7 Mayıs 2010 Cuma

Röportaj: Post Dial



"Elektronik enstrümanlar kullanarak içimizden ne geliyorsa o müziği yapıyoruz."

Post Dial için göğsümüzü gere gere Next Big Thing diyoruz ve demeye devam edeceğiz. Ancak bu Yiğit Bülbül ve Sinan Tinar ikilisinin bundan sonra neler yapabileceğini önceden kestirmek epey zor. Kısaca şöyle diyelim; onlar İstanbul'un underground kültürünün önemli bir parçası olmakta.

Bir kere daha hatırlatalım: You Are Not Alone isimli son EP'lerini postdial.net'ten ücretsiz indirebilirsiniz. Ama önce Post Dial'la yaptığımız sohbetin keyfini çıkarmanızı diliyoruz.



İpek Burcu Şaşmaz: Yeni EP'nin hikayesini anlatabilir misiniz? İlk EP'nin üzerinden kaç sene geçmişti?

Yiğit Bülbül: 3 sene geçmişti. İlkini yaptığımızdaki süreçle bu çok farklıydı. İlkinde farklı zamanlarda, farklı mekanlarda -bazen benim, bazen Sinan'ın evinde- kaydettiğimiz şarkılarımız vardı. Daha sonra şarkıların tükendiği anda elimizdekilerin hepsini paketleyip yayınlamıştık.

Sinan Tinar: O dönemde zaten bir senedir ortaya çıkan şarkıları paketleyip “Hadi, EP yapalım!” dediğimiz bir durumdaydık. Bu seferki tamamen farklı oldu. Bunda elimizde şarkılar vardı zaten. Yeni bestelerimizi konserlerde çalıyorduk ve o çalma sürecinde de şarkılar çoğaldılar. Sonuçta dört tane şarkı bir araya geldi.

Yiğit: Daha fazla şarkı da vardı ama bunlar kendi içinde çok güzel bir şekilde macunlanmış ve bir arada tınlayan, belli bir dönemi yansıtan, kavrulmuş ve yoğurulmuş şarkılardı.

Sinan: Onları alıp stüdyoya girdik ve stüdyoda bunları kaydetmek üzere işe başladık. Ama o dört şarkıyı nasıl kaydedeceğimizi bilmiyorduk. Çünkü biz o şakıları canlı çalmak için optimize etmiştik. Çalarken insanların buna nasıl patlayacağını, nasıl eğleneceğini düşünerek onları aranje etmiştik. Daha sonra stüdyoda insanlar onları bu haliyle dinlemesinler, biz bunları daha dinlenebilir hale getirelim dedik.

Yiğit: Gerekirse canlı performanslarda yine öyle çalarız. Ama adama evde pazar sabahı kahvesini içerken 12 dakikalık bir tekno patlaması dinletmenin de alemi yok diye düşündük. Normal bir insanın şarkılarımızı her ortamda, her şekilde güzel bir müzik olarak kulaklığıyla dinleyebilmesini amaçladık.

Burcu: O zaman ilk EP'den tam olarak bu yönüyle ayrılıyor, sanırım.

Yiğit: İlk EP'den çok, şarkıların canlı hallerinden böyle ayrılıyor aslında. Şarkılar daha makul hallere geldi.

Sinan: Bir de stüdyodaki imkanlar çok daha fazla oluyor. Bir şarkıyı canlı çalarken sadece iki elin, iki ayağın bir de ağzın var ve ona göre düşünüyorsun ama stüdyoda birçok şey kaydedebiliyorsun. Katman katman, dikey bir şekilde çıkabiliyorsun şarkılarda. Biz de öyle şeyler yapmaya başladık. Şarkıları daha çok işleyelim, daha çok ses olsun, daha katmanlı olsun diye uğraştık. O da canlı hallerinden oldukça ayırdı şarkıları. Bir de dört tane şarkı var demiştik ama onların arasına da dört tane başka şarkı girdi. Onlar da albüm bir bütün olsun, play'e bastıktan sonra bitene kadar bir akış sağlasın, belli bir ruh hali versin istedik.

