19 Mayıs 2010 Çarşamba

"Bir Yolculuğa Çıkarsam Yanıma Alacağım 3 Şey..."

Bunu hep yapmak istemiştim.

Diş fırçası? Tamam. Mixtape? Tabii ki. Güneş kremi? O da tamam. Su? Of…Yine almayı unutmuşum. Böyle de bir özelliğim var işte, minik detaylarla uğraşmakla o kadar meşgulüm ki. Su gibi, onsuz yapamayacağım bir şeyi yanıma almayı akıl edemeyebiliyorum. İğne-iplik bile var yanımda, o derece. Yol uzun olmasa susuzluğa dayanılabilir belki ama 24 saat sürecek yolculuk. Neyse, mola verdiğim ilk yerde alırım birkaç şişe.

You’re in my head, you’re in my heart; too busy to stop, too late to start.
Looking For Water - Alex Parks



Hep hayalini kurmuştum arabayla uzun bir yolculuk yapmanın. Amerikan filmlerinin öğrettiği birkaç şeyden biri de buydu: Road Trip. Thelma and Louise’deki gibi Büyük Kanyon’dan atlamak da vardı Thunderbird’le ama ne henüz o kadar cesurum, ne de bir Thunderbird’üm var. Öyle ya da böyle, heves etmiştim bu yolculuk için. En yakın arkadaşımın son dakikada ayağı kırılmasaydı, hayat daha güzel olabilirdi. Onu alçılarıyla baş başa bırakıp, bu yolculuğa tek başıma çıkmaya kalkmam, vicdan olduğunu tahmin ettiğim iç sesimin ‘Nasıl arkadaşsın sen?’ söylemlerine aldırmayarak ‘Böyle karar vermiştik, onunla başka zaman bir daha yaparız’ cevabını vermem, yine hep bu saçma karakterimdendi. Kararı vermiştim, planlarda ufak değişiklikler olsa bile, kimse beni durduramayacaktı.

I'm a racing car passing by like Lady Godiva, I'm gonna go go go; there's no stopping me!
Don't Stop Me Now - Queen


Bagajın kapağını kapadım. Artık her şey hazır. Hem belki böylesi daha iyi olur, diye düşünüyorum bir yandan da. Kafam o kadar karışıktı ki, belki de buna ihtiyacım vardı. Uzaklaşmaya. Tek başıma olmaya. Kalabalıkları sevsem de, kuru gürültüleri sevmem. Çünkü kendi sesimi duyamam o zaman. Düşüncelerim hep başkalarının gürültüleri içinde kaybolur. Bu sefer nefes almaları için bir şans veriyorum onlara işte. Ah, bu halim nereye varacak bilmiyorum. Devamlı düşünmek bir yana, kafamda sürekli bir anlatıcı var. Ve ben bir şeyleri yaşarken, bir şeyler olup giderken, bu ses hep anlatıyor yaşadıklarımı. Sadece bana. Başka kimseye değil. Delirmek değil bu, hayır. Olayları farklı açıdan görmemi sağlıyor, kendi gözlerimin görebildiğinin ötesine geçiyorum; perspektif değişiyor, resim büyüyor.

And who cares, divine intervention? I wanna be praised from a new perspective. But leaving now would be a good idea, so catch me up, I’m getting out of here.
New Perspective - Panic at the Disco


Yola çıkalı 2,5 saat olmuş bile. Mola vermemin zamanı geldi sanırım, hava bayağı sıcak, susuzluk çekilmiyor. Gördüğüm ilk benzincide iniyorum. Sıcaktan, yine filmlerdeki o romantik havayı vermek için boynuma bağladığım eşarp fazla geldi, ensemde biriken ter damlacıklarından anlıyorum bunu. Halbuki amacım sadece rüzgarda uçuşmasını sağlamaktı, başka bir şey değil. Yalnız su almakla kalmıyorum tabii, bilumum yiyecek: ton balıklı sandviçlerden (bayılırım), yemeyi hep sevdiğim ama fiyatı diğerlerine göre çok daha pahalı olan cips (bugün her istediğimi yapabilecek kadar şımarığım) ve birkaç paket çikolata. Hani şu içi çilekli olanlardan.

