyler oldu da biz ne olduk tribine girmedik çünkü bu süreçte her şeyin farkındaydık. Balon sistemi değildi yani. Çok yavaş bir şekilde ilerledi her şey.
Burak: Projeye başlamadan önce de sanırım Tumblr gibi sosyal paylaşım sitelerinde yazıyordun.
Kaan: Tumblr da yazmıyordum, Blogspot’ta yazıyordum. Blog kültüründen geliyorum, edebiyatla uğraştığım zamanlar oldu. Sonra Yüzyüzeyken Konuşuruz’u kurunca da bir internet sitesi açmam gerekti. İnternet sitesi açmanın o ince ayrıntılarını bilmiyordum. Çevremde de o işlerden anlayan grafik tasarımcı arkadaşım yoktu. En kolay şekilde bir şey yapmayı düşündüm. O da tumblr üzerinden bir sayfa satın alıp onu internet sitesi olarak kullanmaktı. Ama o da yanlış anlaşıldı, tumblr kızlarına yönelik bir hamleymiş gibi oldu. Öyle bir şey yok, sadece siteye ihtiyacımız vardı. (gülüşmeler)
Buse: Evet, mesela benim de Yüzyüzeyken Konuşuruz ile ilk tanışmam tumblr üzerinden olmuştu. ''Bu grup dashboard'u anlamlı gifleriyle dolduracak!'' dediğimi ve bu süreci belki uzatabilirim diye paylaşmaktan çekindiğimi. Çok net hatırlıyorum.
Kaan: Gruba kendine saklama, direk yaftalama olayından ben
de korkuyordum. Genç neslin
çok sahipleneceği ve o yüzden eski dinleyenlerin sırt çevireceği bir grup
olmak fikri beni rahatsız eden düşüncelerden biriydi. Sonra düşündüm: Demek ki ortada güzel bir şey var ve herkes dinliyor, gençler büyüklerine özeniyor ve onlar da dinliyor. Yeni nesilde lise bir-ikinci sınıf öğrencileri Joy Division dinliyorlar. Neden
Yüzyüzeyken Konuşuruz dinlemesinler ki? Yüzyüzeyken Konuşuruz’u liseliler
dinlerse kalitemiz mi düşecek? Hayır, hoşlarına gidiyor ve sadece dinliyorlar.Yapacak bir şey yok. Bar
konserlerine gelemiyorlar zaten niye şikayet ediyorlarsa? Bir nesil de bunları dinleyerek büyüyecek. Ondan önceki nesil
Demet Akalın, Serdar Ortaç dinleyerek büyüdü ama şimdi popüler olan bu. Gençler
bunları dinliyorlar ve bu çok heyecan verici bir şey. Neden kötü bir şey olsun
ki? Hepimiz ergen olduk. Ve yeni
jenerasyon çok da acayip, her şeyi biliyor, her şeyden haberdar.
Buse: Çünkü ellerinin altında internet var ve dolayısıyla talepleri veya değil her şeye ulaşımları çok kolay. Bir arkadaşlarının bir şey paylaşması, onların da gruplardan haberdar olmasına yardımcı oluyor.
Burak: Ben
de bu sene girdim üniversiteye. Yüzyüzeyken Konuşuruz’u lisede öğrenmiştim. Hala
da arkadaşlarımla grubu dinliyoruz, konuşuyoruz.
Buse: Canlı örnek. (gülüşmeler)
Buse: Canlı örnek. (gülüşmeler)
Kaan: Peki sen
şikayet ediyor musun liseliler dinliyor diye?
Burak: Hayır, öyle bir şikayetim yok. Ama genelde dinleyiciler sahiplenir Yüzyüzeyken Konuşuruz’u.
Kaan: Ben onu desteklemiyorum çünkü bir kesim sahiplenince o kesimin diğer dinleyicilerle arasında çatışmalar çıkıyor.
Burak: Sahiplenmek derken saklamayı, kimse bilmesin çabaları içinde olmayı kastettim.
