Müjde, Athena yeniden eğlenmeye başladı!
Bu arada bu da upuzun bir röportaj, Avaz Avaz'daki diğer röprotajlar gibi. "Yerimiz mi dar, canım!" diyerek röportajın hepsini yayınlamakta bir sakınca görmedik çünkü kıyamadık bu güzel muhabbeti kırpmaya. Hem zaten gayet de eminiz beğeniyle okuyacağınızdan. Buyrunuz;
Buse: Yeni albümünüzün çıkış sürecinden başlayalım.
Hakan Özoğuz: Ben 2007 yılı başında ocak gibi mezun oldum konservatuardan ve nisanda askere gittim. O arada beş buçuk aylık boş bir süre var. Gökhan da o arada Londra’ya gitti. Ben de dönüşte ona katıldım ve müzik yapmaya başladık tekrar. Ama yedi ay kadar ara vermiş olduk Gökhan’la müziğe. Orada başladıktan sonra ilk başlarda İngilizce bir şeyler düşünüyorduk, o yönde ilerliyorduk ama daha sonra gördük ki, Türkçe albüm için yeterli materyal çoktan olmuş ve doğru zaman gelmişti. Buraya döndük. Kayıtları yaptık. Kayıtlarda Alp Ersönmez basta, Volkan Öktem davulda bize eşlik etti. Uzun bir hazırlık süreci geçirdik aslında, iki ayrı dönem diyebiliriz. İlk başta Londra’dan buraya döndüğümüzdeki hazırlık dönemi 6-7 ay kadar sürdü ve onun sonunda çok hazır hissetmediğimiz için kısa bir ara daha verdik bir iki ay kadar. Ondan sonra Alp Ersönmez’in evinde bir toparlama süreci başladı. Albüm çıktıktan 3-4 gün sonra Vodafone turnesine çıktık. Bu arada albüm çıkmadan, yani Vodafone turnesinden bir hafta evvel klip çekmiş olduk, Serseri Mayın’ı. Her şey böyle çok hızlı ilerledi.
Burcu: Londra’dan İngilizce albüm yapıp döneceksiniz diye tahmin ediyorduk.
Gökhan Özoğuz: Öyle istiyorduk ama Türkçe şarkılar daha çabuk bitti. İngilizce için zaman gerekiyor, pişmesi lazım. Pişmeden öyle bir şeyi orada yapmak çok zorlama, bizi istediğimiz yere götürmeyecek bir şey olacağından şimdilik dursun dedik. Burada şimdi bunu yaptıktan sonra gönül rahatlığıyla, zamanımız da var, güzel güzel onu yapacağız. Onların kendi yerinde, kendi yemeklerini onlara sunmak kkesinlikle aklımızn ucundan geçmediği için burasıyla harmanı yapabilmek için belirli bir zamanın geçmesi gerekiyor. Onun pişmesi lazım, kendi içinde tadının tuzunun oturması lazım.
Burcu: Pis’in kaydını burada yaptınız, değil mi?
Hakan: Burda yaptık evet.
Burcu: Ama yabancı bir prodüktörle çalıştınız.
Gökhan: Mike Nelson, Yeni Zelandalı. Bilgi Üniversitesi’nde ögretim üyesi. Çok değerli bir müzik adamı diyebiliriz. Bir kere bizim için her şeyden çok, önemli bir insan. Çünkü biz müzikten başka birçok şeyi de paylaştık. Albüm dönemide prodüktör de dahil olmak üzere grup elemanlarıyla uzun zaman geciriyorsunuz aslında. Herkesle aile gibi oluyorsunuz. O zaman tabii bu yaptıgınız işe de yansıyor. Prodüktör, müzisyenin bütün olayını anlayıp, içindeki o çıkarabileceği özelliklerini anlayıp ona bir şeyler katabilme sürecini meydana getiriyor. Biz bunu önceki albümlerimizde çok istedik. Fakat ülkemizde bu tip müziğin yapılmış olduğu dönemler 60’larda başlasa da o ekolün bizim jenerasyonumuzdaki müzikle baglantısı çok kopuk. O kopukluktan dolayı yaptığımız müziğin janrına hakim ve bizim üzerimize de bir şey katabilecek bir prodüktör bulamadığımız için yurtdışından birinin olması çok daha uygun olacaktı. Mike Nelson’ın gelmesi de daha toparlayıcı oldu. Alp Ersönmez ayarladı. Konuştuk, yaklaşık 24 şarkı vardı. Onlar dinledi, üç hafta haber yok yine. Hakan, “kendini bu işin içinde görmüyor büyük ihtimalle”, “Yapamayacağız herhalde” falan derken bir dosyayla geldi, bütün şarkılar için notlar düşmüş. Şimdiye kadar görmediğimiz işler! Çünkü biz burada (stüdyoda) çalıyoruz sonra gelip kaydediyoruz. Öyle olunca biz de çok mutlu olduk, heyecanlandık. Kurduğumuz ekip albümü çok iyi yansıttı. Mesela biz albümü yaparken şarkıları kendimiz yazdıktan sonra grupla birlikte çalarak kayda gireriz normalde. Ama bu sefer daha farklı oldu. Alp Ersönmez de bizim yazım sürecimizin son döneminde işin içine katılarak birçok şarkıda bize yapmış olduğumuz bestede yardımcı oldu. Albümü üçlü olarak yapmış olduk. Volkan Öktem, onunla birlikte çaldığı için çok önemliydi çünkü onların arasındaki uyum da albüme yansıyor.
