Seslerin Getirdiği #1
“Tın”lar yankılandıkça büyüyorlar. Büyüdükçe birbirleriyle karışıyorlar ve kakofoniye dönüyor her şey. Heyecanlanıyorum. Kalp atışlarım var şimdi. Ve o da kakofoniye katılıyor. Unuttum düşündüğüm şeyi bir anlığına, kalbimin değişken ritimleriyle o karmaşada tüm benliğim. Rahatsız eden bir şeyler var, kulak tırmalayan; ama kabuk bağlayan yarayı kaşımak gibi, hoşlanıyorum bundan. Salınıyoruz birlikte, biçimden biçime giriyoruz.
Seslerle sarılı etrafım ve çarpışıp duruyoruz. Bu ne, diyorum.“Merhaba, ben Kaygı” diyor. Koşmaya başlıyorum, bir başkasıyla çarpışıyoruz ve “Pardon. Merhaba ben Güvensizlik”. Sıyrılıp geçiyorum. “Merhaba, ben Beklenti”, “Ben, Korku”, “Ben, Çekingenlik” “Merhaba…” Koşuyorum, koşuyorum, nefesim daralıncaya kadar koşuyorum ta ki sessizliğe ulaşıp yere yığılana kadar. Kişisel gelişimden nefret ederim, diyorum. Nefret ediyorum.
Ve zihnim biraz canlanmaya başlıyor. Derin bir nefes alıp o koca soruyu tekrar gönderiyorum o koca boşluğa: Sen ne’sin ki de, onlara ne olduğunu ispat edeceksin? Yavaş yavaş her şey yerine oturuyor. Boşluktan bu sefer öyle sıcak, öyle samimi, öyle yumuşak, aynı zamanda bir o kadar da donuk bir ses geliyor ki cevaptan önce ona takılıyorum. “Merhaba, ben Berhan” diyor ses. Duruyorum. Şaşkınım. Bu mudur, diye soruyorum, yeniden. “Elbette değil. Belki bir içses olabilirim ama gerizekalı değilim” diyor. Güzel. Peki şimdi beni nasıl anlatacağız? “Sen hep kolay anlatılamayacak biri olmak istemedin mi?” diyor. Güzel, olmuş olabilir öyle şeyler ama asla anlatılamayacak biri de olmak istemedim, diyorum. Bir yazı, sadece bir yazı istediğim. Sesinin tonu değişiyor, sesler var yine bir sürü. Sağımda, solumda… Kendimi seslerle sarılı hissediyorum. Gözümün önünden hayatımda hiç yaşamadığım, hiç hayal etmediğim anılar, ya da daha doğrusu yaşam parçaları geçiyor. Anlamıyorum. “Sen insanlara hep bunu yaptın” diyor. “Ve hala hiçbir şey anlamıyorlar”.
Başımı yastıktan kaldırıyorum. Boynuma dolanan kabloları düzeltip kulaklığı çıkarıyorum. Bilmem kaçıncı tekrarda, bilmem kaçıncı bölüme takılmışım. Playerın dur tuşuna basıyorum ve kayıp giden yazıya bakıp gülümsüyorum: Paranoid Android. “Ne alaka?” diyor. Yataktan inip su içmek için bardağımı arıyorum. Suyla boğazımı yeniden hayata döndürdükten sonra, “Anlamdan bahsetmiyor muyduk?” diyip kontrolü elime alıyorum. Karşımda bir insan olsaydı anlamsız bakışlarımızdan sonra gülümseyerek her şeyi anlatabilirdik birbirimize. Öyleymiş gibi hayal ediyorum, ses benim ne de olsa, anlaşıyoruz. Dişlerimi fırçalamak için lavaboya doğru giderken “Yenilere gelelim dedin 10 yıldan önceye gittin” diyor. “Türkçe müzikten bahsedelim dedin o da yok” diye ekliyor. “Üstelik hala insanların anlamayacağı şeylerden bahsediyorsun” diyerek noktayı koyuyor. “Merhaba, ben Berhan" diyorum. Gülümsüyoruz.
Dişlerimi fırçalayıp, aynadaki görüntümden gözlerimi alarak yatağıma, odamdaki yegane kişisel mekanıma, geri dönüyorum. Başımı yastığa bu sefer tatlı bir uyku için koyuyorum. Sabah yeniden boynumdan toplamak üzere kulaklığımı takıp hayal bile edemeyeceğim düşler görmeme yardım edecek bir şarkı seçiyorum, kendimce. Gözlerimi kapatmadan önce “En azından kendini ifade edebildiğini düşünüyor musun?” diyor. Konunun kapanmadığını biliyorum ama uyumam gerektiği için ortaya anlamlı gibi bir cümle atıp başımdan savıyorum: God loves his children.
Yeah!
0 yorum:
Yorum Gönder