Cold, cold water what you say? It's such, it's such a perfect day.
Strawberry Swing - Coldplay


“Yolculuğunun bir sona ulaşması iyidir, ama sonunda önemli olan, yolculuğun kendisidir’’. Yıllar önce bir kitapta okumuştum bu sözü. Hayatımı bir yolculuk olarak gördüm, bir sona ulaşacaktı elbet ve ben o sonu göremeyecektim çünkü ölmekle meşgul olacaktım. Fakat önemli olan yaşayabilmekti, yaşamayı bilmekti. Bilmek garip bir laf tabii, el kitabı yok ki bunun. İnsan istediğini yaptığı sürece, kendine inandığı ve kararlarına güvendiği sürece, verdiği kararlar doğru olmasa da pişman olmadığı sürece ve en önemlisi, zevk aldığı sürece yaşıyordu. Boş bir kağıttı eline verilen, sayısız renkte kalemi vardı. İstediği hikayeleri yazmak, istediği renkleri kullanmak tamamen onun seçimiydi. Bu yolculuk benim elimdeki tüm kalemleri, tüm renkleri kullandığım an. Söylendiği gibi sonunda altın kesesi/kazanı olmasa da, ortaya çıkan gökkuşağı beni mutlu ediyor. Yazdığım hikaye de.

We've been conditioned to not make mistakes, but I can't live that way.
Unwritten - Natasha Bedingfield


Arabanın kliması açık, ama arabadaki sıcaklıkta bir gram değişme yok. Camları açayım diyorum. Bu sefer de nem, nefes almamı engelliyor. Güneş tepede. Coğrafya derslerinde öğrendiğim ‘yazın gün içinde en sıcak saatler 1-2 arasıdır, çünkü ısı birikir’ tadındaki klişe bilgiler aklımdan geçiyor bir anda. Bir de hani hep vardır ya, sıcak havalarda yol erirmiş gibi gözükür, asfaltın hemen üzerinde bir flulaşma vardır. Onu görüyorum şu anda, ve bu beni nedense 5 yaşıma geri götürüyor. Sevineceğim, utanmasam. Pes edip camı açtığımda, sıcak rüzgarla burun buruna geliyorum. Fularım (tam da hayal ettiğim gibi) uçuşuyor, yüzüme kocaman bir gülümseme yayılıyor. Bu kadar küçük şeylerden mutlu olabildiğimi yeni yeni keşfediyorum. Detaylar daha güzel kılıyor her şeyi sanırım. Bu yolculuk için özene bezene hazırladığım karışık CD de bir detay mesela. Yolculuğun harika geçmesini sağlayan, mükemmel bir detay.

Hold your own, know your name and go your own way; and everything will be fine.
Details in the Fabric - Jason Mraz feat. James Morrison


Detaylar deyince aklıma takılıyor birden, hayatımda kaç kere fotoğraf çekildiğim, o fotoğrafların kaç tanesinin arka planında tanımadığım insanların olduğu. Daha da önemlisi, kim bilir kaç kişinin odasının duvarına astığı fotoğrafta arka plan olduğum. ‘Six degrees of seperation’ resmen. Nereden geliyorum böyle yerlere yahu? Yani demek istediğim, herkesin hayatında, öyle veya böyle bir iz bırakıp ölümsüz oluyoruz aslında. İlla ki Shakespeare’in bir sonesinde adımızın geçmesi gerekmiyor yani ölümsüz olmak için; Harry Potter’daki Felsefe Taşı’na sahip olmamız da gerekmiyor.

Maybe I just want to breathe, maybe I just don’t believe.
Live Forever - Oasis


O anda dank ediyor kafama işte. T.S. Eliot’ın ünlü şiirindeki gibi:
"In a minute there's time
 For decisions and revisions which a minute will reverse.’’
Bu yolculuğun bir amacı vardı. Amaca ulaşmak için yolumdaki ilk engel ayağı kırık arkadaşımdı. Vazgeçmedim, yine de çıktım yola. Bunun bir anlamı olmalı. 6 saattir hayatıma odaklanıyor olmamın da bir anlamı olmalı. Ölümsüz olduğumu keşfetmiş olmamın da. Cüretimin sınırlarını düşünüyorum, ne kadar cesur olduğumu. Bir viraj yaklaşıyor dağları tırmanırken. Evet, belki Thunderbird’üm yok ama…
Share This
Subscribe Here

0 yorum:

 
Avaz Avaz Dergisi

izliyorlardı

Avaz Avaz Copyright © 2011 BeMagazine Blogger Template is Designed by Blogger Template
In Collaboration with fifa