Aybike: Turne süreci nasıldı? En son 2006’da bir EP yayınlamıştınız. O kadar uzun aradan sonra seyircilerle, dinleyicilerle diyalog sürecinden bahseder misiniz?
Hakan: İt albümü için neredeyse Türkiye’deki konserler kadar yurtdışında da konser yaptık o dönem. Belçika, Hollanda, Almanya, İsveç’e gittik.
Gökhan: Tabii, çalmayı özlemiştik. İnsanlarla güzel bir iletişim oldu gerçekten. Keyifli konserlerdi, hepsi süperdi.
Hakan: Çok özlemişiz.
Gökhan: Tekrardan sahnede çalmak istediğiniz eski şarkılar degil de yeni yaptığınız dönemki halinizi paylaştığınız zaman daha heyecanlı oluyor tabii ki. Pis’in turnesinde de, üniversite ekibi zaten çok azılı olduğu için, orada çok güzel bir kaynaşma oldu. Gittiğimiz yerler çok güzeldi; Edirne, Bursa, Eskişehir, Kayseri, Erzurum, Konya... Çok güzel geçti konserler. Mesela albüm çıktıktan sonra üçüncü gününde turnenin ilk konseri vardı. İlk haftasında gittiğimiz yerlerde şarkıları söylüyorlardı. Acayip etkileyiciydi.
Hakan: Bir de albüm çıktıktan 3-4 gün sonra çıktık turneye. Normalde insanlar programlı bir sistemde çıkarır albümü; albüm çıkari promosyon dönemi, klip çekme, röportaj yapma falan yapılır. Klip çekildikten bir ay sonra çıkarısınız turneye, ki insanlar albümü tanımış olur. Burada öyle olmadı çünkü albüm çıkmasıyla turneye gidildi.
Burcu: Neden öyle oldu? Albüm mü gecikti?
Hakan: Evet, işler uzadı.
Burcu: Bilinçli bir karar değildi yani hemen turneye çıkmak.
Gökhan: Yok hayır, öyle bir şey mümkün değil. Olsa daha erken çıkarmak lazım albümü. En azından bir iki ay sonra çıkardığın zaman o bir kere doluyor, insanlar dinliyor, gittiğin yerdeki atmosfer başka oluyor.
Hakan: Ama güzel oldu turne de.
Gökhan: Evet çok güzeldi. Daha iyi olabilir miydi? Olamazdı herhalde. Çok çok iyiydi çünkü.
Burcu: Siz dönünce televizyon programlarına çıkınca ve üzerine Arsız Gönül’e klip çekinde albüm bir anda patladı. Her yerde, herkesin dilinde Athena var bu ara...
Gökhan: Aslında bu albüm bizim için bir dönüm noktasıydı. İlk albüm nasıl bir “Merhaba!” ise bu albüm de artık bir virajdan dönme albümü diyebilirim. Çünkü birçok anlamda çok şey değişti. Biz hiçbir zaman bu kadar uzun ara vermedik. Bizim kendi aramızda ayrı kaldığımız nerdeyse 7-8 ay var, onların verdiği farklı bir yönelim var, babamızın göçmesi var. Bunların içinde duyguların daha farklı yoğunlaşması var. Çünkü babamın mesela eli hep üstümüzdeydi sürekli bizimle beraber olduğu için.
Burcu: Değişimi yaşadığınız dönemde neler yaptınız?
Hakan: O arada hem ilk defa uzun süre ayrı kalmış olduk. Gökhan tek başına Londra’daydı, ben tek başıma askerdeydim. Ordan hayatımıza gelen ivmelerle tekrar bir araya geldiğimizde her şey çok yeniydi. O yüzden yeni bir sayfa gibiydi. Başlanıgıcı ve hazırlanışı da öyleydi.