Kaan: Evet, o bizi birazcık yoruyor. ''Biz neden müzik yapıyoruz?'' sorusunu çok fazla sormaya başladık çünkü kendimiz müzik yapıyorduk ve sonra mesele abartılınca ne olduğunu bir süre anlayamadık. Ama müziğin bir matematiğinin olmaması gerekiyor.
Burak: Hayır, öyle bir şikayetim yok. Ama genelde dinleyiciler sahiplenir Yüzyüzeyken Konuşuruz’u.
Kaan: Ben onu desteklemiyorum çünkü bir kesim sahiplenince o kesimin diğer dinleyicilerle arasında çatışmalar çıkıyor.
Burak: Sahiplenmek derken saklamayı, kimse bilmesin çabaları içinde olmayı kastettim.
Kaan: Evet, o bizi birazcık yoruyor. ''Biz neden müzik yapıyoruz?'' sorusunu çok fazla sormaya başladık çünkü kendimiz müzik yapıyorduk ve sonra mesele abartılınca ne olduğunu bir süre anlayamadık. Ama müziğin bir matematiğinin olmaması gerekiyor.
Engin: Yapan taraf olup da böyle oturup kendimizi izleyince komik şeyler de görüyoruz. Çok komik bence. Çatışma kısmı çok komik.(gülüşmeler)
Buse: Bu durum biraz alternatif sahnede de var belki de. Yani demek istediğim müziği Taksim, Kadıköy ve janralar arası ayırmak gibi. Siz de mesela işin Peyote çatısı değil de daha çok Kadıköy kısmında gibi görünüyorsunuz.
Kaan: O taraftan da değiliz aslında. Lokasyoncu değiliz. Sadece müzik yapıyoruz. Şöyle açıklayabiliriz: Ben edebiyatçıyım, Engin müzisyen. Bu güçleri birleştirince çok acayip şeyler çıkıyor ortaya. Bir lokasyona indirgemeye gerek yok bunu. Aslında bizi en çok sevmeyen insanlar Kadıköy’de yaşıyorlar. O yüzden bizim Kadıköy’de bir grup olmamız çok zor. Orada bizi dışarı itiyorlar, denize döküyorlar.
Buse: Daha önce böyle bir yorum veya açıklamaya rastlamamıştım. Neden böyle düşünüyorsun?
Kaan: Çünkü Kadıköy’ün kendi tayfası çok kendini beğenmiş bir tayfa. Genelde etrafındaki işlere fazla önyargılı davranıyorlar. Önyargı da dünyanın en iğrenç, en saygı duyulmayacak hareketlerinden birisi olduğu için böyle düşünüyorum.
Buse: Aslında sizden Kadıköy Sound’u tanımlamanızı isteyecektim. Çünkü sizin için yazılan tüm bilgilerde, adeta bir hashtag olarak Kadıköy Sound var.
Kaan: Çünkü Kadıköy’ün kendi tayfası çok kendini beğenmiş bir tayfa. Genelde etrafındaki işlere fazla önyargılı davranıyorlar. Önyargı da dünyanın en iğrenç, en saygı duyulmayacak hareketlerinden birisi olduğu için böyle düşünüyorum.
Buse: Aslında sizden Kadıköy Sound’u tanımlamanızı isteyecektim. Çünkü sizin için yazılan tüm bilgilerde, adeta bir hashtag olarak Kadıköy Sound var.
Kaan: Ben işin başında Yüzyüzeyken Konuşuruz’a Kadıköy Sound derken aslında dalga geçiyordum. Sonra o bir şekilde ciddiye alındı. Kadıköy Sound diye bir şey yok ki! Kadıköy Sound, Demirhan Bayram’la Cenk Taner’in oturup içki içerken geyik yaparken ortaya attıkları bir söz. İncelediğimizde sınırları da yok aslında. O sadece bir kafa hareketi. Ama Türkiye’de müzik akım ve türleri o kadar gelişmedi. Sadece rock, alternatif rock, pop rock diye ayrılıyor. Yani bu sistemde bizim de bunu şu rock, bu rock diye ayırmamıza çok fırsat yok. Amerika’da yaşıyor olsaydık diyeceğimiz şey 60’lar psychedelic folk yapıyoruz olurdu. Ama şu an Türkiye’de 60’lar folk yapıyoruz diyebileceğimiz bir ortam yok. Hayalimiz de 60'lar döneminde yapılmış psychedelic akımdan beslenerek müzik yapmak. Tam olarak hedefimiz de bu bizim.
