3 Ocak 2010 Pazar

Seslerin Getirdiği: Postmodern Kadercilikte Bir Ocak Sabahı





Seslerin Getirdiği #6



Televizyonun karşısında, aralarındaki yedi farkı sayamadığım, sunucularının bile sıkıntıları yüzlerinden okunan yılbaşı programları arasında boğulmamdan birkaç saat sonrası. Ne yeni bir güne, ne de yeni bir yıla uyanma heyecanı yaşıyorum. İlk defa İngilizce bir rüya gördüğüm için o rüyanın devam etmesi dışında herhangi bir şeyin önemi yok gözümde. Fakat bilinç bir kere durumu hakkında bir fikre sahip olmayıversin, hemen normal hayatıma ve beni tuvalete yollayan o hisse teslim oluyorum.


Zaten tamamı İngilizce değildi lan herhalde, diyerek yatakta zorla dikilmemden yaklaşık beş dakika sonrası. Telefonuma ben uyurken gelen mesajları kontrol ediyorum. Sabah sabah pek bir şey algılayamayan beynimle kimlerin yazdığını bilemediğim mesajlara yanlış hamle yapmadan cevap atmaya çalışıyorum. Telefonum yeni olduğu ve ben inanılmaz üşengeç olduğum için rehberde mesajlardan çıkarabildiğim bi kaç kişi dışında kimsenin numarası yok. Tam bitti derken telefon yine bilmediğim bir yerden gelen bir mesajla titreşiyor: “Mutlu musun?” Sitemkar bir soru mu yoksa bir kontrol mü anlayamıyorum. Kimden geldiği hakkında en ufak bir fikrim de olmadığından uyuşuk bir stres sarıyor vücudumu. Ne yazacağımı bilemeden öyle otururken aynı numaradan bir mesaj daha geliyor: “Yeni güzeldir de mi? Memnunsundur” Gerilimi parmak uçlarıma kadar hissederken o parmaklarımla alışamadığım tuş takımı üzerinde “Analmadm” yazıyorum. Dürüst olmanın uğuruna inanıp gönderiyorum. Şarjının bittiğini sandığım eski telefonum odanın öteki ucunda, dün geceden kalmış yarım çikolatamın yanında titreşiyor. Gidip bakıyorum. “Analmadm” yazıyor.


Annemin ve babamın belli bir frekansta tekrarlayarak beni kahvaltıya çağırmalarıyla kafamın yastığa çoktan geri dönmüş olduğunu fark etmemden biraz sonrası. Yüzümü yıkayıp saçlarımı düzeltmeye boşa çabalamamla geçen birkaç dakikadan sonra yorgun ve hayattan bezmiş görüntümle oturuyorum sofraya. Ailemin sağlıklı beslenme programının vazgeçilmezlerinden yeşil çayımın içindeki tarçın çubuğuna bakarak geçen on yılı düşünüyorum. Tarçın aklıma zencefili getiriyor; zencefil “Ginger”ı; doğal olarak Ginger da Bush’u. “Bush” manyak bir anahtar kelime, diyorum geçen on yılı tanımlamak için, O’ndan her yere ulaşabiliyorsun bakıyorum da. Hikayenin beni ilgilendiren kısmı Irak Savaşı aslında. Sonra tüm dünyada oluşan muhalif dalga, benim içimdeki “memnuniyetsizlik” dürtüsünü muhalif olmayla birleştirmem ve bu dalga sırasında ortaya çıkan bu kafadaki müziklerle kendimi ifade etme açısından harika bir yol bulduğumu sanmam… Sonra tabi dallanıp budaklanıyor, benim için bile karmaşıklaşıyor hayatımın gidişatını açıklamak. “Kahvaltı masasında, yemesi gereken zeytin sayısını tutturduğunu kontrol etmek için tabağının altında çekirdek var mı diye bakarak önemli miktarda enerji sarf eden ‘Sen’ için abartılı bir geçmiş” diyor içim. Bak, bu basit durumu açıklamak bile ne kadar karmaşık, diyorum ben de.