Aybike: Holigan’da bir çıkış yaptınız. İnsanlar çok sevdiler, yine diğer albümlerlerinizde de çok sevdiler ama bu albümde de Holigan’ın bir ambiyansı var. Athena geri döndü sanki, daha kendi gibi.
Gökhan: Hakan babamın vefatından fazla bahsetmek istemiyor. Biz bu konuda Hakan’la hep tartışıyoruz. Babamızın vefatı öyle bir döneme denk geldi ki, hastalanma ve vefat ettiği dönemin içinde altı sene var. Bu albüm öyle bir dönemde çıktı. O albüme gelene kadar yapmış olduğumuz Us, İt ve Athena Athena üçlüsü, babamızın hastalığının başlayıp vefatından sonraki döneme denk geliyor. Şimdi bu üç albüm dönemindeki duygu halimizle, Holigan, Her Şey Yolunda ve Tam Zamanı Şimdi albümü dönemindekini ayıralım, Pis’i bir ayıralım. O üçlü, diğeri üçlü ve bu birin arasındaki duygu farkı dağlar gibi. Pis, bunların hepsinden sıyrıldıktan sonra, yani onları artık kafamızda, kalbimizde bir yerlerde oturttuktan sonra, gönül rahatlığıyla yapabildiğimiz, hayata çok daha farklı bakışlarla bakabildiğimiz bir albüm olduğu için dönüm noktası. İt, Athena ve Us albümlerindeki dönem, hayatımızdaki en karanlık dönemimizdi. Bir insanın yaşayabileceği en ağır, kendini ifadede zorlandığı ve gözyaşları içinde bir dönem o. Dolayısıyla kendimizi ifadede zorlandığımız ve burulduğumuz bir dönem olduğu için o albümlerdeki seyirciyle kaynaşma noktası çok farklı yerde duruyor. Yani, coşkumuz ne kadar olsa da yok. O üç albümün dokunabildiği kişiler artık dibini kazabilen insanlar oldu. Ondan dolayı Pis böyle bir silkelenip uyanma noktası oldu.
Burcu: Üç albümlük bir farklılaşma dönemi ve nndan sonra üç yllık bir aradan sonra dönüşün bu derece iyi olması aslında beklenmeyecek bir şeydi.
Gökhan: Farklılaşma dediğiniz çok doğru. O farklılaşmayı herkes fark etti zaten bir anda. Çünkü biz bir anda öyle bir duygunun içinde yaşamaya başladık.
Burcu: Evet, zaten grupta da sürekli değişimler oldu.
Gökhan: Kararsızlıklar vardı. Orada da çok ciddi bir karanlık dönem başlıyor.
Hakan: Özet olarak bütünleşmeyi sağladığımız için diğerlerinden farklı ve dediginiz gibi Holigan ve Tam Zamanı Şimdi albümünü tadında hissedebiliyorsınız o bütünleşmeden kaynaklanıyor sanırım.
Burcu: Videolarınızın kendine özel tarzları var. Daha doğrusu Londra’nın etkilerini açıkcası kliplerde iyice görüyormuşuz gibi geliyor bana.
Gökhan: Berhan bizim eski sevdiğimiz bir arkadaşımız, orada çalışan bir ekip, bizim fikirlerimizin toplanıp da karar kıldığımız şeyler, tabii ki çok değişiyor. Ondan dolayı da sırf Londra diyemeyiz ama onun da vermiş olduğu bir etki var. Albümde de var ciddi etkisi.
Hakan: Ufkunuz genişliyor yani.
Gökhan: Herkesin yapması gerekir bence. Her sanatçının toprağından belirli feyzi aldıktan sonra dünyanın bir taraflarına bir şekilde gidip gelerek, orada edindiklerini kendi toprağıyla harmanlayıp bir şeyler yapması kültürlerin birbirlerine daha homojen bir şekilde geçmesini sağlar, ki bence sanat böyle güzel.
Hakan: Dünya müzik hayatında senelerdir olan bir şey zaten. David Bowie atlıyor trene, gidiyor, gezerken yazıyor mesela şiirleri. Iggy Pop da... Herkes bunu yapıyor, bir yerlere kaçıyor.
Gökhan: Zaten duramıyorsunuz da bir yerden sonra, batma oluyor. Ben Londra’ya kaçarak koştum. 1996’da gitmiştim bir de Londra’ya. O gidişim oraya gitsem ne yaparım, yaşayabilir miyim, diye gidip bakmamdı. Dönme kararı aldığımda şöyle demiştim Hakan’a, “Tekrardan geleceğimi biliyorum buraya.” Öyledir ya görürsünüz, bilirsiniz orası size çok uygun gelir.
Burcu: Ama burası çağırıyor.
