24 Ocak 2010 Pazar

Röportaj: Replikas


2009'un son Replikas konseri öncesinde keyifli bir sohbet...  


Türk alternatif müzik sahnesinin oluşumunda önemli bir paya sahip olan, kendine özgü gerçek bir müzikal dille yıllardır yolunda ilerleyen ve tavrından taviz vermeyen Replikas'la Avaz Avaz olarak çok keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. 2009'un son Replikas konseri öncesi Peyote'de Avaz Avaz sordu Replikas içtenlikle yanıtladı. Bitmesini istemediğimiz sohbetimizin ardından izlediğimiz konserle bir kez daha 'işte bu' dedik, kulaklarımızın pası silindi.

Müzikal geçmişlerinden beğenilerine, son albümleri Zerre'den geleceğin müziğine dair sorduğumuz soruları cevapsız bırakmayan Replikas'a bir kez daha teşekkürler.
Avaz Replikas'ı seviyor!

Aybike: Grupların bir araya gelmesi, belli bir uyum yakalaması zordur. Replikas deneysel müzik icra eden bir grup; ana akıma oranla belli bir ahengi yakalamak daha da zor. Replikas nasıl bir araya geldi, nasıl ahengi yakaladı?

Orçun: Başladığımızda daha çok gençtik, 15-16 yaşlarındaydık ve biz de bir sürü yollardan geçtik aslında. Gökçe, Barkın ve ben yani üçümüz temellerini attık bu işin. O dönemler heavy metal dinliyorduk ve bunu müziğimize yansıtıyorduk. Sonra tabi kendimizi geliştirmeye devam ettik ve metalden daha farklı türlere; Replikas’ın temellerini attığımız türlere yöneldik. Daha çok post-punk, endüstriyel, deneysel hatta rock dışı müzik türlerine verdik dikkatimizi. Okuyarak, dinleyerek, araştırarak birbirimizi besledik bir şekilde. Sahneye ilk çıktığımız dönem, 98-2000 arası; ciddi kitlemizi oluşturduğumuz, eski Peyote’de çaldığımız, düzenli program yaptığımız zamanlar bizim gibi pek grup yoktu piyasada. Cover grupları, daha farklı türde müzik yapanlar, daha çok pop müziğe yönelen isimler ve bir de metal grupları vardı. Arada değişik müzik türlerini deneyen gruplar azdı yani. Zen vardı öncümüz olarak, Nekropsi ve biz vardık. Nekropsi ile aşağı yukarı aynı dönem sayılırız. Dolayısıyla şanslı bir zamanda çıkış yapmış olduk ve yaptığımız işe de bir talep oluştu. İlk albümümüz Köledoyuran’ın piyasaya sürüldüğü 2000’de, hard-copy bir şey yayınlamak çok önemli ve değerliydi. En iyi satan albümümüz de ilk albümümüzdür hala. Sonuç olarak çok planlayıp programlamadığımız için, aslında her şey çok doğal geliştiği için bugünlere kadar geldik.

Berhan: Replikas’ın ilk kurulduğu zamanlarda verdiği röportajlarda değindiği; albüm aralığını ep’lerle ve single’larla daha sıkı tutup üretimini daha fazla dışarıya vurmak şeklinde bir düşüncesi varmış. Fakat baktığımız zaman öyle bir yöntem takip etmediğinizi görüyoruz?

Barkın: Çünkü bu ticari açıdan mümkün olmayan bir şey, kimseye bunu kolay kolay kabul ettiremezsiniz. Aslında 60’lar ve 70’lerdeki bu sistemi seviyoruz, daha çok single’lara dayalı olma durumunu. Belki ileride biraz daha bu yöne doğru gidecek diye düşünüyorum albüm prodüksiyonları ama o ara dönem dolmadan albümler tamamen yok olmaya doğru da yol alabilir.