Yiğit: Bu ara şarkıları kullanmamızın bir sebebi de stüdyoya ilk defa girmemiz. Daha önce yalnız takılan, yatak odalarında kayıt yapan iki heriftik. İlk defa stüdyo ortamına girdik ve çok güzel insanlarla tanıştık, bir yaşanmışlık bıraktık orada. Çünkü orada yaşadık biz, sabah akşam ordaydık ve orada işin eğlencesini de çalışmasını da yaptık. Stüdyodaki herkes de müzisyen olduğu için hemen hemen her an jazz veya raggae’den elektronik patlamalara kadar bir çok ses vardı stüdyoda. Bu yaşanmışlığı da bir şekilde EP'ye aktaralım istedik.

Sinan: Bu EP sonuçta bizim bu dönemimiz hakkında bir belge niteliği de taşısın diye düşündük. “You Are Not Alone” konsepti de buradan geliyor aslında. Artık iletişim halinde olduğumuz daha büyük bir topluluk var. Türkiye'de neler oluyor neler bitiyor daha çok haberdar hale geldik ve bütün bu deneyimler bütünleşsin, bir araya gelsin istedik.

Burcu: Sanırım dünyadaki olaylarla da daha bağlantılı olmanızı sağlamış bu gelişme. Böylece siz de EP’nin hazırlanması dışında, dinleyiciyle buluşmasını da dünyadaki gelişmeler doğrultusunda yaptınız.

Yiğit: Onların hepsi destekleyici şeyler işte. Albümü ücretsiz dağıtmamız, plak şirketiyle anlaşmamamız vb. Plak şirketleriyle de konuştuk bu albümü basalım mı ne yapalım diye. Ama artık bu albümün ruhu buysa, bunu insanlarla paylaşmak istiyorsak biz, ulaşabileceğimiz kadar insana araya saçma sapan şeyler sokmadan direk bir şekilde ulaşalım istedik.

Burcu: Artık daha enstrümantal bir kadro görüyoruz. Saksafon, koro ve birsürü başka enstrüman var. Bunlar da mı bu gelişmelere paralel oluştu?

Sinan: Bunlar zaten bizim kafamızda olan şeylerdi. "Post Dial sadece drum machine’ler ve synthesizer kullanan bir gruptur" diye bir iddamiz yok. Yiğit zaten yıllardır trompet çalıyor. Farklı enstrümanlarla yolumuz sık sık kesişiyor. Albümde saksafonları çalan Emir (Erünsal)'le de uzun zamandır bir şeyler yapalım diyorduk. Stüdyoya girmemiz bizim bunları yapabilmemiz için bir imkan sağladı.

Yiğit: Daha önce biz saksafon ya da bir kontrabas kaydetmek istesek ne saksafonumuz ya da kontrabasımız vardı, ne bunları kaydedecek odamız vardı.

Sinan: Konuk müzisyen çağırdığımızda ne yapacaktık? “Akşama odama gel kaydedelim.” demek olmuyor. Stüdyodayken çok daha rahat oluyor. Bu hep kafamızda vardı ama stüdyo ortamı bizim bunu daha rahat gerçekleştirmemizi sağladı.

Burcu: Üstünden de geçtiniz biraz ama artık daha rock tınlayan bir sound’unuz var. Ne değişti bu süreçte?

Yiğit: Bu tabii, biz artık elektroniği bıraktık rock müziğe döndük, demek değil. Stüdyoda bulunduğumuz dönemki ruh hali ve o dönem dinlediğimiz şeylerin sonucu şarkılar bu şekilde çıktı. Elektronik hiçbir şey koymamak gibi duvarlar da örmedik.