Gökhan: Tabii! Burdan kopmak mümkün değil, burası bambaşka bir yer. Dünyada hiçbir zaman eşi benzeri olmayan tek yer burası bence.
Hakan: İstanbul konusunda bir kopukluk yaşıyorsanız mutlaka iyi keşfetmemişsinizdir demektir. Dışarıdan bakış çok şey katıyor tabii fakat İstanbul’u gerçekten keşfetmemişseniz sevmemenize imkan yok.
Gökhan: Mesela yaptığınız albümde de, albümü yaparsınız içindeyken bilmezsiniz, bittikten sonra mastering’den gelir ve o zaman yaptığınız işi görürsünüz. O arada beğenirsiniz veya beğenmezsiniz. İstanbul da böyle; burada yaşarken görmezsiniz, çıkıp baktığınız zaman neler olup bittiğini oradan görüp hayran kalırsınız. Bunu hep söylüyoruz gurbet özlemi gibi de anlaşılmasın. İstanbul’un nevi şahsına münhasırlığıyla alakalı bir durum.
Aybike: Anlatmak istediğiniz durumu yurtdışındayken ben de epey hissetmiştim; İstanbul’a dönsem de sevdiğim, aşinası olduğum ortama, konserlere bir an önce kavuşsam dediğim oldu. Dışında veya uzağında olmanız daha iyi görmenize, fark etmenize sebep oluyor. (gülüyoruz)
Gökhan: İstanbul’un çeşitliliğin harmanlanmış olması çok güzel. Müzik de öyle çünkü.
Burcu: Müzikte harmanlanmışlıktan bahsetmişken; müziğiniz de harmanlanıp buraya geliyor, ska ya da artık punk yapıyorsunuz. Sound’unuz yurtdışı kaynaklı.
Gökhan: Janrı kesinlikle batı kaynaklı fakat ruhunu veren şey işlemiş olduğumuz armoni yapısı ve ritim anlayışı. Aslında bu anlatım ona birebir denk geliyor, izdüşümü gibi: Toprağa sırtımızı ve ayaklarımızı koyup yüzümüzü de dünyaya açtığımız zaman; yani bu dönemin kıyafetini giyip ruhumuz buralı olduğu zaman yapmak istediğimiz müziği yapmış oluyoruz.
Hakan: Bizim müziğimizde de dediğiniz gibi türü ve tarzı batılı olsa da içeriği hep Türk. İçerik de sadece batılı olmuş olsaydı eksik hissederdik. Biz şu an yapmış olduğumuz müziği severek, aşkla yapıyoruz.
Gökhan: Baktığınız zaman zaten biz punk’ın çiğliğini ve ısırganlığını, ska’nın kucaklama ve ritimdeki tekdüze trans halini, müziğin içinde tabii bunları düşünerek değil de hissederek, yapıyoruz. Yurtdışındaki festivallere de ‘world music’ janrı altında çağrılıyoruz. Baktığımız zaman Türk armoni yapısında ska veya punk acayip yani. Mesela Gogol Bordello çıktığında çok benzettiler bizi çünkü onlar da Balkan tınılarıyla gypsy punk yapıyorlar. Gogol Bordello kendi kültür karmaşaları ve New York’taki pişmeleriyle müziğini icra ediyor. Bize de baktığınız zaman Akmar Pasajı ve Şükrü Saraçoğlu Stadyumu arasında büyüyen 2 çocuğuz. Oradan Holigan çıkmayacak da ne çıkacak zaten değil mi? (gülüyoruz)
Aybike: Bir de şöyle bir yanınız var; ska ve punk gibi daha underground sayılabilecek müzikler yapmanıza rağmen mainstream bir grupsunuz. Sizi dinleyen, benimseyen ve beğenen geniş bir kitle var, annelerimiz tarafından bile seviliyorsunuz. Bunu neye yoruyorsunuz?
Hakan: Çok kontrolümüzde olan bir şey değil, bunu planlanmış bir hareket olarak göremeyiz. İçimizden gelen müzik böyle çıkıyor, nasıl ifade etmek lazım bilemiyorum. Şunu diyebiliriz; müziğimizi mümkün olduğunca fazla insanla paylaşmayı seviyoruz.