Gökçe: Mesela Türkiye’de ep diye bir şey mümkün değil, bu çok korkunç bir durum. Çünkü prodüktörler için albüm basmak ve yayınlamakla, ep basmak ve yayınlamak arasında hiçbir fark yok fakat ‘ep’nin içeriği albümün içeriğinin yarısı niçin bunu yayınlasın ki’ tarzı bir durum oluşuyor. Bu nedenle single ve ep yayınlamak daha da zorlaşıyor. İnsanlar biriktirip biriktirip tek seferde yayınlayabildikleri kadar çok şey yayınlayacaklar ya da internet üzerinden yayınlayacaklar gibi bir noktaya doğru kayıyor piyasa.

Aybike: Replikas’ın çıkarmış olduğu 5 albüme baktığımız zaman her birinin birbirinden farklı eğilimlerde icra edildiğini görüyoruz. Yer yer arabeske kayarken yer yer de shoegaze’den post-rock’a doğru yol alan deneysel bir müzik skalanız var. Bu durum Türkiye’de bir dezavantajmış gibi algılanmasına rağmen, bunu benimsemiş hatta beklenti haline getirmiş bir dinleyici kitlesi oluşturmayı başardınız. Bu noktada Replikas’ın belli bir formülü var mı?

Barkın: Tabii, herhalde kökten gelen temel bir estetik anlayışımız var ama her albüm aslında yayınlanmadan önceki 2-3 senemizin, hem hayatımızın, hem dinleyip etkilendiğimiz şeylerin, hem de beşimizin ilişkisinin bir özeti gibi. O yüzden bu bir formüle bağlı olarak gitmiyor aslında. Bir şekilde kendimizi sürece kaptırıp, sonra kayıt aşamasına geldiğimizde o bütünlüğü görmeye başlıyoruz. Çünkü asla bir albümün ikincisini yapmak gibi bir niyetimiz yok. Ticari kaygılarımız olmadığı için tamamen kendi zevkimize göre müzik yapıyoruz. Bizi dinleyen insanlar olması da büyük bir lütuf tabi. Öncelikle kendi tatminimiz önemli olduğundan bir tane daha Köledoyuran yapalım veya Avaz’ın da bir benzeri olsun diye düşünmüyoruz.

Aybike: Daha kişisel algılanabilecek ve underground sayılabilecek Replikas’ı, dinlemese bile bilen ve bir şekilde müziğinizden haberdar olan geniş bir kitle var. Bu durumu neye bağlıyorsunuz?

Orçun: Türkçe söylememiz herhalde en büyük etkeni oluşturuyor. Şimdi yeni yeni shoegaze’den etkilenen gruplar ortaya çıkıyor, post-rock yapan gruplar var. Ama biz başladığımızda bir ayağımız hep buraya basıyordu ve buranın melodilerini, kültürünü mutlaka kullanıyorduk ve Türkçe sözler yazıyorduk. Bizi seven adamın shoegaze’i, post-rock’ı, post-punk’ı bilmesine gerek yoktu o dönemde. Zaten belki de çoğu bilmiyordu yani o zamanlar. Dolayısıyla biz daha fazla tanınır hale geldik. Şimdi yeni grupların öyle bir dezavantajı var. Çok fazla “Batılı bir grup” gibi olup Batı’da o gruplardan çok olması ve Türkiye’de de kültür farkı oluşmasından ötürü açılamamak gibi büyük bir sorunları var. Biz o formülü bilinçli oluşturmadık ama yaptığımız müziğin iskeletinde de öyle bir denge kurduk. O yüzden sokaktan geçen insan bizi bilebiliyor yani.

Berhan: Yerel müzik unsurlarından söz etmişken; Replikas Anadolu ve Türk müziğindeki lokalliği çoğu kişiye göre kendi müziğine en iyi adapte edebilmiş grup olarak görülüyor. Ne oryantalist bir küçümseme ne abartma ne de içinde kaybolma var. Hem modern hem de geleneksel bir şekilde tınlıyor müziğiniz bu dengeyi nasıl tutturdunuz?