Buse: Öyleyse Kadıköy Sound'u unutuyor, yarın bir gün Yüzyüzeyken Konuşuruz'u bir janra ile anmak istediğimizde psychedelic rock diyoruz.
Engin: Onu yarıda kalmış, tamamlanamamış, hakkını görmemiş bir dönem olarak gördüğümüz için biz de bunu devam ettirmek istiyoruz.
Buse: Müziğinizin alt yapısında öyle bir tını var zaten. Ama sözleri Türkçe olunca bir çok dinleyici için ''rock''tan öteye gidemiyor.
Kaan: Türkiye’de
yapıldı aslında ama başarılı olamadı. Anadolu pop diye bir akım çıktı. Cahit Berkay’ın
söylediğine göre Anadolu pop akımı aslında pop müzik değilmiş. Andy Warhol'un pop anlayışıyla birleştirmişler. Anadolu pop diye bir akım çıkmış ortaya ama Türkçe
sözleriyle, bu coğrafyanın türkülerinden psychedelic rock yapıyorlar. Ondan sonra anadolu rock
müziği günümüz gençliği tarafından kokan çorap muamelesi gördü. Avrupa menşeli topluluklar kendi partilerinde Erkin Koray, Selda Bağcan çalmaya başlayınca da bu akımın değerini anladılar.
Buse: Evet madem
Türkçe şarkı dedik, sözlerdeki bu motivasyonu nasıl elde ediyorsun? İçindeki genç nerede?
Kaan: Hep
söylüyorum; bunlar benim yaşadığım şeyler değil. 21 yaşındayım, o kadar çok şeyi
nasıl yaşamış olabilirim? Sadece birazcık izlemek, okumak, görmek, onlarla
alakalı olanları birleştirebilmek, biraz da bir şeyler yazıp çizme yeteneği
varsa insan onları bir araya getirebiliyor. Ama ben bu zamana kadar kendime ben
edebiyatçıyım, ben şairim, ben müzisyenim demekten utandım, çekindim. Çünkü
insanlar çok acımasızca eleştirebiliyorlar böyle şeyleri. Ben eğer edebiyat ile ilgilenip edebiyat okuyorsam ve
müziğimin içinde insanları etkileyen bir şey varsa, ben de o işin içindeyim,
uğraşıyorum.
Ama nasıl yaptığım/yazdığım konusunda hiç bir fikrim yok. Şarkı yapmaya
otururum, yapamam. Saatlerce uğraşırım veya bazen haftalarca uğraşırım yapamam. Ama
bir gün gelir otururum 15 dakikada bir şarkı yazarım, hit olur. Hiç bildiğim
kullandığım bir yöntemim yok. Allah vergisi (gülüşmeler)
Buse: Evet, bir
de belki grup arkadaşlarının sonrasında sana kattığı çok şey
olmuştur.
Kaan: Tabi, zaten çok uğraştık. İki ara yüz değiştirdi Yüzyüzeyken Konuşuruz. En başında yalnızdım, sonra bazı arkadaşlarım geldi. Onlarla bir sene çaldık olmadı. Onlarla da ayrılmak zorunda kaldık. Bayağı bir uğraştık bir sound çıkartabilmek için ve son formunu aldı grup. Çünkü baktığımızda şarkılar ne kadar güzel olursa olsun, canlı performanslarda insanlara bir sound verilmesi gerekiyor.İnsanların o sound ile tatmin olması gerekiyor. Mesela canlı performanslarımız çok kötü olduğu için ilk konserlerimizde hep eleştirildik.Ama kötüydü gerçekten, yapamıyorduk. Evde kaydedilmiş şarkıları aynı şekilde konserlerde sunamıyorduk dinleyicilere. Bunun üzerine çalıştık ve albümle beraber bir sound çıkardık ortaya. Artık konserlerde de o sound üzerinden çalıyoruz. Bunda Engin’in de çok büyük etkisi oldu, Burak’ın da. Burak basçımız, aynı zamanda yapımcımız. Bobrock kendisi. (gülüşmeler)
Buse: Engin, Yüzyüzeyken
Konuşuruz’a katkıda bulunmadan önce yani grupla çalışmaya başlamadan önce ne düşünüyordun grup hakkında?