Gökhan: Dinlemiş ve sevmiş olduğumuz gruplar içerisinde Red Hot Chili Peppers, Radiohead gibi mainstream isimler yer alıyor. Fakat diyebilir miyiz ki bu adamların hepsi basit olarak yorumlayacağımız müzikler yapıyorlar, hayır tabii ki. Belki o gruplardan çok etkilendiğimiz içindir. Çok underground, burnunun dikine gidip ben kimseyi umursamıyorum noktasında çalmış olduğumuz dönemlerimizde bile yine şu anki Athena noktasına geliyorduk. Tamamen kendi kafanızdaki müziğin haritasını çizmek gibi düşünün. Kopuk bir şeyler çaldığımız zaman sıkılmaya başlıyoruz, hoşumuza gitmiyor. Binbir türlü janrıda müzik dinliyoruz ama çalarken bir tip var. Kendimi her şeyden arındırıp bağırmaya çağırmaya başladığımda bir yere gidiyor kafa zaten. Herkesin, müziğinizde bir değişim var dediği zamanlarda bile bir tarafı vardı fakat farklı bir perspektiftendi.
Hakan: Mainstream tarafında yer alma sebeplerinden biri de: 12 Dev Adam, Holigan ve For Real gibi geniş kitlelerin ilgi duyduğu işlerde ismimizin yer almasıdır. Bu da bir karakter meselesi; herkes bu denli paylaşılmaktan hoşlanmayabilir. Başta da dediğim gibi biz, müziğimizi paylaşmaktan zevk alıyoruz.
Burcu: Evet, bundan hiçbir şekilde kaçınmadınız. Eurovision’a da katıldınız, 12 Dev Adam marşı da yaptınız.
Hakan: Bu ertesi gün sırtınızda taşımanız gereken bir yük olabilir. Yük olup olmayacağı sizin karakterinize bağlı. Bir şeyi isteyerek ve bilinçli yapıyorsanız yük olarak algılamazsınız. Başkası: “ Siz pop yapıyorsunuz.” diyebilir fakat bu bizim umrumuzda değil, biz istediğimiz müziği yapıyoruz.
Gökhan: Çaldığınız müziğe inanıyorsanız, çalarken onunla beraber deliriyorsanız, çalıp söylerken gerçekten orada oluyorsanız, o müziğin beğenilmemesine veya insanlar tarafından algılanmamasına imkan yok. Bunu bence beceren Mor ve Ötesi, Duman ve biz varız, mainstream olarak algılanabilecek ve birebir kendi isteğine yönlendirecek olan. Diğer gruplar kendi dinleyici kitlelerini ufak ufak oluştursalar da bu 3 grup aynı jenerasyondan gelen, çok eski ve albümlerini kendi istekleri doğrultusunda yapan gruplar. Şebnem Ferah ve Teoman da hakeza tabii.
Aybike: Tavrınızdaki tutarlılıkla alakalı bir durum sanıyorum. Çok popüler bir şarkı yapsanız da kendiniz olarak yaptığınız için insanlar tarafından seviliyor.
Gökhan: Ben mesela Hakan’la yaptığımız bazı şarkılarda rahatsız olurdum, acaba işin içinde çok mu kaybolduk diye düşünürdüm. Çünkü ben kaybolabiliyorum Hakan dengeler onu. Hakan olmasa müzik olarak ben, bambaşka noktalara kaymış olabilirdim. Fikir olarak sivrildiği zaman bende çok üzerine giderim ama Hakan çeker ve dengeler. Aslında baktığımız zaman albümlerdeki uğraş bundan ileri geliyor. Çekişme çok fazla var aramızda. Onun için ikiz olmasaydık Athena olmazdı, mümkün değildi, 6000 kere ayrılmıştık. İkiz olmasan birbirini bu kadar çekemezsin. Grup işi özveri gerektiriyor. Albümden albüme değişen müzisyen arkadaşlarımızla da severek birlikte paylaştığımız zamanlarımız oldu fakat birçoğuyla ayrılmak zorunda kaldık.
Burcu: Uyumsuzuz diyorsunuz aslında…
Gökhan: Tabii, kesinlikle uyumsuzuz. Hele ben çok daha zor anlaşılabilen bir karakterim. Bence herkes kabul etmelidir yapamıyorsa.
Burcu: Peki albümden albüme değişen müzisyenlerin nasıl bir etkisi oldu? Burak Gürpınar vardı bir dönem. Bu değişimlerin izlerini nasıl görüyoruz albümlerde?
Hakan: Bilmiyorum, bunun için özeleştiri yapmak gerekiyor ama biz iyi hissettik içerden. (gülüyoruz)
Gökhan: Aslında şöyle düşünelim, mesela gözünüz kapalı odada duruyorsunuz biri giriyor içeri çok fazla konuşmuyor ama ufak tefek şeyler söylüyor. Biri daha giriyor, siz onları çocukluktan beri tanıyorsanız kokusundan, yaklaşmasından bile onun o olduğunu biliyorsunuz. Albümde de kayıtları yaparken arkadaşlarımız değiştikçe şarkılar üzerinde öyle etkiler oluyor. Onun tele dokunuşuyla, vuruşuyla tat değişimleri oluyor ama özü aynı kalıyor. Burak’la da çok güzel provalar, konserler ve çalışmalar yaptık fakat karakter olarak bizi bir arada tutan kimya aynı yerde durmuyordu ve bir süre sonra klasik kopmalardan biri yaşandı. Hakan’la bir süre bu işi akışa bırakma kararı aldık. Grup işi tamamen sevgili gibi; sevgilinizle kavga edersiniz, çok güzel zamanlar geçirirsiniz, aşk patlamaları yaşarsın. İşte bu iniş çıkışların hepsi grupta da yaşanıyor. İnsansınız sonuçta, tripleşmeler yaşanabiliyor aranızda ve kopma da o kadar zor oluyor.