Gökçe: Herhalde çok doğal bir şekilde ortaya çıkmasından kaynaklanıyor. İlk başladığımızda zaten, özellikle 96-98 arası hatta Köledoyuran ‘a kadar diyebiliriz, işte post-punk, krautrock gibi müzikleri ciddi bir şekilde uzun zamandır dinliyor vaziyetteydik. Onlar bir şekilde soundumuzu oluşturan şeylerdi. Fakat o dönemde, birkaç sene boyunca sadece Türkçe müzikler, Anadolu rock’tan yola çıkarak halk müziği, dini müzikler, oradan da klasik Türk musikisine ciddi bir şekilde merak sarmıştık. Tamamen onun içine girmiş ve onun içinden bir şey yapar hale gelmiştik. Böyle “Aşık Veysel'i nasıl müziğimize sokarız” değil de; zaten ciddi bir şekilde onun içinde çok zaman geçirdikten sonra aynen öyle bir şey yapmak istedik. Ondan önce zaten soundumuz oluşmuştu. Böyle bir doğallıkla çıktı, biraz oradan alıp biraz buradan alıp birleştirmek gibi değil, “bizim türkümüz de böyle” şeklinde oldu düşüncemiz. Mesela zeybek parçası yapıyoruz ama biz çalınca daha önce etkilendiğimiz gruplardan oluşan soundumuz nedeniyle böyle bir türkü oluyor. Yaptığımız aslında bir zeybek yani. Sentez gibi bir çaba değil de doğal.

Barkın: Kabaca "sentez" denilen şeylerin büyük kısmı aslında kağıt kalem üstündeki fikirlerden yola çıktığı için zannımızca başarısız olabiliyor. Tabii ticari faktörler de var işin içinde ama çok zorlama kombinasyonlar içinde gerçekten doğal, içgüdüsel bir şey olmayınca ortaya çıkan sonuç da tatmin edici olmuyor. Bir de tabii, daha ticari örneklerinde şöyle bir şey var. Belli bir yerel formu alıp sözde bir yere koymakla aslında formu 2000'li yıllarda bir yere getirmekten çok uzak olunuyor. İnsanların alışık olduğu yeni bir şeyin arkasına tamamen elektronik bir şey koyup modern olamıyorsunuz. Bütün o kültürün müzikal dilini başka şekillerde de geliştirmek lazım. Herhalde bizim güncel şekilde yapmaya çalıştığımız şey bu.

Gökçe: Bizim aslında yurtdışında etkilendiğimiz insanlarda da hep olan bir şey bu. Onlar da rock 'n roll geleneğinden, batı müzik geleneğinden gelip bir yandan da onu içinden kırıp değiştirmeye çalışan insanlar. Bizim de bu coğrafyanın müziğine bakışımız bu yöndeydi.

Berhan: Sanırım Replikas'ın yurtdışında beğenilmesinin en önmli nedenlerinden biri de içerdiği bu farklı tınılar ve yerel unsurları müziğine uygun bir şekilde adapte etmiş olması.

Gökçe: En azından doğru kitleye ulaşmamız açısından çok faydalı oldu. Kapalıçarşı, turistik eşya olarak sunmanın da çok müşterisi var ama bizi orda dinleyen kitle öyle değil. Daha bizim müziğimizle haşır neşir, daha bizim hitap etmek istediğimiz, buradaki dinleyici gibi. İşte onların Avrupa'da yaşayan halleri...(Gülüşmeler) Daha doğru dinleyiciye ulaşmamızda da faydası oldu yani.

Aybike: Erkin Koray, Sonic Youth ve Joy Division’dan etkilendiğinizi biliyoruz. Bu isimler dışında son zamanlarda beslendiğiniz kaynaklar, beğendiğiniz albümler neler?

Barkın: Saymak zor olur. Hep bahsedilen aynı isimler: Sonic Youth, Erkin Koray vs. Hepsi çıkış noktamızda temel olarak etkileyen şeyler. Aradan 10 küsür sene geçtikten sonra o kadar çok şey var ki dinlediğimiz, etkilendiğimiz. O yüzden tek bir şeye indirgemek zor oluyor. Açıkçası dönemsel olarak şu anda ortak etkilendiğimiz Flaming Lips'in son albümü, Animal collective EP'Sİ.