Engin: Çok oturup düşünmedim açıkçası. Çok araştıran, çok müzik dinleyen bir insan değilim bu da öz eleştiri olsun. Ben tanıdıktan sonra içine girmeye başladım gerek sound gerek atmosfer olarak. Güzel oldu sanırım, ben öyle düşünüyorum. Kendi açımdan bakıp yorum yapmam, ama bunda yapayım.
Buse: Çünkü
tanışma evresi olmuştur, belli zaman geçirmişsinizdir birlikte. Ve tüm çalışmaların sonunda bir ışık vardır, artık grup son formunu almıştır.
Engin: Işık
görme işi yok bende. Işığı görünce yaratıcı taraf bitiyor. Tamam, oldu falan yok
asla. Ben hala kendi gitarlarımı
dinlemiyorum eleştirmekten. Bu durumdan da memnunum.
Kaan: Biz
kendimize çok takık insanlarız. Yaptığımız hiç bir şeyi dinleyip “ Mükemmel, işte bu!”
diyemiyoruz. Çünkü çok fazla tedirginiz müzik konusunda. Bu da birazcık kaygı
aslında. Beğenecekler
beğenmeyecekler kaygısı mı, yoksa kendimizle alakalı bir tatmin noktası, kendi
egomuzla alakalı bir şey mi? Ne düşünüyorsun?
Engin: Benim egomla alakalı olabilir, seni bilmiyorum ama.(gülüşmeler)
Engin: Benim egomla alakalı olabilir, seni bilmiyorum ama.(gülüşmeler)
Kaan: Bütün
şarkıları Kaan yapıyor. (gülüşmeler)
Engin: Hiç bir zaman tamam biz ''Sound’u yaptık, tamam mükemmel. Şimdi bunun ekmeğini yiyelim.
Bu Sound’a 5 şarkı daha çıkaralım..'' demedik. Hala tatmin olamayıp
deniyoruz.
Kaan: Bir de albümdeki şarkıları çalmaktan sıkıldık.O albüm bitti bizim için. Sürekli
aynı 10 şarkı. Zaten 6 aydır albüm kaydı
meselesindeyiz. Albümdeki şarkıların öncesinde de 1 yılları var.
Burak: Albümde yer alan şarkılardan önce yayınladığınız eski şarkılar da vardı. Bu sebepten dolayı mı eski şarkılara albümde yer vermediniz?
Kaan: Aynen öyle. Ama önümüzde 5 yıllık bir albüm projesi var. 5 yılda 5 albüm çıkartacağız. O 5 albümün içinde de eski şarkıların hepsini her birine üçer tane şarkı koyarak tamamlamayı düşünüyoruz. Ama genel olarak bundan sonraki albümlerin hepsi yeni şarkılardan oluşacak. Kimsenin dinlemediği şarkılar olacak. Ben öyle bir stratejik hata yapıyorum. Şarkıyı yayınlamadan önce şarkıyı kendi evimde demo olarak kaydedip kendi Soundcloud hesabımdan paylaşıyorum. İnsanlar dinliyor. Ondan sonra albümde dinleyince beğenmiyorlar. Bu hatayı yapmayacağım artık. Belki yine eleştirecekler ama olsun.
Kaan: Aynen öyle. Ama önümüzde 5 yıllık bir albüm projesi var. 5 yılda 5 albüm çıkartacağız. O 5 albümün içinde de eski şarkıların hepsini her birine üçer tane şarkı koyarak tamamlamayı düşünüyoruz. Ama genel olarak bundan sonraki albümlerin hepsi yeni şarkılardan oluşacak. Kimsenin dinlemediği şarkılar olacak. Ben öyle bir stratejik hata yapıyorum. Şarkıyı yayınlamadan önce şarkıyı kendi evimde demo olarak kaydedip kendi Soundcloud hesabımdan paylaşıyorum. İnsanlar dinliyor. Ondan sonra albümde dinleyince beğenmiyorlar. Bu hatayı yapmayacağım artık. Belki yine eleştirecekler ama olsun.