Buse: Metal başladınız, sonra ska devam ettiniz şimdi daha çok punk yapıyorsunuz. Bundan sonra başka bir şeye daha yönelebilir misiniz? Grup elemanları değiştikçe başka şeyler de gelebilir mi?
Gökhan: Grup elemanları değişince kafa değişmiyor bizde. Grup elemanları, bizim o değişen kafamıza geliyorlar.
Buse: Tabii öyle de mesela elektronik bir şey yapar mısınız?
Gökhan: Hakan mesela o işe çok hakim. Çok da seviyor elektro, disko şeyler idinlemeyi, çalmayı. Ben kendimi göremiyorum elektronik müzikte, sahnede yüzleşme olarak.
Hakan: İleride başka bir proje olabilir. Metal yaptığımız zaman 14-15 yaşındaydık. O dönemin kapanıp punk’ın ve ska’nın olaya girmesi de bizim tam ergenliğin gittiği döneme denk geliyor.
Gökhan: Uyanış şöyle oldu aslında: Metal müziğin içindeki gerçeklikle punk müziğin içindeki gerçeklik uçurumlar. Punk tamamen hayatın içinden, metal de böyle bir rüya aleminde... biz metal çok severdik, hala da seviyoruz. Slayer geldiğinde gittik mesela, bambaşkadır bizim için. Ama şu andan itibaren tekrar metal yapmayacağımı biliyorum. Ama birçok janr var. O janrların içinde hayatındaki gidişat bir yere çağırıyorsa neden olmasın ki?
Burcu: Bir röportajınızda okumuştum, Londra’ya gitmeden önce ikinizin müziği arasında da farklılaşma olmaya başladığını söylüyordunuz.
Hakan: Us, Athena ve İt albümlerinde Gökhan ile kendi aramızda mesafe oluştu. O oluşan mesafe ile yapılan albümlerdi onlar. O yüzden bu, ilk üç albüm ve Pis albümünden farklı karakterdeler. Ama bambaşka, biri metal müzik biri klasik müzik gibi bir durum da yok. Çünkü yine onlar bizleriz. Birbirimize olan mesafenin yakınlaşıp uzaklaştığı dönemdeki farklılıklar hissedildi.
Gökhan: Tabii o bahsettiğimiz dönem çok ağrılı bir dönem olduğu için...
Hakan: Depresyonlu bir dönem...
Gökhan: Tabii düşünsenize dokunsanız bile “Aaa!” oluyorsun. Onun için de müziğe yaklaşmak için kesinlikle herkesin çok daha rahat olduğu zaman çok daha fazla karışıyorsun. O zamanlarda janr olarak da çok, ben ekstreme bir şekilde bambaşka bir yere gitmeye başladım. Hakan da ekstreme bir şekilde olduğu yerde çakıldı kaldı. Biz hiçbir şekilde birbirimizle oynamadık. Bir de o üç albümün insanlar tarafından fark edilmesi ne kadar güzel bir şey. Çünkü demek ki insanlar dinliyorlar, fark ediyorlar. Aldık albümü dinledik tamam diye bir şey yok. O albümlerden de hit’ler çıktı ikişer üçer tane. Ama bir şey eksikti. O da o birleşme ruhuydu. Pis’te o kadar birbirine girdi ki o da müzisyen arkadaşlarımız, yazarların söylediği çok güzel bir şey var, bizim de yansıtmak istediğimiz, birebir bütün albümün şarkıları birbirinden ayırmadan bir yol oluşturması. Ben bunu bir Dünya Yalan Söylüyor’da görüyorum. O albümde de birinci şarkıdan son şarkıya kadar bütün şarkılar güzel bir sıra oluşturuyor. Öyle albümler çok yapılmıyor. O albümde onların ilk çok yoğun çalıştığı albüm.
Burcu: Onlar için bir dönüm noktası diyebiliriz belki de.