Orçun
: Brooklyn çıkışlı Bear in Heaven, Dirty Projectors, Yeasayer, Glass Ghost ayrıca Micachu & The Shapes ve Atlas Sound var. Temel olarak Sonic Youth'a dayanıyor ama Can da bizim için en az Sonic Youth kadar önemli yani çıkış noktamızda.

Berhan: Peki Replikas’ın onların müziğini yapmak istiyoruz dediği bir grup, sanatçı var mı?

Gökçe: O kadar belirgin bir isim yok. Saydığımız isimler belirgin biraz daha ama zaten Replikas’ın Replikas olmaya başladığı dönemlerden itibaren “tam olarak bunu yapmak istiyoruz” dediğimiz tek bir şeye odaklanmaktan çok bütün bu zamandır edindiğimiz birikimi artık tamamen nasıl bize ait bir şekilde ortaya çıkarabiliriz diye çalışmaya başladık. 96'dan sonraki dönemde -gerçekten Replikas'ın oluşmaya başladığı dönem- çok isim var ama çok belirgin olanlar: Erkin Koray, Sonic Youth, Can, biraz Pink Floyd’un ilk dönemleri. Ama daha da açılabilir, çok fazla isim var. Tam böyle bunu yapmak istiyoruz dediğimiz dönemler ondan önceki dönemlerdi. O zamanlar ayda bir janr değiştirme gibi bir durumumuz oluyordu.

Barkın: Gençliğin verdiği bir şeydi işte...(Gülümsüyor)

Aybike: 2005’te yayınlamış olduğunuz ‘Avaz’ albümü için Sonic Youth ve Dinasour Jr. gibi dev isimlerin prodüktörlüğünü yapan Wharton Tiers’la çalıştınız. Ardından Sonic Youth’un ön grubu olarak sahne aldınız. Neler hissettiniz, Sonic Youth’la konser dışında bir etkileşiminiz oldu mu?

Orçun: Berbat bir şey (gülüyor) İyi oldu tabi. Bizim hep hayalini kurduğumuz bir şeydi. Biz devamlı Sonic Youth dinleyip, Mtv’de yayınlanan 120 Minutes adlı programda kliplerini izlerdik, Thurston Moore’un programını takip ederdik. Gıptayla bakardık, etkilenirdik. Bir gün gelse de altında çalsak dediğimiz bir gruptu. Her şey iyi gelişti. Wharton Tiers prodüktörümüz oldu. Sonra onların altında çaldık. Çok tanışıp konuşma fırsatımız olmadı ama.

Gökçe: Şimdi ben araya girdim ama ilginç bir karakter tabii Thurston Moore. Mesela boy olarak bizden çok uzun olmasına rağmen devamlı yukarı bakarak yürür. “Napıyorsunuz falan” dedi, “Sound check’e çıkacağız diye cevap verdik. “Aa çok güzel, cool” dedi gitti.

Barkın: Güzeldi tabi, Wharton’la oturup, bütün beraber çalıştıkları albümleri teknik olarak nasıl kaydettiklerini dinlemek falan enteresandı. Küçükken böyle bir şey deselerdi herhalde inanmazdık.

Gökçe: Öyle bir şey deselerdi o zamanlar, işte o çok güzel olurdu ya hakikaten.

Berhan
: Pek olmadığını söylediniz Sonic Youth’la etkileşiminizin ama birkaç şey de konuşulup yaşanmıştır herhalde.

Barkın: Valla o gün olmadı da, galiba ondan iki gün önce bir konserde Selçuk’un gitaristleri Lee Ranaldo’yla bir sohbetleri olmuştu.

Orçun: Ben de katılmıştım biraz, burada pek söyleyemeyeceğim başka açılara değiniyordu o sohbet.(gülüşmeler)

Barkın: O gün daha çok Ayyuka onlara dolma falan yediriyordu, o yüzden pek konuşamadık.

Aybike: Az önce de konuştuğumuz gibi Replikas yurtdışında da çok beğeni topluyor. Gündeminizde yurtdışıyla ilgili bir program var mı?

Barkın: Konser var tabii. En çok yaptığımız şey gidip çalmak zaten. Buna da devam etmek istiyoruz. Sonuçta albümlere her yerden bir şekilde ulaşılabiliyor ama konser vermek en önemli yol kendi isminizi duyurabilmek için. Mayıs ayında yine yollarda olacağız diye düşünüyorum.

