22 Temmuz 2010 Perşembe

Bülent Ortaçgil'le 40 Yılın Zirvesi

Ortaçgil'in 40. Sanat Yılı unutulmaz bir geceyle taçlandı.



Editörün Notu: Böylesine özel bir geceyi, Ortaçgil'le benzer rüyalar görmeyi arzulayan bir müzisyenin perspektifinden dinlemenin keyifli olabileceğini düşündük. 




Selamlar,
Avaz’da yazmayalı nereden baksam 2 yıl kadar olmuş.
Bir defaya mahsus olmak üzere satırlarıma yeniden hoşgeldiniz...
Derginin basılı halinin yeni hayata döndüğü dönemlerde birkaç hikayem yayınlanmıştı Avaz’da, daha sonra müzisyenliğin ve müzik eleştirmenliğinin farklı kefelerde durması gerektiğine karar verip Avaz Avaz blog halini aldığında dergiden ayrılmıştım.  
Avazcılar,  ben bu akşam öyle birşey yaşadım ki,  Cem Berk Aydın’ın önerisiyle bu kararıma bir süreliğine ara verdim.  Hem kendimle de çelişmiş olmam bence, eleştirmenlik yapmak değil amacım; Bülent Ortaçgil’in 40. Sanat Yılı onuruna bize bahşettiği geceyi tüm güzellikleriyle gayet subjektif olarak sizlere aktarmak.
Bu yazıya nasıl ulaşmışsınızdır?  Sıkı bir Avaz takipçisisinizdir muhtemelen, bu da Avaz’da fazla haberini görmememe rağmen Avaz’ın hitap ettiği kitlenin kaliteli müzikle etkileşimi bakımından Bülent Ortaçgil’e bir şekilde bulaşmış olmanız anlamına geliyor benim gözümde. Başka bir seçenek de, Google’a Ortaçgil yazınca çıkan tag’lerden bu yazıyı bulmuşsunuzdur; bu da geniş Ortaçgil ailesine mensup olduğunuzu gösterir...
Türkiye’de kalburüstü diye tabir edilen bütün sanatçılar Bülent Ortaçgil’in adını ağızlarından düşürmüyorlarsa, hemen hemen hepsinin bir Ortaçgil şarkısı yorumladıkları bilinen bir gerçekse, Bülent Ortaçgil’den haberdar olmanız gayet normal, hatta olmaması garip karşılanır, değil mi?