Tüketmem gereken asgari miktardaki gıdayı bir şekilde ağzıma tıkıp özgürlüğüme kavuşmamdan birazcık sonrası. Televizyonda Viyana Senfoni Orkestrası Yılbaşı Konseri var. Muhteşem bir salonda, muhteşem müziklerle yeni yıldan çok medeniyetlerini kutluyor gibi gözüküyorlar. “Burayı da alıp berbat etmemişiz iyi ki” diyor babam. Hayattaki durumların, oluşların ne kadar da acayip bir hikayesi var. Söz konusu insan olsun, şehir, ülke hatta koca kıta olsun her şey ufak tesadüflerin eseri gibi. Yeni yıla girerken kucağımda bulduğum yeni hayatımın bana öğrettiği en temel şeylerden biri: Yaşamı değiştirme iradesi elimizde değil.
“O kadar çok momentum var ki o başıboş dolanan bilyeyi yönlendirmek için, bizim isteklerimiz, hayallerimiz ufacık kalıyor” diyerek bana katıldığını belirtiyor içim. “Memnuniyetsizliği” çok matah bir şeymiş gibi tepesinde taşıyan ben için berbat bir durum. Her ne kadar alışmış olsam da artık, sıradaki parçanın hüzünlü melodisiyle yasını tutuyorum irademin. Orkestra şefinin o kadar insan ve enstrümandan uyum içinde ve güzel bir ses çıkmasını sağlarken yüzünde beliren zevke de içten içe imreniyorum bir yandan.


Konser sırasında televizyon çeşitli bantlar gösterirken, sıranın çikolatalı pasta yapımına gelmesiyle kafayı yiyecek gibi olmam ve odamdaki yarısı yenmiş çikolataya koşturmamdan hemen sonrası. Çikolatayı eski telefonumun yanında buluyorum. Kalan az miktarda çikolatayı tüketirken rüyam geliyor aklıma. Ocak ayı için zaten sıra dışı sıcaklıkta olan hava, bir de güneş ışığını camlarda parlatınca bir an dikkatim dışarıya kayıyor. Yılbaşılar benim için mucizevi zamanlardır aslında. Yeni yıl çok az bir farkla yeni de yaşım demek olduğundan hayatımın değişmesi için bir dönüm noktası gibi görürdüm. İstanbul'dan gelirken hissetiğim gibi, bu sefer hiç beklenmedik şekilde gerçekten öyle sanırım. Şimdi hayatımın değişmesini biraz bekler, biraz da değişmesinden acayip korkar bir şekilde “Mutlu muyum?” diye düşünüyorum.
“Şu bıkkın duruşun mutluluk değil; ama gelecek, beklesen de beklemesen de geliyor” diyor. Eh, beklentisizlik mutluluk doğurur belki, diyorum ve bıkkın halimle müthiş uyumlu bir tekerleme bulduğumu düşünüp, odamda salına salına dans ederek karşılıyorum yeni olan her şeyimi:

“I ain't happy, I'm feeling glad.
I got sunshine, in a bag.
I'm useless,but not for long,
The future is coming on.
I ain't happy, I'm feeling glad.
I got sunshine, in a bag.
I'm useless, but not for long,
The future is coming on
It's coming on,
It's coming on,
It's coming on…” *

* Clint Eastwood – Gorillaz



Share This
Subscribe Here

2 yorum:

balacan on 3/1/10 12:24 ÖS dedi ki...

Baba büyüksün yahu! Bayıldım buna

Unknown on 3/1/10 8:30 ÖS dedi ki...

vuhhuuwww!!

 
Avaz Avaz Dergisi

izliyorlardı

Avaz Avaz Copyright © 2011 BeMagazine Blogger Template is Designed by Blogger Template
In Collaboration with fifa