Berhan: Bayram Candan'ın "Zerredir Ama Yok Denilmez" sergisiyle Replikas müziği farklı bir boyutta vücut bulmuş oldu. Bayram Candan, sanat eserlerinin sergilenmesi konusunda "aykırı" diyebileceğimiz fikirleriyle tanınıyor. Siz Bayram Candan’ın görüşlerine katılıyor musunuz? Müziğinizle ilgili bir paralellik kuruyor musunuz, ona istenildiği gibi muamele edilebileceği benzeri?

Gökçe: Aslında pek düşünmedik. Onunla ilgili bir paralellik kurulabilir. Bayram Candan’ın genel olarak sanata kutsallık atfetme ve onu elit hayat anlayışının bir parçası haline getirmeye ciddi bir tepkisi var. Heykelin dokunulmazlığından çok, heykellerin insanlar tarafından nasıl algılandığı -onun kolunu kırıp gözünü boyamak olsa bile- benim için heyecan verici, diyor. Biz de sonuçta müzikte bu tür bir şeye yakınız, bir nevi punk, post-punk kökenli bir grubuz. Bu klasik “rock 'n roll”, “rockstar” gibi durumlara karşı çok daha başka bir tavrımız var. Belki öyle bir paralellik kurulabilir. Ayrıca katılım meselesine gelirsek, eskiden aslında daha çok doğaçlama yapardık. Eski Peyote zamanları, böyle saatlerce sadece doğaçlama yaptığımız ve seyircinin varillere vurarak eşlik ettiği bir dönem de olmuştu. Son zamanlarda daha planlı konserler yapıyoruz.

Orçun: Mimarlıkla müzik iki uç noktada duruyor aslında kuramsal olarak. Biri en soyut, biri en somut sanat mesela. Heykel daha dokunulabilir, değiştirilebilir, tahrip edilebilir bir şey ama müzik çok soyut bir şey ve tamam, yine seslerin bir araya gelerek oluşturduğu bir şey ama ikisi arasında zıt bir nokta var. Bayram Candan'a da sorulmuştu daha önce böyle bir deneme var mı diye. O da bilmiyorum çok zor bir şey, demişti. Bir kişi ya da birkaç kişi varmış deneyen. Sonra, sergideki heykellerin nasıl yapıldığıyla ilgili konuştuğunda da tamamıyla müziğin tınılarına, gelen notalara göre doğaçlama yaptığını, yarattığını söyledi ama çok net bir açıklama da yapmadı yöntem hakkında. Müziğin o soyut dünyasına kapılıp o anki duygusuyla yarattığı heykeller olmuş yani.

Berhan: Müziğinizin anlam açısından dinleyiciye daha fazla boşluk bıraktığını düşünebiliriz, anlamı fazla kapatmadığını. Böyle bir paralellik de kurulabilir sanki.

Barkın: Bizim açımızdan her zaman dinleyicinin hayal gücüne, yorumlamasına açık bırakılan çok önemli bir kapı vardır. Özellikle şarkı sözlerinde gösteriyor kendisini, doğal olarak öyle bir yapı var. Net mesajlar, "Bu budur" diye iletilmediği için belki de dediğin doğru gerçekten.

Berhan: Peki siz sergiyi gezdikten sonra neler hissettiniz?

Orçun: Çok onore olduk gerçekten. Bizim için bütün bir serginin ayrılması, “Zerre” olmasa o serginin de olmayacağını bilmek çok onur verici bir şeydi.

Gökçe: Birinin böyle bir şey yapmak için harekete geçmiş olması ki onun da Bayram gibi işlerini, yazılarını çok takip ettiğimiz, beğendiğimiz biri olması da gerçekten çok heyecan verici. Biz çok başka amaçlarla bir stüdyoya girip albümlerimizi kaydediyoruz, insanlar bunu dinliyor, bu bile çok büyüleyici bir durum basite indirgendiğinde. Bir de onun birisi tarafından alınıp, böyle 3 boyutlu nesnelere dönüştürülmüş olması ve onları görmek gerçekten de çok hoş bir şey.

