2011'in son söyleşisi On Your Horizon'la, kaçırmayın!
On Your Horizon'ı ilk kez geçen sene Demonation Festivali'nde izledik. İcra ettikleri müzik, tavırları ve canlı performansları o kadar güzeldi ki, peşlerine düşmekte hiçbir sakınca görmedik.
O günden bu yana takipteyiz ve On Your Horizon'ı ıskalamamanız gerektiğini düşünüyoruz. Henüz kendilerini keşfetmemişseniz buyurunuz.
Keyifli okumalar.
Aybike: 2009’da tek kişi olarak şekillenmiş On Your Horizon daha sonra bir araya gelmişsiniz. Geçtiğimiz 2 yıl içinde de epey konser verdiniz ve sizi takip eden bir dinleyici kitlesi edindiniz. Bu süreçten bahseder misiniz?
Rammy: Aslında herhangi bir beklenti ve grup fikri olmadan evde 2-3 parça kaydettim. Birden bire esti. Kaydettiğim parçaları hemen gecesinde Myspace’e koydum, alışkanlığımdır Myspace. Ama hakikaten hiçbir beklentim yoktu. Aynı gün tonlarca mesaj gelince Fransa’dan Polonya’dan ve daha birçok yerden, şaşırdım ve ilk haftaydı sanırım konser teklifleri gelmeye başladı. O zaman işte bir grup olsun çalmaya başlayalım fikri oluştu. Birkaç parçanın bass’ını Tuğrul çalmıştı zaten daha öncesinde de beraber çalışmışlığımız var. Sonra Myspace aracılığıyla insanlara ulaşmaya çalışırken Gülşah’la tanıştık takip ediyormuş o da.
Gülşah: Ben o sırada Eskişehir’de müzik yapan grupları Myspace’ten araştırıyordum. O zaman benim başka bir projem vardı ancak yeni projeleri de takipteydim. Sonra On Your Horizon’ı gördüm ve çok beğendim. Davulcu aranıyor ilanını görünce de beraber çalıştığımız Ender’e haber verdim. Ender sonrasında Rammy’le bağlantıya geçti.
Ender: İnternetten konuştuk, Eskişehir küçük bir yer sima olarak hatırlıyormuşuz da birbirimizi. Biz Tuğrul’la da tanışmıştık başka bir proje için zaten. Öyle olunca birlikte çalışmaya başladık, apar topar bir konser verdik, ODTÜ’deydi. Sonrasında bu müziği birlikte çalmaya karar verince bir eksiklik fark etti kulağımız. Gülşah’la konuştuk ve aramıza katıldı. Çok uzun zaman geçmeden birkaç konser daha verdik. Provalarda da evde alırken provayı “Oldu mu? Evet oldu.” deyip sahneye attık kendimizi . O yüzden de diyoruz ki On Your Horizon’ın yaşama alanı sahnedir.
Gülşah: Sahnede bir forma kavuştu On Your Horizon. Viyolonsel kayıtları esnasında evde oturduk ve bunun müziğe nasıl katkısı olur diye düşündük beraber. Ancak her şey sahnedeki doğaçlamamızla başladı.
Rammy: Kaydedilmiş 10-11 parça vardı. Ama sonuçta tek bir insanın çıkardığı şeyler olduğundan “Gülşah sen şöyle çal, Tuğrul da şöyle çalsın.” mevzusundan tamamen sıyrılmış oldu o noktadan sonra. Tabii ki evde prova aldık ancak bundan daha ziyade direkt sahneye atladık. Zaten bir araya geldikten bir hafta sonra konserler başladı. Eskişehir’de ve Dogzstar’da konser verdik. Grup formunu alır almaz da bir haftada üç konseri peş peşe verdi On Your Horizon. Dogzstar ve Peyote sürecinde de acaba daha neler yapabiliriz diyerekten biraz daha emprovize çalışmaya başladık sahnede. Parçalar da sahnede şekillenmeye başlamış oldu böylelikle. Bu kez benim yaptığım parçalar olmaktan çıktı grubun hissettiği ve ürettiği parçalar olmuş oldu.
Aybike: Yaptığınız vokal odaklı bir müzik değil; post-rock yapıyorsunuz ve düşünüldüğünde bunun temel bir dezavantajı var. Zira hep birbirine benzeyen ve tekrar eden melodilerden oluşuyor.