Utançla belirtmeliyim ki Lise 2’ye kadar Ortaçgil şarkılarından bihaberdim. Gitarda ilk öğrendiğim şarkılardandır ‘’Sensiz Olmaz’’ ama nedense sonrasında pek de merak etmemiştim diğer şarkıları...
Ne büyük hata!  Lise 2’deyken bir arkadaşımdan aldığım mp3 cd’sindeki şarkılarla Ortaçgil literatürüm genişledi. Onun sayesinde şarkıların sözlerini dinlemeyi öğrendim, anlamaya çalıştım. ‘’Adam ‘Benimle Oynar Mısın’ı 16 yaşında yazmış arkadaş, nasıl olur!’’ diye kıskançlık yaşadım bazen. ‘’ ’Bu İş Çok Zor Yonca’yı keşke ben yazsaydım...’’ şeklinde dertlendiğim de oldu –ki hala öyle bir şarkı yazabilme iddiam yoktur :) - .
Uzun lafın kısası, Bülent Ortaçgil, grubuna şarkı yazmaya çalışan liseli bir çocuğun hayatına müzisyenliği ve şairliğiyle öyle bir girdi ki, çıkması mümkün değil, bu geceden sonra çıkmasına izin de vermem zaten.
Mükemmel bir geceydi.
Saat 6’da merdiven biletlerinin bile tükendiği bu konsere yarım saat kala içeri girdik. Burada bahsetmeye değer bulmadığım birkaç problem eşliğinde merdivende oturup konserin başlamasını bekledik... Işıklar söndü; muhtemelen Cemil Topuzlu’nun şimdiye kadar görmediği büyüklükte bir kalabalık gök gürültüsü gibi bir alkış- kıyamet kopardı.
Sahnede ilk beliren Zuhal Olcay’dı... Zarif kıyafeti, güzelliği ve bu ikisinin kombinasyonundan da öteye varan ses tonuya açılış konuşmasını yaptı. Sahnede çocuklar gördük sonra; ilköğretim çağında, ne kadar büyük bir konseri açtıklarının belki de farkında olarak ‘’Günaydın’’ı söylediler. Hemen ardından sahneye, sanki evinin salonuna giriyormuşcasına rahat bir şekilde ve gündelik kıyafetlerle çıkan Ortaçgil, alkışları karşılarkenki tavrıyla, görüntüsü müziğinin önüne geçen şarkıcılara selam çakar gibiydi. Akustik gitarının akordunu yaptıktan sonra iki şarkı söyledi, hemen ardından sahneye Ezginin Günlüğü’nden Nadir Göktürk’ü davet etti. Birlikte söyledikleri Yağmur, bu konserin bitmemesi gerekliliğini daha en başından belli etti. Bu şarkıdan hemen sonra kulise giden Ortaçgil’in şölenine Jehan Barbur ve Grup Gündoğarken ile devam ettik.
Gündoğarken’den sonra sahneye çıkan isim için ayrı bir paragraf açma gerekliliği duyuyorum: Akın Eldes.
Usta sırasıyla, Serhat Ersöz ile Dalyan’ı (enstrümantal) , Pinhani ile Değirmenler’i , Bulutsuzluk Özlemi ile Normal’i çaldı. 3 farklı müzik tarzını gitarıyla öyle güzel bezedi ki, Bülent Ortaçgil’in neden konserlerinde uzun zaman Eldes’ten vazgeçmediğini bir kez daha anladım. Gitar çalmayanlar için bile büyüleyici sololar vardı, bu yüzden gitar çalanların hissettiklerini anlatabilmemi beklemeyiniz lütfen... Sahneden gözlerimi ayırdım, sahneyi görmeme gerek yoktu o an, sesler fazla derinlerdeydi...
Akın Eldes rüyasını da gördükten hemen sonra sahneye Birsen Tezer çıktı. Çığlık Çığlığa’da mükemmel bir performans gösterdiğini belirtmeme gerek yok herhalde.  Hemen ardından sahneye geri gelen Ortaçgil ile birlikte Kimseye Anlatmadım’ı yorumladı. Ortaçgil’in ‘’en zor yazdığım şarkılardan biri’’ olarak tabir ettiği bu şarkıyı öyle kolay, öyle akıcı yorumladı ki Tezer, bu yoruma hayran kalmamak mümkün değildi... Tezer’den sonra, sahneye Fuat Güner çıktı! Bu iki ustanın aynı sahnede buluşması bizim için mutluluk kaynağı olmanın yanı sıra, ikili için de ayrı ayrı bir kıvanç kaynağıdır herhalde... İkili, Bu Su Hiç Durmaz’ı söylediler, mestettiler, sahneyi terkettiler ve ışıklar yandı;
On dakika ara!