Aybike: Avaz Avaz’ın son zamanlarda üzerine yoğunlaştığı konseptlerin başında ‘geleceğin müziği’ geliyor. Eskiden 80’lerden 90’lardan bahsederken şimdiyse 2000’ler, 2001’ler diyoruz. İnternet ve gelişen teknolojinin müzik yapmayı kolaylaştırmasıyla ‘herkes her şeyi çok iyi bilir ve yapar oldu’ en azından öyle bir hissiyat var. Her şeyin çok hızlı tüketildiği günümüzden geleceğin müziğini Replikas nasıl yorumluyor?

Gökçe: Onu kestirmek zor tabi. Giderek daha hızlı bir şekilde bir takım akımlar ortaya çıkıp sonra da hızla kayboluyorlar ve müzik çoğu zaman çabuk eskiyebiliyor gerçekten. Özellikle elektronik müzik gibi alanlara bakıldığında, sound eskiyince müzik de eskiyor doğal olarak.

Orçun: Teknolojiden bağımsız bir şey olmayacağı kesin artık geldiğimiz noktada. İçerik de çok önemli tabi, bizim de devamlı kafa patlattığımız konulardan bir tanesi teknolojik gelişmelere bağlı olarak müzikte biçimsel arayışlar yapmak. Müzik için iyi ama bunda içeriğin ne olduğu da önemli. Teknolojik müzik dendiği zaman sırf bu gelişmelerle doğru orantılı bir şey yaratılması anlaşılırsa, o zaman yeni çıkan teknolojiyi deniyoruz gibi bir durum oluyor. Aslında sanat tarihinde, müzik tarihinde nereye denk geldiği, nasıl bir yenilik getirdiği gibi konular da önemli. Bir şekilde yine genel sanat tarihi görüşünden ayrı olmayacağını düşünüyorum içerik konusunda, ya da olmamalı.

Berhan: Gelecekte müzisyenlerin değerini koruyacağını düşünüyor musunuz peki? Artık eskisi gibi büyük gruplar çıkmıyor. Gruplar giderek daha küçük kitlelere hitap ediyor. Bireysel müziğe dönüyor gibi adeta, siz nasıl görüyorsunuz?

Barkın: Çok normal, şu an çok basit şekilde istediğiniz gibi evde çalışabilirsiniz. Belli emitasyonlar dışında, kendi çocukluğumuzda kayıt yapmak çok zor bir şeydi. Bu da insanların daha bireysel kayıt yapmak yolunda önün açan bir şey. Onun dışında, şu açıdan olumlu aslında: Geçmişte bir çok insan beraber çalışacağı insanları bulamadığı için müzik yapmaktan vazgeçti. Böyle çok insan tanıyoruz. Ona karşı da bir çözüm bu. Biz şanslıydık belki ama çoğu kişi insan ilişkilerinde uyuşacak bir grup üyesi bulmakta zorlanıyor. Bunun negatif ve pozitif bir çok yönü var ama bu doğal bir süreç tabii teknolojinin getirdiği. Bu şekilde çıkan çok iyi işler de var, çıkıyor da. Çok kötüleri de olabiliyor. Belki de sadece daha fazla kötü şeye maruz kalıyor olabiliriz internet nedeniyle.

Gökçe: En azından aradan plak şirketi piyasasının onayının çekilmesi birçok kişinin önünün açılmasını sağladı.

Orçun: Yaşadığımız çağla da ilgili aslında. İnsanlar yalnız yaşıyorlar, dolayısıyla müziği de yalnız üretmeyi seviyorlar. Müziğin eski dönemdeki o birleştirici etkisi de kalmadı, o dönem de geçti. Şimdi farklı bir dönemdeyiz. Ciddi bir yabancılaşma var. Biz de çok kullanıyoruz “yabancılaşma” kavramını. O yüzden herkes kendi evine kapanıp yapıyor işini. 5 kişi bir araya gelip grup kurmak bile bir sürü dengeyi gerektiriyor. En mikro ölçekte bu geçerli. İnsanlar bunu da tercih etmiyor. Yalnız yaşadıkları için bilgisayarları başında yaratıyorlar. Barkın’ın da dediği gibi iyi örnekleri tabi ki çıkıyor. Kötü örnekleri de var ama iyi bir dinleyici olmakta bitiyor mesele.