Rammy: O üzerine tartışabileceğimiz bir konu çünkü post-rock’ın bir janr olup olmadığı problemli bir mesele. Çok alakasız bir grubu dinleyip ben buna post-rock’tır diyebiliyorum çünkü post-rock janr’dan daha fazlasını, bir duruşu ifade ediyor benim için.
Buse: İstanbul’daki grupların bir kısmı da öyle mesela; post-rock yapmadıklarını vurguluyorlar. On Your Horizon’ın da tavrı bu yönde mi?
Rammy: Janr çerçevesinde değerlendirdiğimizde post-rock grubu değiliz kesinlikle, olamıyoruz. İsterdik herhalde ama bizim kimyamız farklı bir şeyler çıkarıyor. Post-rock bir duruşsa eğer, kural olmayan ve standart şarkı formundan sıyrılmaya uğraşan bir şeyse o zaman post-rock grubuyuz. Bu olaya nereden baktığımızla alakalı; 90’lardan sonraki post-rock gruplarının hep birbirine benzemesinden kaynaklanıyor bu durum zaten. Mogwai var, Mogwai benzeri gruplar var ve dolayısıyla bir janr şekillenmiş oluyor.
Buse: Explosions In The Sky veya Mogwai dinliyorsan, On Your Horizon’ı da çok seversin gibi tepkiler almıştım çevremden sizi ilk keşfettiğim dönemler. On Your Horizon’ın bu gruplardan etkilendiğini söyleyebilir miyiz?
Gülşah: Hepimizin etkilendiği şeyler bambaşka aslında. Viyolonsel çok şeyi değiştirdi diye düşünüyorum. Mogwai veya diğer post-rock gruplarının icra ettiklerine biraz yakın denebilir ama viyolonseli biz şu çalışmada biraz melodik kullanıyoruz. Daha fazla solosu var. Bundan sonraki projede biraz daha ambient düşünüyoruz aslında. Rammy, post-rock’a yakın bir şey yaptı. Her birimizin algısı farklı. Dolaysıyla da bütün bu farklılıklar birleşince bambaşka bir şey ortaya çıkıyor. Belki de bu yüzden tam olarak post-rock diyemiyoruz. Biz daha çok experimental ve ambient müzik yapan bir grubuz.
Rammy: Ben daha çok Nick Cave ve Jeff Buckley dinliyorum, bunu açıkça söyleyebilirim. Otoritelerin ilk post-rock albümü olarak kabul ettiği albüm Talk Talk’un Spirit Of Eden’ı ve post-rock henüz janr olmamışken yapılmış. Bugün o albümü dinleyen bir post-rock dinleyicisi albümün post-rock olmağını iddia edebilir. Başka bir konuya atlayacağım ama işlenen, aşılanan bir şeyler var hepimize. Onun neticesi olarak bugün bir müzik türüne post-rock etiketini yapıştırabiliyoruz. Aslında müzik etiketlenmemesi gereken bir olaydır.
Aybike: Haklısın, günümüzde bir parçanın birçok etiketi olabiliyor. Müzik janrları arasındaki kalın duvarlar yıkıldı bir nevi. Peki, EP’yi yayınlandıktan sonra aldığınız tepkiler nasıldı?
Rammy: Dört parçayı paylaşmıştım ilk olarak. Sonrasında elimdeki parçaları da derleyerek “Home” albümünü oluşturduk. Evde kaydedildiği için “Home” adını aldı. Hala çok iyi tepkiler geliyor, hala indiriliyor. Yeni yeni insanlar keşfedebiliyor. 2 yıl önce o albümü indiren Polonya’da ve Fransa’daki dinleyicilerimizle çok yakın arkadaş olduk. Albüm, bir şekilde bağlar kurulmasına vesile oluyor.
Buse: Polonya, Fransa ve birçok ülkeden dinleyici edindiğinizi söyledin. Peki, Türkiye’de bir post- rock algısı oluştu mu? On Your Horizon Türkiye’den de aynı tepkiyi alabiliyor mu?
Rammy: Kesinlikle oluştu hatta bu konuda mütevaziliği bir kenara bırakabilirim. Bir sürü grup var Türkiye’de ve grupların çoğu kendi kabuğuna çekilmiş bir haldeydi. Daha küçük bir kitleye hitap eden, televizyondan, radyodan, başka bir konser mekanından veya başka bir şehirde çalmaktan çok uzakta duran bir tavra sahiptiler. Belki de çok doğru bir zamanda başlamış olmamız etkendir bu konuda ancak bizimle beraber bu işin algısı biraz daha genişlemiş oldu diye düşünüyorum.