Sinan: Yıllardır “Canlı davul kaydı yapmak istiyorum.” diyip duruyordum ama bu kaydı yapamıyorsun evdeyken. Biraz rock sound’una dönmesinde onlar da önemli etkenler oluyor. Cayır cayır gitar çalamıyorsun, sesini kısmak zorunda kalıyorsun. Salonda ancak sessiz sessiz synthesizer kaydediyorsun, vokal kaydediyorsun öyle bir sound çıkıyor. Stüdyoda daha organik, daha rock tınlayan bir şey ortaya çıkıyor.

Yiğit: Stüdyoda sesi sonuna kadar abanıp gitarı öyle çalarak kaydetmenin zevki başka. İşte salonda ezik ezik, saat 11 olmuş komşu kızar mı acaba diye sesi yarıma getirip orada kaydedince ne o şekilde albüme aktarabiliyorsun onu, ne de çalabiliyorsun zaten. Böyle olacağına hiç olmasın diyorsun davul veya gitar.

Burcu: Peki bu değişimlerin sonucunda çıkardığınız EP için nasıl tepkiler alıyorsunuz?

Sinan: Oldukça iyi tepkiler alıyoruz şu ana kadar. En iyisi şu oldu, biz şarkıları yaparken elimizde farklı farklı dört tane şarkı vardı. Next Big Thing disko, pop bir şarkı; Get It punk, rock bir şarkı; Sway nasıl bir şarkı bilmiyoruz ama bu şarkıyı yapabildiğimiz kadar değişik bir şarkı yapalım dedik; Will You Let Me Sleep için daha natürel, daha katmanlı olsun diye uğraştık. Sonunda fark ettik ki insanlar bu şarkıları tam da bizim planladığımız şekilde algıladılar aslında. Kimisi Next Big Thing'i radyoda ya da DJ sette çalıyor, ki istediğimiz oydu. Will You Let Me Sleep, herkesi daha çok etkiliyor, Sway herkese ilginç geliyor, o şarkıyı dinleyip “Aa, neler oluyor, neler yapmışlar!” şeklinde ifade ediyorlar. Get It de işte kulağına yapışıyor birinin ve gidiyor. Şarkılar amaçladığımız yerlere gittiler.

Yiğit: Bu şarkıların farklı versiyonlarını oluştururken korktuğumuz, daha doğrusu merak ettiğimiz bir şey vardı. Biz ilk EP'den sonra da aramızda konuşurken bu şarkılar ne kadar birbirlerinden farklı olsalar da ortada bir Post Dial sound’u, kokusu, tadı bir sebepten var gibi geliyordu. Acaba bu ilüzyon mu diye kafamızda sorguluyorduk. Bu şarkıları yaptıktan sonra da insanlardan “Bu şarkılar birbiriyle çok uyumlu, birlikte çok güzel akıyorlar.” şeklinde bir şeyler duymak bizi çok mutlu etti. Çünkü biz öyle olması için de çok özen gösterdik.

Sinan: Albümü internetten yayınladık ve iki bin civarı kişi şu ana kadar download etmiş. Biz bunu herhangi bir şirketten fiziksel olarak basmış olsaydık zaten bin tane basacaktık ve bu kadar insana bu kadar kısa süre içerisinde ulaşamayacaktık. Çok çok iyi bir rakam elde ettik yani. Ayrıca geçen Dogzstar konserimizde Dogzstar'ın da bilet rekorunu kırmışız o gece. Magazinsel bir bilgi ama bakınca iyi bir şey.

Berhan Şenyazar: NTV bile haberinizi yaptı. Pek rastladığımız bir şey değil aslında.

Sinan: Aslında bu, Türkiye'de işlerin nasıl yürüdüğüyle ilgili güzel bir örnek. Tanıdıkla oluyor bu işler. Biz NTV'de bizi haber yapan kişiyi tanımıyoruz ama işte şöyle bir şey var baksanıza deniyor, beğeniyorlar birden ve yazılıyor. Bize ilginç gelen ayrıyetten şu vardı. Basında yer almak için insanların bizimle ilgili bir şey düşünmesini, üretmesini bekliyorduk. Artık biz bir basın yazısı yazıp insanlara gönderiyoruz ve her yerde o yazı çıkıyor. İnsanlar üşeniyorlar yeni bir şey üretmeye.