Cem: Dinleyici boyutunda çabuk tüketme durumu da var. İnternet üzerinden çabucak ulaşıp çabucak tüketebiliyorsun. Geleceğin müziği muhabbetini, ne zaman nereye gideceğini kestirmek de çok zor geliyor bana. Her gün onlarca albüm indirip, bir hafta dinleyip bir daha dinlemediğim oluyor. Teknolojinin getirisi kadar götürüsü de oldukça büyük oldu.

Orçun: Yeni gruplara oldukça ilgilenir aslında Cem. Liars’ı çok seversin mesela.

Cem: Liars’ın yeni parçası Scissor’ı dinlediniz mi bilmiyorum ama son zamanlarda en çok etkilendiğim o oldu sanırım.

Barkın: Liars’ın Drum’s Not Dead albümü Zerre’nin oluşumunda oldukça önemliydi. Benzer bir mantıkla Berlin’de boş bir fabrikada kaydettikleri için her şeyi, denemeye de açık bir soundları olduğu için. Bence Liars’ın en iyi albümü de O’dur.

Berhan: Bu kaçıncı konser oldu Replikas’la birlikte?

Cem: 12 Eylül’den beri çalıyorum yaklaşık 8-9 konser oldu.

Aybike: İstanbul alternatif sahnesinden beğendiniz ve keşfetmemiz adına bize önerebileceğiniz gruplardan bahsedecek olursak?

Proudpilot. Nekizm (gülüyorlar) Hariçten Gazelciler, In Between, Nekropsi’den bağımsız bir proje olarak oluşan Daire 2: General Gramafon, EkinFil. Genç sayılmasalar da Ayyuka’yı olduk olası sevmişizdir zaten. Aralarında bize en çok benzeyen de onlardır yerel tınıları kullanış tarzları itibariyle.

Berhan: Son olarak tam da konser öncesi, Peyote’de sahneye çıkmak nasıl bir his? Sizin için ne ifade ediyor? Ayrıca albümünüzü de çıkardığınız Peyote Müzik’in geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Barkın: Artık çok rahat olduğumuz, ev partisi kıvamında geçen sıcak konserler. Gerçek anlamda da sıcak (gülüyorlar)

Gökçe: Evdeyiz hissi var yani.

Barkın: Peyote Müzik konusunda da Proudpilot var bizim dışımızda , başka planlar da var. Dediğim gibi geleceği pek belli olmuyor bu işlerin, 6 ay sonrasını kestiremiyorsun. Devam ediyor ama şu anda çalışmalar, devam edecek de bildiğim kadarıyla.

Orçun: Pek yatırım gözüyle de bakmıyorlar maddi olarak ama sistem de o noktaya getiriyor insanı tabii. Sonuçta 5 parasız yapılacak iş değil. Ama tamamen idealist bir düşünceyle yola çıktılar. Umarız devam eder, elimizden gelen desteği veriyoruz biz de.

Gökçe: Bağımsız şirketler bile çoğunlukla çok satan albümlerin yanında “işte bundan nasılsa kazanıyoruz, bir de şunu yayınlayalım” gibi bir mantıkla ilerliyorlar ama Peyote’nin basacağı şeyler Türkiye’de ciddi satış rakamları vaat etmiyor. Umarım kazasız belasız gider de daha bir sürü albüm yayınlarlar.
Share This
Subscribe Here

2 yorum:

ilkay c. on 25/1/10 2:23 ÖS dedi ki...

son derece başarılı, evet. :)

balacan on 25/1/10 9:20 ÖS dedi ki...

Ellerinize sağlııııık :)

 
Avaz Avaz Dergisi

izliyorlardı

Avaz Avaz Copyright © 2011 BeMagazine Blogger Template is Designed by Blogger Template
In Collaboration with fifa