Gülşah: Şu an baktığımızda post-rock janrı içinde müzik yapmaya başlayan bir sürü grup keşfetmeye başladık. Belki de bizim algımız değişti.
Rammy: Gruplar etkileşim içindeler. Birilerinin kapı açması gerekiyor. Nublu özünde bir jazz club olmasına rağmen farklı tarzlara da sahne veriyor, biz de çaldık mesela. Rock’n Coke’ta bir sahne daha kuruldu. Bu noktada etkileşimin iyi bir parçası olduğumuzu düşünüyorum.
Gülşah: Aslında indie veya post-rock gruplarının daha çok sahne alabilmesi, Demonation Festivali gibi, organizasyonların daha çok olması gerekiyor. Bunun gibi festivaller, sizin gibi izleyen dinleyen takip eden yazarlar çoğaldıkça ve daha çok konuşuldukça bağımsız grupların yeraltından çıkabileceğine inanıyorum.
Aybike: Konserler ve festivaller mevzuunda İstanbul’u nasıl yorumluyorsunuz ?
Rammy: Acayip bir tüketim şehri İstanbul. Burada herkes uğraştığı işi bir sene sonra bırakabiliyor ve herkes başka bir şeyin peşinden gidebiliyor.
Gülşah: İletişim de çok önemli. Konserler popüler kültüre hizmet ediyor ya Türkiye’de, bence insanların çoğu bundan da sıkıldı. Dinleyicilerin kendini yansıtabildiği ve kendinden bir parça bulabileceği bir ortama ihtiyacı var. Bunu en iyi bulabildiğimiz yer konser salonları. Çünkü orada dinleyici aynı düşünce ve aynı heyecanı başka insanlarla paylaştığını hissedebiliyor. Dolayısıyla bağımsız müziğin yalnız olan ya da içine kapanık insanları sokağa atabildiğini düşünüyorum ben, böyle bir gücünün olduğuna inanıyorum.
Aybike: Birleştirici bir etkisi var kesinlikle. Daha fazla konser seçeneğini var dinleyicilerin. Peki dinleyici kitlenizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Çünkü bazı müzisyenler konserlerin sosyalleşme yeri olarak algılanmasından problem yaşayabiliyor; gürültüden ötürü ya erken bitiriyor ya da bis yapmıyor.
Gülşah: Gürültülü müzik yapıyoruz ancak seyircimizden kötü bir tepki almadık şimdiye kadar. Bu bizim için çok büyük bir şans. Hiçbir konserde gerilmedik.
Rammy: Geçen sene 6:45’teki performansımızda çok güzel bir şey oldu. Herkes ayaktaydı önceleri ve sonradan yere oturdu dinleyiciler. Sessizce konseri dinlediler ve çok güzel bir ambiyans yakalandı. Müziğin bir işlevi de dinleyiciyi kişisel dünyasında bir yolculuğa çıkarmak olmalı.
Aybike: Misal punk civarlarında müzik yapıyor olsanız dinleyici bağıra çağıra şarksını söyler, dansını da eder. Ancak post-rock, shoegaze ve ambient gibi türlerde dinleyicinin daha fazla odaklanması gerekiyor o kişisel yolculuğa çıkabilmek için.
Gülşah: Benim dikkatimi çeken şey genelde şu oldu konserlerde; genelde tek geliyor insanlar. Konser bittikten sonra görüşüyoruz, bir arkadaş grubuyla gelen insan sayısı az oluyor. En son Peyote konserinde Rammy’nin okul arkadaşlarının kalabalığı ve bizi tanıyan insanlar vardı. Genelde kendi iç dünyasında yaşayıp bir şeyleri paylaşmak için gelen insanlar var gibime geliyor. Ve sahnedeki enerjimizle dinleyici odaklanabiliyor, etrafta konuşacak fazla insan olmadığı için. Biz seyircimizi çok seviyoruz.
Aybike: Roxy Müzik Ödülleri’nde üçüncülük almışsınız. Bunun ne minvalde etkisi oldu?
Rammy: Roxy’e katılma sürecimizde çok kararsızlık yaşadık çünkü müziği yarıştırılabilecek bir olgu olarak görmek ya da bunun bir yarışma olmadığını kabullenme fikirleri çok çatıştı. Neticede de Roxy’nin başvuruları kapanmadan hemen bir gün öncesi karar verdik. Şu an düşününce iyi ki yaptık diyebiliyoruz çünkü her defasında yeni yeni insanlar hayatımıza girmiş oluyor.