Burcu: Bundan iki yıl önce sizinle konuştuğumuzda biz müziğimizi yaparız, o giderse kendiliğinden bir yerlere gider diye düşünüyordunuz. Artık basında sıkça yer alıyorsunuz ve sanki artık işin ucunu biraz daha kovalayan bir çizgidesiniz.

Sinan: Aslında hala aynıyız. Basında yer almak basit, yüzeysel bir şey aslında.

Berhan: Ama Dogzstar'ın rekorunu kırmanızı bunlara da bağlayabiliriz.

Yiğit: Önceki rekor da geçen seneki ilk konserimizdi. (gülüyor)

Burcu: Biraz BÜMK'ün, Boğaziçi'nin de dışında çıkmış oldunuz bu gelişmelerle.

Sinan: Biz hiç “Boğaziçi'li grup” olmadık zaten. Boğaziçi Üniversitesi bizi pek benimsemedi.

Yiğit: Boğaziçi'nde kime sorsan Jukebox'u bilir ama bizi sorsan BÜMK'ün yeni nesli bilmiyordur gibi geliyor bana.

Berhan: Boğaziçili olmak sıfatı sizin zaten pek kullanmak istemediğiniz bir şey sanırım.

Sinan: İstemediğimiz demeyelim de, gerek olmadığını düşünüyoruz demek daha doğru.

Berhan: Genelde insanlar Boğaziçi Üniversitesi'nden bahsettikçe okulda daha bir popülerleşiyorlar. Karşılıklı reklam gibi oluyor.

Sinan: Yani o tür bir reklamı BÜMK’ün kullanması daha uygun. Bize yarayan bir şey değil bu. Boğaziçi'nden olmanın ne önemi var ki? Sadece ben ÖSS'de yüzde 10'luk bir dilim içindenim demek. Başka bir faydası var mı? Bir de kedilerle haşır neşir olduk hayat boyu. (gülüyoruz)

Burcu: Peki müziğinizi tanıtırken neleri referans gösteriyorsunuz?

Yiğit: Bizim tek dediğimiz şu: Biz o steril elektronik gruplarından değiliz. Bizde deli gibi punk damarı var. Ama şarkılarımız elektroniğe fazla kaçabiliyor zaman zaman. Bu yüzden referans aldıklarımızı anlatırken hiçbir zaman sıralayıp geçemiyorum. Açıklaması beş cümle falan sürüyor.

Sinan: Janr üstünden yapılan spesifik tanımlamaların pek önemi yok. Elektronik enstrümanlar kullanarak içimizden ne geliyorsa o müziği yapıyoruz. Özünde bu.

Berhan: Yaptığınız işi benzettiğiniz gruplar kimler?

Yiğit: Aslında onu söyleyemiyor olmamız iyi bir şey. İlk EP'de sayıyorduk işte Primal Scream, New Order, Depeche Mode üçlüsünü çat diye koyuyorduk. Ama bu EP'de bu yaşa kadar ne dinlediysek, nelerden ilham aldıysak, bir şekilde bir araya getirip, damıtıp, damlalar halinde geri aldığımız bir şey oldu. Benzetemiyorum yani ben pek spesifik bir şeye.

Sinan: Albümün akışı Blur'un 13 albümüne benziyor. Basarsın play'e ve akar gider.

Yiğit: Spiritualized'ın Songs in A&E albümü de öyle.

Sinan: Veya Ladies and Gentlemen We Are Floating in Space'i. Yani bir albüm olarak bölemeyeceğin bir şey istiyorduk.

Yiğit: Ve böyle bir albüm yapalım dediğimizde onlardan oldukça faydalandık.