Gökhan: Tabii. Hatta Türkiye’de rock müziğin dönüm noktası. O değişti her şey ondan sonra. Ondan dolayı öyle albümler elmas gibi, çok değerli. Düşünsenize biz bu albüme dört senemizi verdik. Hayatımızdan dört sene bu albümü yapmakla geçti. Çünkü albüm sadece kayıt zamanında değil, günümüzü yaşarken de oluşuyor. Mesela arkadaşlarım Londra’dayken dışarı çağırırlar falan... ben böyle evde, bir köşede, kapkaranlık, duvarlara bakarak geçirdiğim aylarım oldu. Bunlar tabii hep birikiyor, birikiyor ve bir yerde pat diye ortaya çıkmak zorunda. Zaten delmeye çalışıyor o duygu. Çok ciddi depresyonlar çok ciddi mutluluklar çıkan bir albüm olduğu için keyifli oldu.
Aybike: Grup olmanın zorluklarından bahsettiniz. Günümüz şartlarında artık kimse “kasmıyor” grup olmak için. Evinde oturup bilgisayarınnı başında müzik yapabiliyor. Müzik piyasasının gidişatını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hakan: Bireysellik ön plana çıktı, doğru. Çok fazla şey değişti ama ben götürdüğü şeylerden çok daha fazla şey kattığına inanıyorum bu sistemin. Herkes bir müzik ypaarken başkalarına muhtaç kalmadan içindekini direkt çıkartabiliyor.
Gökhan: Eskiden şu zorunluluğun vardı: Mecburdun o gruba. Oturup hep beraber anlaşmak zorundasın. Tartışsan da dışarıda tartışıp gelip çalıp orada bir şey oluşturmak zorundaydın. Çünkü bir stüdyo vardı, bir enstrüman vardı. Şimdi bilgisayar var, her şeye ulaşabiliyorsunuz... şimdi o rahatlık olduğu için artık insanlar çok fazla rahatını bozmuyorlar. Çünkü aslında o rahatını bozmak demek bir yerde. İşlerini bırakıyorsun stüdyoya geliyorsun, geri gidiyorsun, yol parası oluyor, stüdyo parası oluyor, bir şey oluyor öbüründe.
Hakan: Logic ile kıtalararası albüm kaydı yapılıyor.
Gökhan: Ama yine de öbüründe yapmaya çalıştığın şeyi, insan elinin değmiş olduğu şeyi vermiyor. Hakan askerdeyken Astoria’da ratatat konserine gitmiştim. Atoria’da yıkıldı, bütün o dört senemizi orada geçirdik biz. Adamları bir dinledim, kafamda da janrlar zaten dönüyor. Londra’da zaten şey gibiydim, ne duysam zuup kaydediyorum kafama. Ratatat buradan da sevdiğim bir gruptu. Konser bitti, ben inanamıyorum dinlediğim müziğe çok hoşuma gitti. İndim aşağıya kapıdan adama dedim, bir konuşabilir miyim. Çağırdılar adamı konuştuk. Adama dedim ki böyle böyle bir grubum var, müziğinizi çok seviyorum, kafamda acayip bir birleşme oluyor, birlikte bir şey yapabilir miyiz dedim. Tabii ki dedi. Burada mısınız dedim, amerika’dayız dedi. Ama sorun deil, internetten bana gönderirsin şarkılarını olur dedi. Haa öyle mi oldum ben de (gülüyoruz) çünkü o zamana kadar hiç böyle bir şey bilmiyordum.
Hakan: Olay kolaylaştı yani.
Gökhan: Beraber yapıyorsun aslında zaten ama dokunmadan, konuşmadan, tartışmadan, birbirinin kokusunu duymadan.
Hakan: Bence avantajları daha fazla. Bir şarkıyı oluştururken başkalarına muhtaç kaldığındaki rahatlıkla tek başına o fikri çıkartıp daha sonra onlarla paylaşma rahatlığı ve durumu, ortamı tamamen farklı. O yüzden bence, bizim de izlediğimiz yol, Gökhan’la ben sürekli ikiz olduğumuz için ve aynı yerde yaşadığımız için çalıyoruz bir şeyler. Sonra bir hale geldikten sonra arkadaşları buraya (stüdyoya) getirip onu harmanlayıp bir köşeye atıyoruz. Sonra bu albüm gibi oluyor.
Burcu: İnternet aslında müziğin yayılması açısından da çok elverişli bir ortam oluşturuyor. Ama biz sizin internet sitenizi göremedik...
Gökhan: Sizce internet sitesi yapmalı mıyız o şekilde? Birileri yapıyor bunu aslında, Myspace’teki çok içerikli aslında, ona bakıyorlar.
