Bu yaptığım arkadan konuşma sayılmaz, biliyorsun değil mi? Yüzüne söylememiş olmam tamamen doğru zamanı bana sunmamış olmasından ötürü.
Eminim bunu bilerek yapıyor. Hala kozu elinde tutma çabasında, acınası bir halde. Hayır, arkasından konuşmuyoruz şu an. Onunla birbirimizi anlamamız için karşılıklı konuşmamız gerekmez, bunu gerektirmeyecek kadar eski mazimiz. Ben ona anlaması gereken işaretleri verdiğime inanıyorum ve o da bunları almış olmalı. Sadece karşı karşıya gelmedik, o da an meselesinden başka bir şey değil. Evet, içim rahat benim…
İlk Barselona’da kendini hissettirmeye başladı. kokteylde huzursuz davranıyordu ama üstüme alınmamıştım hiç. Bazıları hayatta her daim gergin olmayı bir erdem sanırlar, tüm sebepler geçip gitse dahi. Soloda ritm kaçırdığı yerler olmuştu; davranışlarını buna bağladım. Sağda solda anlamsızca dolanıyor, benim yanımda durmamaya çalışıyordu. Ses etmedim, kafasını dinlemesini bekledim. Basın fotoğraflarımızı çekmeye başladığında kendini toparlamış gözüküyordu; abartı ölçüde ışıltılı, fazlasıyla sahte bir toparlanış. Yapmacık olduğunu hissetmem zor değildi, belki de benim bunu hissetmem için çabalıyordu. O gece sarı bir elbise giymiştim, o ise siyah bluz, kumaş pantolon ve topuklu ayakkabı tercih etmişti. Fotoğraf çektirirken belimi ondan beklemeyeceğim bir kuvvetle sıkıyor, bir ayağını önde tutmaya çaba harcayarak eteğimi “yanlışlıkla” ezmeye çabalıyordu; o an önemsemeyip aldığı alkole verdim. Fotoğraflardan sonra gene kalabalığa karıştı, gece otele gitmediğimden ne yaptı bilmiyorum, ertesi gün havaalanına kadar görüşmedik.Eminim bunu bilerek yapıyor. Hala kozu elinde tutma çabasında, acınası bir halde. Hayır, arkasından konuşmuyoruz şu an. Onunla birbirimizi anlamamız için karşılıklı konuşmamız gerekmez, bunu gerektirmeyecek kadar eski mazimiz. Ben ona anlaması gereken işaretleri verdiğime inanıyorum ve o da bunları almış olmalı. Sadece karşı karşıya gelmedik, o da an meselesinden başka bir şey değil. Evet, içim rahat benim…
Sonra Paris turu var. Orada konser beklediğimizden fazla ilgi topladı, adımıza ……..’da büyük bir afiş hazırlanmıştı. Gökyüzü mavisi üzerinde benim şeffaf yüzüm, köşede beyaz bir viyolonsel, altta piyano başında o. Sanki camdan yapılmış hissi veren harflerle adım ve koyu mavi ile alt başlıkta “Sisterhood of Cello and Piano”. Nasıl bulduğunu sorduğumda uzun süre cevap vermeden afişe bakmayı sürdürdü. Sonra kafa sallayıp “evet” demekle yetindi ve uzaklaştı. Buna takıldığına inanamıyorum,afişteki yerine. İnanmak da istemiyorum, onu çok severim çünkü; bilirsin beni. Şu anda da böyle konuşarak seni etki altında bırakmak istemem…
Ama o sonuçta piyano partisyonu için geliyordu benimle, herhangi bir piyanist de olabilirdi yanımda. Hem… Hem biliyoruz ki, o kadar da mükemmel bir iş çıkardığı söylenemez…
İngiltere zamanını da hatırlıyorum. Sanat dünyasından hatırı sayılır bir kitle oradaydı. Çoğu flüt sesiyle gemi düdüğünü ayırt edemeyecek tiplerdi, biraz kulağı olanlar da zaten bizi hasımları görüp iştahla hata yapmamızı bekliyorlardı, her zamanki gibi. İkinci dereceden sanatçılar da vardı konserde. Ressamlar, heykeltraşlar, birkaç yazar, ilham perisi gelmedikçe silik kalmaya mahkum onca masabaşı yıldızı. Bir de oyuncular tabii; ama beni bilirsin, rol yapmayı sadece sahne deneyimi yaşatıyor diye sanattan saymamı bekleyemezsin. Her neyse… Adını hatırlamadığım bir yönetmen vardı, alakasız bir şekilde çaldığımızı Wagner’in eserlerindeki tutkuya bağlamaya çalışmıştı, klasik müzik hakkında