Burak : Şarkıların ve sözlerinin bir anda aklına geldiğini söylemiştin. ''Albüm
yapacağız, şarkı çıkarmalıyız.'' düşüncesi seni/sizi sıkıştırıp zora sokar mı ?
Kaan : 5 yılda 5
albüm çıkartmak gibi bir zorunluluğumuz yok, bu sadece bir hedef. Zaten bir şey
akarken o kovayı doldurmak da önemli. Sonuçta sürekli yapıyoruz. Sürekli bir
aradayız, sürekli enstrümanlarımızlayız, başka işimiz gücümüz yok. Güya
ben okuyorum ama okula gitmiyorum. Sürekli müzik yapıyorum. O müzik yapılırken
de, hazır şarkılar da varken kayda girmek önemli. Kayda girdiğimizde biz 4-5 ay
geçirmiyoruz. Teker teker kaydetmiyoruz. Aynı anda oturup çalıyoruz, canlı
kaydediyoruz o yüzden hazır şarkılar oluyor. Albümde illa 10 şarkı da olmasına
gerek yok. 6 şarkılık bir albüm yaparız. Olduğu kadar yani.
Buse:
İlk EP’niz ''Birkaç Yıl Sonra Utanılacak
Şarkılar''. Gerçekten utandığınız şarkınız var mı dönemde?
Buse:
Şarkılar demişken albüme geçiş yapmak istiyorum. Kayıt süreci nasıldı? Kimlerle
çalıştınız?
Kaan:
Bir gün evde oturuyordum. Burak Güngörmüş’ten – Fono Müzik’ten- bir mail aldım.
Aynen ‘’Gençler albüm yapmak ister misiniz?’’ diye yazıyordu. Hakan Abi (Hakan
Özer) albümün sanat yönetmenliğini yaptı. Hakan Abi bizim şarkıları Burak’a
dinletmiş. Burak’da hemen albüm yapaşım bu çocuklara diyor onun üzerine.
Mailler, görüşmeler derken arkadaş olduk, çok sevdik birbirimizi. Ondan
yaklaşık 2 ay sonrada grubun son halini tamamladık ve şarkıları seçtik,
stüdyoya girdik. Asıl kayıtlarımız üç gün sürdü bizim. Sonrasında mix’leri
aldık, dinledik. Neresinin olup olmadığı konusunda tartıştık ve yaptığımız
kayıtların üzerinde küçük düzenlemeler yaptık. Gitar ve vokallerin bazılarını
değiştirdik. Araya Gezi Parkı
dönemi/olayları girdi. O sırada mix/mastering süreci oldu. Asıl
hedefimiz albümü haziran başında yayınlamaktı ancak Gezi olaylarından dolayı
ertelendi. Eylül sonunda yayınladık.
Albümde davulları Oğuz Kon çaldı, şu an konserlere
de birlikte çıkıyoruz. Klavyeleri de Oğuz çaldı. Elektrik gitarları Engin çaldı, akustikleri
de ben çaldım. Vokallerde ben vardım. Bas gitarı Burak çaldı. Kayıtlarımız
Ergin Abi, Ergin Özler yaptı, Deneyevi Stüdyosu’nda. Emre Niaşncı ve Garip
Özden albümün ses teknisyenleri olarak çalışan arkadaşlarımız. Emre hala
konserlerimizde ses tekniyesliğini yapıyor. Engin ve ben bazı şarkılarda Teoman
Kumbaracıbaşı’nın amfisini kullandık. Öyle yani. Arkadaşlarla birlikte kolektif
bir iş oldu.
Buse:
Harika. Peki albümden nasıl bir reaksiyon alıyorsunuz?
Kaan:
İlk dinleyici kitlemiz şarkıları çok fazla beğenmedi. Alıştıklarından farklı
tınlayan bazı sesler yüzünden hala eski kayıtları dinlemeyi tercih ediyorlar
ama Yüzyüzeyken Konuşuruz’u ilk defa dinleyen insanlar çok beğenmişler albümü.