Hazır araya girmişken, sanatçılar ve şarkılar haricindeki konulardan biraz bahsedeyim... Aralarda geçen VTR’ler gayet sempatik ve izlenesiydi; sıkılmayı geçtim, herhalde bir TV programı olarak ardarda koysalar, açar izlerim... Aklıma takılan bir diğer enteresan nokta da, konser başlamadan hemen önce sahnedeki dev ekranda TRT logosunun görünmesi oldu. Konser canlı yayınlandı mı, bilmiyorum. Ancak Bulutsuzluk Özlemi Normal’i söylerken, hükümete yakınlığı tepki yaratan TRT acaba ne yaptı diye merak etmedim değil...
Her neyse, ışıklar söndüğünde yeniden minderlerimize oturmuş, sıradaki sanatçıyı bekler konuma geçmiştik.
Ve sahnede Mor ve Ötesi! Açıkçası, çoğunluğunu 30 küsur yaşında insanların oluşturduğu bir kitlenin Mor ve Ötesi’ni bu kadar çok alkışlayacağını hiç düşünmezdim. Adamlar ‘’3 kişi ya da 5 kişi anlar...’’ dönemini kapatmışlar, kendilerini yalnızca kahraman ihtiyacı duyan bluğ çağına değil, tüm müzikseverlere çoktan kanıtlamışlar...
Sevindim açıkçası. Yıllar yıllar önce Didim’deki bir konserlerinde dinlediğim, bir daha da ne bir konserlerinde, ne de Youtube’da (sansür!) rastladığım Sen Varsın’ı gayet başarılı bir şekilde yorumladılar ve sahneyi yeniden Bülent Ortaçgil’e devrettiler. Benim için konserin kırılma noktası başlıyormuş da haberim yokmuş...
10 dakikada yazdığı şarkılardan biri olmadığını, yazmanın yıllar sürdüğünü söyledi Ortaçgil, şarkıya başlamadan önce. İlk akoru vurdu ve şarkı başladı: Eylül Akşamı. Sözleri ve müziğiyle daha fazla etkilendiğim, beni kadere inandırmaya bu kadar yaklaşan başka bir şarkı var mıdır diye düşünüyorum, sanırım yok... Şarkının icrası da, şarkının güzelliğine yaraşır seviyedeydi. ‘’Belki aynı posta kutusuna, değişik zamanlarda da olsa, birkaç mektup atmışızdır...’’ .
Bu şarkının hemen ardından gelen Bu İş Zor Yonca da, beni çocukluk düşüncelerime götürüp,  gülümsetti. İki şarkı daha çalıp sahneyi yeniden terketti Ortaçgil. Sırasıyla Levent Yüksel (Jehan Barbur eşliğinde) , Feridun Düzağaç ve Aylin Aslım sahneye çıktılar. Bu 3 şarkının da gayet güzel olduğunu belirtmeliyim, özellikle Aylin Aslım’ın sahne duruşuna ve ses kullanımına bir kez daha hayranlık duydum (şarkıdan mı böyle düşündüm acaba? Mavi Kuş’u söyledi...) .
Aylin Aslım sahneyi terkederken, Yaşar’ın önemli bir rahatsızlık sebebiyle konsere katılamadığını ancak herkes için sürpriz olan bir şeyin gerçekleştiğini söyledi ve ekledi ‘’Neredeyse ilahi adalete inanacağım!’’. Bu sözün yarattığı gülüşmeler eşliğinde sahneye yeniden Ortaçgil çıktı. Şarkılarım Senindir’i çaldıktan sonra, sürprizi açıkladı: Sezen Aksu!
Sezen Aksu’yu ilk ve son kez çocukken izlemiştim ve aklımda kalan şeyler eğlenceli hareketleri olmuştu... Aradan belki de 15 yıl geçmesine rağmen, ne kadar eğlenceli ve –herhalde kızmaz, ama gene de affına sığınarak- çatlak bir hanfendi olduğunu Bülent Ortaçgil’e takılmalarıyla gösterdi. Yüzünü Dökme Küçük Kız yorumunu çok başarılı bulduğumu söyleyemem; ritmler aksadı, sözler unutuldu ancak Aksu’nun o sahnede birden belirmesi ve yaydığı pozitif enerji bütün hataları zihnimden alıp götürdü. Bu konserde Sezen Aksu hakkında aklımda kalan şey, yine ve yine, eğlenceli hareketleri oldu.