Sinan: Bir noktada organik sound’la, elektronik diyebileceğimiz, daha sentetik sesleri bir araya getirmiş grupların hepsi bize etki etmiş olabilir. Sound olarak böyle bir çizgimiz var. Şarkı yazarlığı olarak neredeyiz bilemiyorum ama...

Berhan: Grup dışında nelerle uğraşıyorsunuz?

Burcu: (Yiğit'e) Sen hala mezun olamadın. (gülüyoruz)

Sinan: Bunu söyleyen ilk insan.

Yiğit: Evet, hala mezun olamadım. Okulla pek ilişkim yok ama. Sadece sınav dönemleri gidiyorum. Zaten tecrübe geliyor belli bir şeyden sonra. Çocuklar burdan çıkar diye arkadaşlarla çalışırken soru gösteriyorum ve hakikaten sabahına çalışmayla artık ortalamanın üstüne not alabiliyorum. Bunun dışında pek bir işim yok. Çok yoğunduk zaten beş aydır, hiçbir şey yapamadım.

Sinan: Ben çalışıyordum bir dönem, sonra bıraktım. Daha doğrusu ofise gitmeyi bıraktım diyebiliriz. Sonuçta son beş aydır hayatımda hiçbir şeye çalışmadığım kadar yoğun bu EP için çalıştım. Sabah kalkıp evden stüdyoya gidiyorsun, akşam yorgun argın geri dönüyorsun, uyuyorsun, belki bir gün mola veriyorsun, hafta içi, hafta sonu çalışıyorsun, yüzlerce mail atıyorsun, PR için, ses kaydı için, performans için uğraşıyorsun. Her şeyinden tuttuğumuz için bir taraftan çok yoğun bir işti.

Burcu: Bu emeğin sonucunda oluşan işten memnun musunuz?

Yiğit: Çok memnunuz. Zaten memnun olmamız için bu kadar zaman aldı. İlk başta aslında biz eylülde giriyorduk, işte ekim ortası-kasım başı çıkıyorduk, EP ve konserlerle beraber. Sonuçta her şey içimize sinsin noktasına geldik ve süreyi uzattık.

Sinan: Kendimize dair bir takım soru işaretlerimiz vardı. İyi sound yapmak, iyi kayıt yapmak, belirli bir standardı aşmak, piyasaya albüm sunmak gibi nasıl yapılacağını tam bilmediğimiz şeyler vardı. Bu EP biraz anaokulu gibi oldu. İlk göz ağrımız, ilk adam gibi stüdyoda kayıt yaptığımız, ilk adam gibi monitörler koyarak mix’lediğimiz, PR'ı, görselleriyle uğraştığımız, teaser’ından posterlerine kadar ilgilendiğimiz bir deneme tahtası gibi oldu. Şimdi bakınca yeni bir EP yapsak yaparız diyoruz. Kaydını da yaparız, PR'ını da, kimseye ihtiyacımız yok.

Berhan: Yurt dışındaki indie piyasasına sunmak için kafanızda bir şeyler var mı?

Sinan: Var. Ama biraz ağır kaldık o konuda. Şimdi ilk yapacağımız blogosfer’e haber salmak böyle bir şey var diye. İkinci şey de festivallerde yer almaya çalışmak. Onun dışında La Blogotheque ve takeawayshows.com'la etkileşimimiz oldu. İki hafta önce o ekip buraya geldi ve bizi, Yora'yı, Baba Zula ve Gevende'yi çektiler. Yakında öyle bir video internete düşecek.

Burcu: İletişimi nasıl kurdunuz?

Sinan: Yora'dan Akif (Yerlioğlu) onları takip ediyordu oldukça. Davet etmiş mail yoluyla. Onların da zaten bir sponsor kapsamında dünyanın birkaç şehrinde çekim yapma fikirleri varmış. Akif'in davetiyle düşünceleri birleşti ve geldiler. Gelmeden önce tabii oldukça sıkı bir araştırma yapmışlar. Kimler var kimler yok diye. Ellerinde bir liste vardı çekim yapmak istedikleri. Bir kısmını aradık gelmediler, çekim yapılamadı. Bir kısmı geldi ve böyle bir organizasyon oldu.