Gülşah: Aslında biz yarışmaya insanlara ulaşmak için katıldık. İkinci konserimizdi sanırım Roxy yarışması. Eskişehir’de bir barda çalarken böyle bir fikir vardı ortada ve amaç kazanmak değildi sadece; Eskişehir’den başka bir yerde ve başka insanlara çalma fikri çok güzel geldi. Yarışmayı kazanmak bizi çok büyük bir yere taşımadı ancak bize destek olan ve bizi beğenen insanların sayısı arttı. Olması gereken de buydu. Bizi motive etti açıkçası.
Ender: Biz oraya gittiğimizde diğer grupları da dinledik. Baktığımızda içinde vokal olmayan enstrümantal müzik yapan, bizim tarzımızda finale kalmış bir grupta yoktu. Dolayısıyla herhangi bir beklenti hiçbir zaman olmadı. Sahnede çaldık inmemiz lazımdı ama insanların öyle bir tepkileri ve alkışları vardı ki konserde miyiz yarışmada mıyız onu karıştırdık bir an. Ondan sonrada kendi adımıza şöyle bir artısı oldu; biz bu işi ve insanlara ulaşabileceğimizi fark ettikten sonra, insanlarla aynı duyguyu paylaşabileceğimizi gördükten sonra daha keyifli ve daha çok sahne alarak yolumuza devam etmeye çalıştık. Yarışmanın sonucu olarak da İstanbul’un çeşitli mekanları bizleri sahnelerinde ağırlamak üzere geri döndü.
Aybike: Bu sene Rock’n Coke’ta da sahne aldınız. Nasıl bir tecrübeydi sizin için?
Ender: Çok değerli mekanlardan bahsediyoruz ancak teknik açıdan baktığımızda kabul etmek gerekir ki Rock’n Coke’un sunduğu imkanlarla sahnede olmak, diğer mekanlarda pek mümkün olmuyor. Büyük bir sahnedesiniz ve oldukça kalabalık bir dinleyici kitlesine hitap ediyorsunuz. Bu gerçekten bir avantaj. Neticede çok büyük bir festival ve bunun teknoloji bazında da olumlu getirileri var. Bunu tecrübe etmek güzel bir şeydi. Keza aynı sahneyi paylaştığınız müzisyenler de oldukça değerli. Yurtdışındaki festivallere başvurduğumuzda Rock’n Coke bizim için referans olabilir. Ancak Rock’n Coke’ta çaldık artık küçük sahnelerde sahne almayız, tavrımız tamamen değişti gibi bir tutumumuz kesinlikle yok tabii.
Aybike: Yeni albüm hazırlıkları veya fikri var mı şu sıralar gündeminizde?
Rammy: Şu sıralar çok aksilikler geliyor başımıza yeni albüm çalışmalarına başlayamayalım diye. Şu an elimizde Eskişehir’de kaydettiğimiz şarkılar var fakat şirket aracılığıyla değil yine internet vasıtasıyla paylaşalım istiyoruz.
Aybike: Peki, On Your Horizon 2011’de kimleri dinledi, kimlerden etkilendi? Tavsiye edebileceğiniz albümler var mı?
Gülşah: Nils Petter Molvear- Baboon Moon'u tavsiye ediyorum.
Tuğrul: Ben Rammy sayesinde keşfettim; Dry The River’ı dinliyorum şu sıralar.
Rammy: Özellikle 2011’den örnek veremeyeceğim ancak Korhan Futacı ve Kara Orkestra, Biycle Day ve 123’ü beğenerek dinliyorum.
Aybike: Ortak olarak hepinizin beğendiği ve etkilendiği isimleri sorsam?
On Your Horizon: Kesinlikle Radiohead! Akabinde Sigur Ros, Yo La Tango, Mogwai… Etkilendiğimiz o kadar çok müzisyen var ki… Tom Yorke da bizim için bambaşka tabii. Yaptığı işleri kaygısızca yapıyor ve dinamizmini hiç yitirmiyor.
Aybike: Önümüzdeki günlerde nerelerde görebiliriz On Your Horizon’ı?
OYH: 7 Ocak’ta Peyote’de sahne alacağız, bekleriz!
0 yorum:
Yorum Gönder