"Here we come to a turning of the season"
The Decemberists'in bugüne kadar çıkan beş albümleri belki birbirlerinin peşi sıra dümdüz bir hattı takip etmiyordu, ancak tekil bir anlatının parçaları olmadıklarını iddia etmek zor. Edebiyat fakültelerinin koridorlarında adına sunaklar kurulması gereken Colin Meloy'un kitap kurtluğu ve progresif rock tetkiklerinin nihayet ortak bir zirvede buluştuğu The Hazards of Love ile yolun sonuna geldiğini sanıp yeni albümlerinin bambaşka bir yolculuğun başlangıcı olacağını düşünenleri iki yıldan kısa bir sürede yalancı çıkardılar. The King Is Dead'in bir country albümü olduğu doğru, ancak bundan daha muhakkak bir gerçek var ki The King Is Dead bir The Decemberists albümü, yani yeni bir hikayenin başlangıcı olmaktan ziyade aynı hikayenin altıncı bölümü.
|
Colin Meloy |
Bugüne kadar odalıklar ve cariyelerin, öksüz ve yetimlerin, intikam peşindeyken kendini bir balinanın midesinde bulan Hz. Yunus benzeri denizcilerin, tecavüzcüler ve katillerin, Kuzey İrlandalı paramiliter grupların ve Japon masallarının şarkılarını yapan bir söz yazarından beklenen bütün bu hikayecilik alışkanlığını bırakıp ortalama bir müzisyen gibi otobiyografiye dönmesi olamaz tabii, ancak Colin Meloy bu dönüşü kendi üslubunca, yeri geldiğinde David Foster Wallace'a göz kırparak yapınca (
"In the year of the chewable ambien tab" - Calamity Song) çok da rahatsızlık vermiyor. Pastoral tasvirler belki
Dickensian karakter eskizlerinin yerini doldurmuyor, ancak The Hazards of Love'ın iddialı tarzının aksine bu albümün geneline hakim olan kaygısız hava, Meloy'un yeri geldiğinde kendi oğluna hitap etmesini (Rise to Me) bile taşıyabiliyor. Meloy'un eski alışkanlıkları bir anda değişmiş değil tabii. Bruce Springsteen'in The River'daki anlatıcısının libidosuna yenik düşmüş kuzeninin hikayesini dinletiyor Down by the Water'da (
I was just some towhead teen, feeling 'round for fingers to get in between), ki gabardin giyen bir güzelin zuhur etmesiyle de birlikte insanın aklı bir anda iki albüm geriye gidiyor. Neyse ki slide gitarlar, kemanlar ve armonikalar kafanızın fazla uzaklaşmasını engelliyor, toparlayıp albüme geri getiriyor.
|
Nate Query, Jenny Conlee |
The Decemberists'in albümlerde ve turnelerde hiç sıkıntı çekmediği bir nokta konuk vokalistler. Sadece son iki albümlerinde çalıştıkları isimler arasında Laura Veirs ve Shara Worden (My Brightest Diamond) var. Bu albümde de bu trendi Berklee eğitimli bluegrass müzisyeni Gillian Welch ile devam ettiriyorlar, ki kendisi tek başına albüme kayda değer bir alt-country kredibilitesi kazandırırken bir taraftan da albümün zaman zaman bir country parodisine benzemesini sağlıyor. Kendilerine has tarzlara sahip Veirs ve Worden gruba müthiş uyum sağlarken Welch'in armonilerinin, albüm onun müziğine yakın bir tarzda olmasına rağmen, bu kadar sırıtması, grubun aslında country müziğe turistvari yaklaştığı hissini veriyor. Yakın zamanda şehirden kırsala taşınan Meloy'un sadece vokal tarzında değil, yazdığı sözlerde bile bir-iki yıl sonra zerresi bulunamayacak bir köye yeni taşınmış şehirli hayreti var (January Hymn, June Hymn). Bol bol R.E.M. dinleyerek ve üç şarkılarında Peter Buck'ı konuk ederek alt-country'ye aşinalık sağlayabilen grubun, yaptıkları müziğin arkasında başlı başına ve kendilerinkinden epey farklı bir hayat tarzı olduğunu anladıkları anın pek keyifli bir tecrübe olabileceğini zannetmiyorum.
|
Chris Funk, John Moen |
The King Is Dead kesinlikle kötü bir albüm değil, ancak The Decemberists'in diğer albümleriyle kıyaslamaya da gerek yok. Bir sonraki albümlerinde açık hava ve uçsuz bucaksız tarlalardan vazgeçip kütüphanelere rağbete devam etmelerini beklerken zaman geçirmek için dinlenebilir.
Görseller Autumn de Wilde'ın albümün kayıtları sırasında çektiği Polaroidlerden bazıları.
Subscribe Here
0 yorum:
Yorum Gönder