Müzik yazarları albüm hakkında güzel yorumlarda bulundu. Hoşumuza gidiyor bu durum
tabi ister istemez. Albümün beğenilmesi gayet güzel.
Buse: Peki albüme nasıl ulaşabiliyoruz?
Kaan: Paranız yoksa Youtube’dan dinleyebiliyorsunuz
ama paralıysanız iTunes’dan indirimli olarak satın alabiliyorsunuz. Normal
fiyatıyla da D&R, Mephisto gibi müzik marketlerden alabiliyorsunuz.
Fizy’den de dinleyebilirsiniz. Öyle faşistlik yapmıyoruz. Para vermeden de
herkes dinleyebilir albümü.
Buse: Ya da konserlerde canlı dinleyebiliriz tabii.
Kaan: Tabi ki, buyurun gelin.
Buse: Bu arada Gezi sürecindeki ‘’Sen Taştan Biz
Ağaçtan’’ çok başarılıydı. Hem durumu hem de hissettiklerimizi şarkıda
bulabiliyorduk ki çok da sevildi. Zira kaos döneminde müzisyen korkmaktan
çok, üretmeli diye düşünüyoruz. Alternatif sahnede bunun gibi çok güzel
örneklere rastladık.
Kaan: O şarkıyı yaparken aslında içerikten çok
sound’a dikkat etmiştik. ‘68 Amerikan gençliğinin Vietnam ile alakalı yaptığı
şarkılar gibi, The Doors’un şarkılarına bir göndermeydi sound olarak. ’68 Amerikan psychedelic - politik
müziğin esinlenmesiydi. İçerik de güzel oldu ancak yayınlanma süreci geç oldu.
Çünkü o sırada gerçekten Gezi’nin içindeydim. Birebir sahadaydım ve eve gidip
şarkı yapma fırsatım olmadı. Olayların üzerinden 1-2 hafta geçtikten sonra eve
gidip üzerine düşünebildim. Öyle ortaya çıktı. Gezi olayları güzel bir
olgunlaşma sürecini beraberinde getirdi. Aydınlanma Çağı gibiydi. Siyasetin
Gezi’deki hali gençleri her açıdan besledi.
Buse: Aynen öyle. Oradaki ruh, atmosfer, düşünce
bambaşkaydı. Çok şey öğretti, kattı. Peki alternatif sahne ile başlamışken;
alternatif sahne iletişiminiz nasıl?
Kaan: Yüzyüzeyken Konuşuruz hakkındaki yorumları
okumuşsunuzdur. Bizi en çok benzettikleri/örnek gösterdikleri grup Büyük Ev
Ablukada. Bu durumu bazı açılardan kabul ederken bazı açılardan reddediyorum.
Büyük Ev Ablukada, bugün, bu jenerasyon için bir kapı açtı. Bize gaz veren grup
oldu aslında. Hepimizin bunu kabul
etmesi gerekiyor. Ama baktığımız zaman Yüzyüzeyken Konuşuruz’un ya da Halimden
Konan Anlar’ın ya da Yok Öyle Kararlı Şeyler’in aslında çok da fazla müzikal
benzerlikleri yok. Sadece bir jenerasyon var ortada. Jenerasyon hareketi. Gezi
Parkı gibi. O yüzden bu gruplar birbirinin çakması demek yerine aslında saygı
duymak gerekiyor. Bu durum haricinde kendi jenerasyonumuza baktığımızda benim
çok sevdiğim, grup olarak da çok başarılı bulduğumuz isimler tabi ki var. Birkaç
isim dışında diğerlerinin hepsi çöp!
Buse:
Çok iddialı oldu bu yahu.
Kaan: Ama bizim jenerasyondan bahsediyorum; Halimden
Konan Anlar, Can Güngör, Rehber, Nihil Piraye, Peygamber Vitesi… Eski
topraklardan da say say bitmez; Nekropsi – ki en başarılı grup benim için - , DDR, Cemiyette Pişiyorum… Cemiyette Pişiyorum dinleyerek büyüdüm ben. Deli
Gömleği aynı şekilde, çok severim. Ama onlar bizi sevmez, ne yazık ki.
