17 Ocak 2010 Pazar

On Yıl Şerefine: The Matrix

İzafi 10 yıl.  


Enformasyon ve iletişim çağı tüm nimetlerinin yanında bireyi, beklentilerini ve fikirlerini zamanın ortak aklı ve yarının gereklilikleri ışığında evirip çevirebilmesiyle meşhur.


Bilginin edinilmesiyle başlayan süreci, merak destekli bir talep patlaması takip ediyor. Talep patlamasının yol açtığı dikkat dağınıklığı, değer aşınması ve kavram kayganlığı yeterince dikkatli olmazsak, zavallı zihinleri yersiz yargılara, çabuk verilmiş hatalı kararlara ve bir gündemden diğerine savrulmaya mahkum ediyor.

Çok da farkında ol(a)madan, içten içe geliştirdiğim bir refleks sonucunda bugün kendimi Matrix'in ilk filminin üzerinden 10 yıl geçtiğini düşünürken buldum. Ekonomik problemler, sosyal sıkıntılar veya çeşitli mikro çıkmazlar insan hayatını işgal ettiğinde, geçmiş matahlaşır;biliyorum. Tam anlamıyla bir felaketin içinde yaşadığım söylenemez. Bu yüzden mevzubahis ihtiyacımı/refleksimi daha farklı değerlendirmek gerekir: Yeni nesil internetin, sosyal medyanın ve hayatın hızının yol açtıklarıyla bağdaş(a)mayan tarafımın bir tepkisi bu. İpleri bireyin eline verdiğini iddia eden ve ''kendine haslık'',''tercih'' benzeri kavramları amansızca yücelten 21.yüzyılın benim için mümkün kıldığı bir deneyim belki de. Sonuç olarak, ne mutlu ki, ''zaman'' ve ''gerçeklik'' denileni bükmek mümkün: 2009 yılında, 1999'un nostaljisi mantık sınırları dahilinde.

Filmi ilk izleyişimden bu yana geçmiş olan on yıllık sürenin, filmi algılama-değerlendirme kriterlerimi/şeklini değiştireceğini tahmin ediyordum açıkçası. Yine de bu kadarını beklediğim söylenemez.

Film, üzerine kurulmuş gibi durduğu ''gerçeklik sorgulaması''nı hikayenin her anına yediriyor. Hikaye anlatımında yalnızca bir katalizör işlevi görmesi beklenen bu kavram, inanç, ihanet, dostluk, aşk ve en nihayetinde insan olmak gibi araçlar yardımıyla filmin her anına ortak oluyor. Ve bu durum, büyük ihtimalle filmin kudretinin kaynağı.

Ne de olsa, hemen hemen her hikayenin ''ihanet''i barındırdığını söylemek mümkün. Ancak başka hiç bir hikaye, ihaneti gerçeklik algısı ve duyu tatmini gibi izafiliğini tartışmaya gerek duymadığımız yardımcılar dahilinde işlemiyor. Meşhur sahnede ağız dolusu et ve sonsuz bıkkınlıkla Cypher, ''Ignorance Is Bliss'' derken, algılayabildiğimiz-isteyebileceğimiz tüm nimetler paralelinde konuşuyor: Filmin bu noktada ahlak kurallarını geçersizleştirdiğini ve ihanet dediğimizi insan doğasına-kısmen de olsa- dahil ettiğini söylemek mümkün. Bir başka sahnede, Neo'nun Morpheous'a geri dönme şansı olup-olmadığını danışırken takındığı samimiyet, ahlak kurallarının gerçeklik-insan olma hali karşısında ne kadar çaresiz kaldığına işaret ediyor.

İnanç, Hollywood endüstrisinin ve Amerikan Rüyası'nın favori mevzularından biri olarak eksik kalmıyor tabii ki. Seçilmiş kişi, seçilmiş kişi olduğuna inanmakta güçlük çekiyor; kesinlikle alışık olduğumuz bir durum değil. Çevresindekilerin O'na duyduğu katıksız inancın sonucu gerçekliğin esnemesi olarak karşımıza çıkıyor: Seçilmiş, gerçekliği algılayıp, sürüden ayrılabilenlerin telkinleri ve destekleri sonucunda ''inanç'' dediğimize kavuştuğundaysa gerçekliği değiştirebilme kudretine sahip hale geliyor. Cypher, Neo'nun kablosunu çekemeden hemen önce, bir ''mucize'' eşliğinde devre dışı kaldığında veya Trinity, Neo'yu hayata döndüren öpücüğü verdiğinde, film kafalara harika sorular armağan ediyor: Gerçekliği inanç mı değiştirdi? Yoksa inancın sebebi gerçeklik olduğundan, inancın gerçekliği değiştirdiğini söylemek yersiz mi olur? Film, hikaye akışında ve seyirciye direkt hitap ettiği kimi sahneler dışında kesinlikle siyah ve beyazı ayırt etmeyerek, izafiyetin rengi griyi kutsuyor: İnsanlığın varoluşundan bu yana cevabı bulunamayan kimi soruları, insanlığın varoluşundan bu yana sahip olunan en yüksek gelişmişlik yardımıyla tekrarlıyor.

İnsan, varoluşundan ve gerçekliğinden sıyrılmaya uğraşan ve bu süreçte daha iyisine, daha doğrusuna ulaşabilen bir varlık. Bu varoluş kaygısının ve gerçekliğin devre dışı kalması durumunda, neler düşünebileceğimizi, ne gibi kararlar vermek durumunda kalabileceğimizi ve nasıl davranacağımızı benzersiz bir hikayeyle masaya yatırıyor Matrix ve durmaksızın kafa açıyor: Varoluşu zamandan, zamanı da varoluştan ayırmak mümkün değil.

İşte tam da bu sebepten, kimi zaman ''zaman''ın dayattıklarından sıyrılmak gerekli.
Share This
Subscribe Here

1 yorum:

berhan on 19/1/10 10:39 ÖS dedi ki...

yahu ne güzel cümlelerle analiz yapmaktır bu. işlenen konudan önce konunun işleniş şekli insanı etkiliyor. tabi bir analiz yazısı için iyi mi kötü mü bu durum tam bilemiyorum; ama gerçekten blog dünyasının sınırlarının el verdiği ölçüde hem biçimi, hem de içeriğiyle harika bir yazı olmuş.

 
Avaz Avaz Dergisi

izliyorlardı

Avaz Avaz Copyright © 2011 BeMagazine Blogger Template is Designed by Blogger Template
In Collaboration with fifa