Yiğit: Devamlı tanıştığımız insanlar oluyor Avrupa'dan ama bir anda Avrupa'ya açıldık herkes bizi dinliyor diye bir şey yok. Yavaş yavaş oluyor.

Sinan: O bir fantezi zaten; Avrupa'yı fethettik, Avrupa bizi dinliyor fantezisi. Sen kendi ülkende işini yap, Avrupa'nın gözü sana dönsün. Bunun yolu da burda kaliteli işler çıktığını onlara göstermek. Bu da medya, artık en basiti internet aracılığıyla oluyor.

Yiğit: Yine eş dost orada da önemli. O ona söylüyor, o ona söylüyor. Tanınıyorsun o şekilde.

Sinan: Dünya indie network'ü diye bir şey var sonuçta. Fransa, New York, Texas, Londra gibi birbirine zincirlenen bir network var. Türkiye'yi de bunlardan biri gibi gösterebilirsek, Paris'e elektronik bir şeyler dinlemek için giden insanlar Türkiye'ye de bir sebepten gelebilir. Türkiye'yi o zincirin bir parçası yapmak önemli olan. Post Dial da umarım bunun öncülerinden olur.

Burcu: Bir de Türk müziklerinden beslenen bir grup değilsiniz. Yüzünüz batıya daha dönük.

Yiğit: Etkilendiğin, büyüdüğün çevreye alakalı. Etkilenmiyoruz demek beğenmiyoruz demek değil ama biz doğduğumuzdan beri Muazzez Abacı'dan çok Beatles'la Pink Floyd'la büyüdüğümüz için böyle. Bu sonradan karar verilen bir şey değil.

Sinan: “Türkiye'deyiz, bu toprağın müziğini yapmamız gerekiyor.” diye bir kaygımız da yok. O yüzden geriye dönüp Muazzez Abacı'ları da hatmetmedik. Bunları müziğimize nasıl dahil ederiz diye bir şey düşünmedik. Neysek oyuz gibi. Türkiye zaten çok katmanlı bir yer. Burada yaşayıp tam Türk olan da var, böyle yarı-Türk veya tamamen Batı özentisi olan insanlar da var. Biz de bu katmanlardan birindeyiz. Ayrıca Türk ezgileri, enstrümanları kullanmanın ticari olarak önce çıkan bir yanı da var. İşte o biraz yavan bizce, hiç hoşumuza gitmiyor. “Bu müziğe de darbuka koyalım, Avrupalılar bunu etnik müzik kontenjanından satın alsınlar.” demek ya da Türkiye'de çok satabilmek için bir tane halk şarkısını alıp cover yapmak gibi...

Yiğit: İşin garip kısmı Baba Zula bunu yaptığı zaman x insanına göre onlar çok daha dürüst oluyor çünkü bu topraklardan beslenip modern şeylere katmış olarak değerlendiriliyor. Ama biz hiç dürüst değil, para kazanmak için özenti müzik yapıyor oluyoruz.

Sinan: Zaten Tükiye'ye baktığında herkes Baba Zula gibi de değil yani. Daha arada kalmış insanlarla dolu. Herkes oradan buradan beslenmiş, 80'lerden beri aşırı Batı etkisiyle yoğurulan bir ülkeyiz. Hepimizin çocukluğunda, gençliğinde Batı kaynaklı şeyler var. Varlığını inkar etmektense onları kabul etmek gerekiyor.


Share This
Subscribe Here

0 yorum:

 
Avaz Avaz Dergisi

izliyorlardı

Avaz Avaz Copyright © 2011 BeMagazine Blogger Template is Designed by Blogger Template
In Collaboration with fifa