Buse: Neden öyle düşünüyorsun?
Kaan: Bilmiyorum, popçu olarak görüyorlar bizi belki
de. (gülüşmeler)
Buse: Siz popçu değilsiniz ama yaptığınız müzik
ister istemez popülerleşiyor. Belki bu yüzdendir.
Kaan: Evet, ne yazık ki böyle algılar oluyor.
Buse: Yine isimlerden gidecek olursak, kimlerden
etkileniyorsunuz?
Kaan: The Black Angels ve Allah-las yeni
jenerasyondan etkilendiğim isimler. Eskilerden de Nick Cave tabi ki çok değerli
ve beni etkileyen söz yazarlarından birisi. Bob Dylan, Mark Lanegan yine çok sevdiğim
isimlerden. Ama söz yazımı konusunda en çok etkilendiğim kendi topraklarımdan
isim Cenk Taner, Kesmeşeker.
Engin: Yüzyüzeyken Konuşuruz müziği için bende etki
uyandıran grup Hariçten Gazelciler oldu. Sadece onu söyleyebilirim herhalde.
Buse: Yüzyüzeyken Konuşuruz yurt dışına açılmayı
düşünüyor mu?
Kaan: Dünyayla paralel bir akımda görüyoruz
Yüzyüzeyken Konuşuruz’u, 60ths Royal akımında. Eğer o akımın Türkiye’deki
yansıması olarak bakar dinleyiciler, bizi elbet göreceklerdir indie folk,
psychedelic folk akımında. Bu noktada tabiki açılabiliriz dünyaya ancak kendi
dilimizi kullanrak müzik yapıyoruz. Kendi coğrafyamızdan ekleyerek üretiyoruz.
Bu yüzden Batı tarafından ilgi çekme şansı var. Bu durumdan umutluyuz. Sadece
Batı değil, komşu ülkelerden de bizi dinleyenler var. Azerbeycan, İran, Rusya
ve Yunanistan’da dinleyici kitlesi edindik. Sanıyorum yakın zamanda
Azerbeycan’a konsere gidebiliriz.
Buse: Gittiğiniz yerler de besler
müziğinizi.
Kaan: Evet. Geçenlerde de Meksika’da 15-20 kişinin dinlediği/takip ettiği verilerini
gördük. Amerika’da da - 10 adet sanırım -
iTunes üzerinden albüm satın alınmış. Bu tarz veriler de mevcut. Nerede
ne oluyor, kimler dinliyor, takip ediyoruz çünkü müziğinin ne kadar insana
ulaştığını bilmek heyecan verici bir olay. Üstelik bu aşamadayken yurt dışında
konser verecek olma fikri çok heyecanlı.
Buse: Tabiki. İster istemez insanı daha çok motive
eder. Burada bencilliğimi devremeye sokuyor ve Avrupa Yakası’nda daha çok
konser vermeniz gerektiğine inanıyorum.
Burak: Kadıköy grubu gibi algılamakla da alakalı
sanırım.
Kaan: Evet, bir yerde daha çok çalıyoruz gibi bir algı var ama işin gerçeği bu tarafta
2 konser veriyorsak Kadıköy’de 1 konserimiz oluyor. Geçen sene de öyleydi.
Burada Hayal Kahvesi’nde, Kadıköy’de Karga’da çalıyorduk. Zaten Kadıköy’de
maddi bir şeyler bekleyerek konser vermiyoruz. Bizim bir evimiz var: Karga.