Sonra bir kaza oldu. Mirkelam kazası. Mirkelam’ın 90larda yaptığı şarkıları hala açar dinlerim, Bülent Ortaçgil Saygı albümünde söylediği Bütün Çiçekler Su İster yorumu da gayet dinlenesidir bana kalırsa... Ama olaylar hiç beklediğim gibi gelişmedi, hayal kırıklığına uğramaktan öte üzüldüm, daha iyisi olmalıydı. Mirkelam Bütün Çiçekler Su İster’i söylerken, sesi çatladı, orkestra boş kaldı, Cem Aksel trafiği karıştırdı... Bütün bunlar teker teker olsa gerçekten o atmosferde göze batmazlar, ancak aynı anda bir de Mirkelam’ın sahnede yaptığı anlamsız danslar ve seyirciyle iletişim kuramaması eklenince, bana göre konserin en zayıf noktasını, konserin sonlarına doğru deneyimlemiş olduk. Bu adam sadece Hatıralar’ı yazdığı için daha iyi bir performansa ulaşmayı hakediyor benim gözümde...
Ama üzüntüm çabuk geçti.
Erkan Oğur... Üstad, perdesiz gitarını eline alıp Bülent Ortaçgil’in yanına konuşlandığında herkes olacakları beklemeye başladı. Pencere Önü Çiçeği’ne başladılar. Bitmesin diye dua ettik, dualarımıza Erkan Oğur muazzam sololarıyla eşlik etti. (Türk makamlarıyla cazın birleşimi, gerçekten de adamı sarhoş ediyor) Sonra da her güzel şey gibi bu şarkı da bitti. Tam da ‘’Bundan fazlasını hissedemem artık...’’ diye düşünüyorken konserin açılışını yapan Zuhal Olcay sahneye çıktı. Bütün zerafeti ve güzelliğiyle sırasıyla Oyuna Devam ve Beni Kategorize Etme’yi söyledi Ortaçgil ile birlikte. Şarkılar zaten güzel, sözler, melodiler, Ortaçgil gitarları, vs. Ancak bu performans esnasında öne çıkan bambaşka birşey vardı: Tiyatro!
Zuhal Olcay şarkıları öyle bir söyledi ki, sözleri onunla birlikte yaşadık, kinayeleri yüz ifadesinden, hırsı el hareketlerinden, mutluluğu bakışlarından anladık. Sesine hakimiyeti kusursuzdu, tiyatral hareketleri kusursuzdu... Hayran hayran baktık kaldık hep birlikte...
Bu 2 şarkılık müzikal/tiyatral şovun sonrasında sahneye bu gecede sahne almış sanatçıların çoğu çıktı; belli ki bu gecenin de sonu gelmişti. Benimle Oynar Mısın, hep bir ağızdan söylendi... Şarkının sonunda Ortaçgil alkışları kabul edip, sahnenin arkasına geçti ve benim gibi sahneye sağ taraftan bakan insanların da gördüğü üzere fazla da uzaklaşmadan dekorun hemen arkasında bis’i beklemeye başladı. Kısa bir alkış fırtınasının ardından geri gelip Olmalı mı Olmamalı Mı’yı yine bütün sanatçılarla birlikte söyledi. Bu şarkının icrası esnasında Mor ve Ötesi basçısı Burak Güven’in eğlenceli danslarıyla ilgi odağı olduğunu söylemeden geçemeyeceğim...
Ve bitti, diye düşündü herkes. İnsanlar bir yandan alkışlayıp 2. Bis için Ortaçgil’i sahneye davet ederken, bir yandan da çıkışlara doğru ilerlemeye başlamışlardı. Ortaçgil, müzikseverleri kırmayarak 40.yıl hatrına bir defa daha sahneye çıktı, Erkan Oğur’u davet etti; yoğun istek üzerine Şık Latife’yi konserde kullandığı tabirle ‘’free takılarak’’ icra etti. Mükemmel gitar soloları, davulda Cem Aksel, bas gitarda Gürol Ağırbaş şarkıyı bir yerden alıp bambaşka yerlere taşıdılar. Tahminen 6-7 dakika süren muhteşem bir enstrümanın ardından, Ortaçgil bir kez daha teşekkür etti, sevenleriyle selamlaştı, ve kulise gitti...
Konserden çıkarken dudaklarımda Şık Latife’nin son mısraları vardı, ve hala bir türlü gitmiyorlar; ‘’Latife dayanamaz yalnızlığa, hemen uyur, hemen uyur... Hemen uyur, hemen uyur...’’ .
Uyumuyorum, yalnız hissetmiyorum, Bülent Ortaçgil şarkıları beni gerçekleşmesi zor hayallere inandırdıkça da yalnız hissetmeyeceğim...
Gürol Ağırbaş’ın kuliste sarfettiği bir sözle kapatalım o halde; ‘’Böyle konser, 40 yılda bir olur...’’
Arel Koray Nalbant
VERA
Share This
Subscribe Here

0 yorum:

 
Avaz Avaz Dergisi

izliyorlardı

Avaz Avaz Copyright © 2011 BeMagazine Blogger Template is Designed by Blogger Template
In Collaboration with fifa