Burcu: Myspace evet, çok önemli bir noktada, herkesin de var ve oradan iletişime geçmek çok kolay. Ama kendinize özgü bir internet sitenizin de olması bence çok büyük bir artı. Sizin ağzınızdan bilgi almak ve bunu sizin kendi görsellerinizle görmek çok önemli bence. Hem biri beğendiği zaman sizi yurt dışından, Athena diye arattığında sizi orada görecek.
Gökhan: Doğru aslında, yapmamız lazım onu.
Aybike: Bir de biz son albümünüzün fotoğraflarına bayıldık.
Gökhan: Onları o kadar komik oldu ki!
Burcu: Nerede çekildi fotoğraflar?
Gökhan: Perşembe Pazarı’ndan Karaköy’e doğru inerken balıkçılar vardır ya, oralarda.
Hakan: Bir de Cihangir’de bir arkadaşımızın evinin terasında.
Burcu: Yeni projeleriniz var mı?
Gökhan: Bir tane yurtdışı için, iki tane de burası için büyük proje yakın zamanda çıkacak.
Aybike: Alternatif sahneden beğendiğiniz gruplar var mı?
Hakan: Kim Ki O’yu beğeniyoruz biz mesela. Gece, Sakin, Pinhani iyi gruplar.
Gökhan: Onlar iyi gruplar gerçekten ama albümün alıp da dinledik diyemeyeceğim çünkü yalan söylemek istemem hiçbir zaman. Kim Ki O gerçekten, çok heyecanlandırdı. Punk olarak ne çıktı son dönemde?
Aybike: Mesela The Raws’u beğeniyor musunuz?
Gökhan: Müzikleri yurtdışıyla tamamen aynı olduğu için, onun üzerine hiçbir şey katılmadığı için bir şey söyleyemiyorum. Orjinallik olduğunu düşünmediğim hiçbir şey beni heyecanlandırmıyor açıkçası. Çünkü onun aynısını ben İnfiltere’de gidip dinleyebiliyorum. Mesela Softa var. Daha çok garage punk kafasındalar, Yeah Yeah Yeah gibi. Ama bak, “Yeah Yeah Yeah gibi”, kendi özellikleri de var.
Hakan: Bir de Haossaa var.
Gökhan: En son konserlerine gittiğimizde kasılıp kaldığımız grup. Ben onlara amfetamin hapı diyorum. 15-20 dakika sürüyor konserleri, olayın bitiyor.
Burcu: eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Gökhan: Türkiye’deki müzik çok önemli. Gelecekte çok daha güzel yerlere geleceğini, çok iyi grupların çıkacağını, bu piyasanın da güzel bir yere geleceğini umut ediyoruz ve düşünüyoruz da. Önemli olan müzisyen kardeşlerimizin kendine has parçalarını müziklerinin içinde barındırabilmeleridir işin en önemli noktası. Türk musikisinin de ne kadar önemli olduğunu ufak bir dipnot olarak verebiliriz. Türk musikisinin çok büyük bir derya olduğunu Londra’da keşfettik.
Burcu: Üçüncü klibi ne zaman çekeceksiniz?
Hakan: Ocak civarında yayınlanacak.
Aybike: Pis’e çekin!
Gökhan: Ben de Pis’e çekelim diyorum! (gülüyoruz)
Hakan: Ama Pis’in zamanı üçüncü klip zamanı değil.
Burcu: Bahar dönemi için daha iyi sanki, değil mi?
Hakan: Aynen.
Gökhan: Bu arada Pis konusunda korkunç bir şey var; ben sahnede Pis’in sözlerini hep unutuyorum. Hakan’a bakıyorum, o toparlıyor! (gülüyoruz)
4 yorum:
işte bu! :)
adorei a reportagem. sei que é quase impossível, mas gostaria muito que o Athena fizesse um show aqui no Brasil, ainda mais aqui no Rio de Janeiro. Um abraço pra todos os turcos fãs de ATHENA!! Também tenho um blog me acompanhem-la: georgetricolor.blogspot.com !! Bye
Müthiş samimi bi röportaj olmuş, yaratılan ortam ve güzel sorular adına arkadaşları tebrik ederim. Athena'nın yeri bende hep bir başkadır...Sahip olduğum ilk kasetim, hediye edilen ilk kasetim, hele bir şarkıları vardır ki discman zamanlarında aynı şarkıyı defalarca dinlemek için o eziyet verici tuşlara az basmamışımdır.Bu albüm içime o kadar sindi ki ortaokuldayken hoplaya zıplaya dinlediğim şarkıları geliyo hep aklıma :) Nereden baksan tanışıklık 13-14yıllık bir Türk punk-ska grubunun bunu hala hissetirmesi şahane bi duygu...
evet pis'i hala ezberleyememiş :)
Yorum Gönder