Çalarsak sadece orada çalıyoruz. Kadıköy’de arkadaşımın çalıştığı bir kitap
evinin, Hayal Yayınları’nın tiyatro salonu açma gibi bir projesi var. Tiyatro
Seyirlik diye bir yer açacaklar Rexx’in sokağında. Kadıköy’ün büyük bir tiyatro
sahnesi olacak. Sanıyorum Süreyya Operası’ndan sonra gelen en büyük sahnelerden
biri olacak. Orada bie akustik konserimiz olacak ve konserde yaş sınırlaması
olmayacak. Bizi dinleyen 18 yaşından küçük dostlara hediye mahiyetinde
katılabilecekleri bir akustik konser yapacağız. Sonrasında da hep Beyoğlu’ndayız
herhalde. 6 Aralık’ta Bronx’tayız. Henüz netleşmeyen Babylon, Salon konserleri
de olacak. Şu sıralar İstanbul dışına ağırlık verdik. Küçük çaplı bir turne
üzerinden konserlerimiz olacak. O yüzden İstanbul’a çok yoğunlaşamıyoruz ama
turne bitince İstanbul’da da büyük konserler olacak.
Buse: Yüzyüzeyken Konuşuruz dışında hayatlarınız
nasıl gidiyor?
Engin: Çalışıyorum, gitar dersi veriyorum, kağıt
üzerinde de bir okuduğum bir okul var. Onun dışında da pek bir şey yapmıyorum.
Kaan: Ben de okuyorum, Marmara Üniversitesi’nde Türk
Dili ve Edebiyatı. Ama iş güçten dolayı okula pek gidemiyorum. Derdim mezun
olup diplomayı almak değil de derslere gidip yeni şeyler öğrenmek. Çünkü edebiyatın
dersleri çok zevkli oluyor. Bir de yazı çizi meseleleri…
Burak: ‘’Yüzyüzeyken Konuşuruz hayatımızın tümü
değil.’’ demiştiniz. Ve müzik ve sanatla iç içe yaşayan insanlarsınız.
Kaan: Evet, hayatımızın odak noktası değil. Bizi dinleyenlerin
yükledikleri kadar büyük anlamlar yüklemiyoruz. Beraber olmak ve beraber
çalmaktan çok memnunuz, güzel bir iş yapıyoruz, eğleniyoruz.
Engin: Yüzyüzeyken Konuşuruz’u sahiplenmiyoruz
raddesinde değil de insanların yüklediği anlamlara bakınca bu durumu bazen
komik buluyoruz.
Mesela ‘’çay’’ meselesi… Birkaç şarkıda
şarkıyı güzelleştirsin, keyif katsın diye sembol minvalinde kullanılmış bir
sözcükken dinleyiciler bir anda çay modası başlattılar.
Engin: Akşama kadar çay içiyoruz gibi düşüncelere
kadar yol aldı.
Kaan: Bu durum rahatsız eden bir meseleye dönüşmeye
başladı. Çayı severiz ama çaycı adamlar değiliz. Biraz da bizim şanssızlığımız
oldu. Yeni çıktığımız zamanlarda Leyla ile Mecnun çayı çok popüler bir hale
getirmişti. Yüzyüzeyken Konuşuruz’un da birkaç şarkısında çay geçiyor diye o
akımda biz de nasibimizi aldık. Ama aslında onunla paralel olmayan bir durumdu.
Buse: Çay meselesi sonunda gerçek yüzünü ortaya
çıkardı. Son olarak; albüm hayatınızda ne gibi değişikliklere sebep oldu?
Kaan: Albümle birlikte bazı formaliteler oluştu
hayatımızda. Bir kısmı da samimiyetten uzak. Bunları gören insanlar da ‘’Ünlü
oldular ve tavırları değişti.’’ yorumunda bulunabiliyor. Aslında öyle bir şey
yok. Sürecin büyük kısmı formalite. Bir konserde güzel giyinmek ve güzel fotoğraflar
çekilmek, bir albümün getirdiği formalitelerden… Albümü yayınladık diye bu
kadar üzerimize gelinmesinin bir manası yok! Albüm sadece bir kartvizit. Belki tamam,
endüstrinin malı olduk ancak bu endüstrinin içinde hala aynı insanlarız. Endüstrinin
bizi kendine benzetmesi gibi bir durum söz konusu değil. Dinleyiciler neden/niçin
bizi seviyor, takip ediyorlarsa, hala öyle devam ediyoruz. Ve bu leş endüstrinin
içinde biz de varız; bizim gibilerin sesi var. Meclise girmek gibi bir şey.
Sırrı Süreyya Önder’in mecliste olması gibi bir durum.
0 yorum:
Yorum Gönder