10 Ocak 2010 Pazar

Seslerin Getirdiği: "Olmak" Çelişkileri



Seslerin Getirdiği #7

 “Olmak ya da olmamak abi işte…”
Diyor. “İyi sözler” de doğar, büyür, yaşar ve ölürler demek ki, diyorum. Gülüyor ama anladığından emin değilim ne demek istediğimi. Bizim hoca derse girer şimdi, diyip ayrılıyorum yanından. Sınav stresi ile yoğrulan bir zihnin en son muhatap olması gereken konu belki de var oluşsal sorular. Beynimde nereleri uyardığını fark etmiyor proficiency sınavıyla ilgili esprisinin.
Tuvalete uğruyorum havasızlık ve sıkıntıdan boğulan sınıfımdan önce. Yüzümü sabahtan beri bilmem kaçıncı kez yıkıyorum ama okulda olmayı bir türlü isteyemeyen kafam kendini uyku modunda tutmaktan vazgeçmiyor. Geçen günler, geçen aylar hatta geçen yılların bir türlü değiştiremediği bir durum. Esneyen suratımla aynada değişik görüntüler oluştururken kendimi değişik bir yaşam formu arar gibi hissediyorum. Kendimi eğip bükmek, farklı bir şekle sokmak… En sonunda doğanın bana biçtiği o kas tonusuna geri dönüyorum. “Ben” dediğimde gözümde canlanan görüntü… Olmaktan yorulduğum ama giderek daha çok sevdiğim “ben”. “Doğru şey olduğundan emin değilsin” diyor içim. “Ve ikinci bir şansın olmamasından korkuyorsun” . Ya da geç kalmış olmaktan, diyorum.
Derse birkaç dakika geç kalmış olsam da bir şey demiyor hoca. Dar sırama oturup sıkıntımı fiziksel olarak da tamamlıyorum. Uyumalı mı uyumamalı mı, diye düşünerek bir sağa bir sola yaslanıp duruyorum sırada. Zaten iletişim zemini İngilizce olduğu için bir de iletişim sıkıntısıyla boğuşan beynim iyice bu durumda olmayı reddediyor. Gözkapaklarım ağırlaşıyor, başım kısa süre öne düşüyor ama sonra dersi takip etmek için yeniden kaldırıyorum. Düşüyor, kaldırıyorum; düşüyor, kaldırıyorum.
Uyudum mu, uyumadım mı derken ders bitiyor. Sıkışıp kaldığı durumdan yeni kurtulan beynim kısa süreliğine herhangi bir şey düşünemiyor. Sıradan kalksam mı kalkmasam mı, yemeğe gitsem mi gitmesem mi, odaya gidince uyusam mı daha yararlı şeylerle mi uğraşsam diye düşünüp dururken kendimi çoktan odanın ortasında masanın başına oturmuş öylece dururken buluyorum. Odada insanlar çeşitli etkinlik teklifleri sunuyorlar. Hiç biri beni harekete geçirmek için yeterli çekiciliğe sahip değil. Art arda hepsinin ne kadar saçma, gereksiz, zaman kaybı şeyler olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Sonra insanlar art arda benim ne kadar uyuşuk ve sıkıcı bir insan olduğumu söyleyerek beni laflarıyla dövüyorlar. Ben de fütursuzca karşı atağa geçmeye çalışıyorum. Belli bir noktada insanlar benim bir şeye itiraz etme güdüm yüzünden çok sinirlendiklerinden vazgeçiyorum tartışmaktan. Herkes bir köşede sıkılırken ortama yeniden huzur geliyor.


Kendimi bilgisayar başında sokak yarışçılarının lideri olmaya çalışırken buluyorum. Bilgisayar oyunlarının en önemli faydası, insanların egolarını tatmin ederek hayatlarını daha huzurlu sürdürebilmelerini sağlaması sanırım. Klavye başında polisler ve diğer yarışçıları alt ederek sanal kariyerimde ilerlerken gerçek hayatıma takılıyor kafam. On yıl sonra ne olmak istediğini bilemeyen kafamla, herhangi bir şey için daha fazla çaba gösterme enerjisini kendimde bulamıyorum. O kadar inançsız ve hedefsiz kalmışım ki… Düşündükçe her şey ya gereksiz ya da aşırı uzak geliyor. İnsanlar haklı galiba diye düşünüyorum. Sabah akşam dalga geçtiğim inançları, hedefleri ve alışkanlıklarıyla insanlar benden kat kat huzurlu ve gelecekten emin gözüküyorlar. Neden-sonuç ilişkileriyle fazla yoğrulmuş kafam her şeyin en basit temeline inme eğiliminde olduğu için hayatımdaki her şey - kendi yaptıklarım da dahil - devamlı saçma bir oyunun parçası gibi geliyor. “Yaşamıyorsun da sanki zaman içinde bilinçsizce sürükleniyorsun” diyor içim.
İyi bir şey olacağını zannetmiştim. “Hayattaki şeylerin anlamsızlarını eledikçe güzel ve yaşamaya değer bir hayat kalacağını sanmıştın elinde” diyor. Odadaki insanların yavaş yavaş bir şeyle meşgul olup beni içsesimle baş başa bıraktığını görüyorum. “Farkındalığı” öve öve bitiremeyen insanlığın suçu, diyorum. Yani hayatı çözdüm bitirdim değil de, çok saçma be yaşam dediğimiz şey. İçinde olmaktan bir yandan sıkıldığın, bir yandan asla vazgeçemeyeceğin bir evren.
Hayatta en beğendiğin şey ne diye sormuştu arkadaşım geçenlerde, öyle bir şey var mı acaba beğeniyor muyum bir şeyler diye. Birkaç grup ismi, yazar falan söylemiştim ama düşünüyorum da şu “hayat” denen koca curcunanın içinde bakterilerden ötesi yok gibi geliyor, uyuşuk bir şekilde odamda akşamı beklerken. Olsam memnun olurdum. En güzeliyse memnun olup olmadığım hakkında bir fikrim bile olmazdı. “Memnuniyet” olmayan bir dünya özlemi diyorum benim ki. Sonra memnun olmadıktan sonra yaşamanın ne anlamı var, diyorum. Yine bilemiyorum. “Bunlar da geçer herhalde” diyor. Bilemiyorum. Geçmeli mi geçmemeli mi hiçbir fikrim olmadan başımı yastığa vurup kulaklığımı takıyorum. Biraz neşeye ihtiyacım var.

Share This
Subscribe Here

0 yorum:

 
Avaz Avaz Dergisi

izliyorlardı

Avaz Avaz Copyright © 2011 BeMagazine Blogger Template is Designed by Blogger Template
In Collaboration with fifa