daha öteye geçemeyeceği yüzünden okunuyordu. Flörtüne uzun süre cevap vermedim. Yorgundum ve daha az yorucu birine ihtiyacım vardı. Adam yenilgiyi kabullenip uzaklaştı. Başım ağrıyordu; kalabalık çok bunaltıcıydı ve herkes ne kadar harika bir yoruma imza attığımdan bahsediyordu. Köşeye oturup salonu seyrederken onun Wagnerci yönetmenin yanına gittiğini farkettim. Uzaktım, ama kendisinden hiç beklemediğim bir kadınsılık çabasıyla adama yanaşmaya çalıştığını hissedebiliyordum; böyle şeyleri en iyi tanımlayan şey histir, değil mi? Adam az evvelki yenilgisinin hasarını gidermek için ilk başta ilgili davrandı, ona kısa süreliğine bir şans vermiş olmalı. Ancak birkaç başarısız sohbet girişiminin ardından dışarıdan hissedilir şekilde onu geçiştirmeye başladı. Biraz konuşup kafasını diğerlerine çeviriyor, tanıdığı kadınlara abartılı temaslarla selam veriyordu. Sonunda Wagnerci, kadının birini belinden kavrayıp uzaklaştı. O da… Tanrım, suratının onca fondoteni hiçe sayarcasına kızarışını görmeliydin…
Konser çok iyiydi. Sanırım tek ciddi falsom allegroda oldu, onun da farkedildiğini düşünmüyorum. Kokteylde bir sürü kişi gelip bizimle konuşmaya çalıştı, ikimizden bir tek o Fransızca biliyordu, çevirilerle uğraşmak zorunda kalmıştı. Mimiklerini her ne kadar kontrol etmeye çalışsa da bana gelen her övgüden sonra artan siniri yüzünden okunuyordu. En sonunda izin isteyip lavaboya gittiğini söyledi, gece boyunca da görmedim onu. Suçlamak gibi olmasın ama benimle ilgili çevirileri tamamen dile getirdiğine de inanasım gelmiyor doğrusu.
Haklısın, okula onunla beraber girmiştik böyle konuşmamalıyım; ama ikimizin de aynı zamanda yola çıkmış olması aynı hızla ilerlememizi zorunlu kılamaz, değil mi? Okulun ilk yıllarında çok parlaktı, umut vaadediyordu ama her vaat gerçekleşmez. Zaman geçtikçe aramızda yadsınamaz bir fark oluştu. Yani bunu dile getirmek beni de üzüyor inan bana.
İngiltere zamanını da hatırlıyorum. Sanat dünyasından hatırı sayılır bir kitle oradaydı. Çoğu flüt sesiyle gemi düdüğünü ayırt edemeyecek tiplerdi, biraz kulağı olanlar da zaten bizi hasımları görüp iştahla hata yapmamızı bekliyorlardı, her zamanki gibi. İkinci dereceden sanatçılar da vardı konserde. Ressamlar, heykeltraşlar, birkaç yazar, ilham perisi gelmedikçe silik kalmaya mahkum onca masabaşı yıldızı. Bir de oyuncular tabii; ama beni bilirsin, rol yapmayı sadece sahne deneyimi yaşatıyor diye sanattan saymamı bekleyemezsin. Her neyse… Adını hatırlamadığım bir yönetmen vardı, alakasız bir şekilde çaldığımızı Wagner’in eserlerindeki tutkuya bağlamaya çalışmıştı, klasik müzik hakkında daha öteye geçemeyeceği yüzünden okunuyordu. Flörtüne uzun süre cevap vermedim. Yorgundum ve daha az yorucu birine ihtiyacım vardı. Adam yenilgiyi kabullenip uzaklaştı. Başım ağrıyordu; kalabalık çok bunaltıcıydı ve herkes ne kadar harika bir yoruma imza attığımdan bahsediyordu. Köşeye oturup salonu seyrederken onun Wagnerci yönetmenin yanına gittiğini farkettim. Uzaktım, ama kendisinden hiç beklemediğim bir kadınsılık çabasıyla adama yanaşmaya çalıştığını hissedebiliyordum; böyle şeyleri en iyi tanımlayan şey histir, değil mi? Adam az evvelki yenilgisinin hasarını gidermek için ilk başta ilgili davrandı, ona kısa süreliğine bir şans vermiş olmalı. Ancak birkaç başarısız sohbet girişiminin ardından dışarıdan hissedilir şekilde onu geçiştirmeye başladı. Biraz konuşup kafasını diğerlerine çeviriyor, tanıdığı kadınlara abartılı temaslarla selam veriyordu. Sonunda Wagnerci, kadının birini belinden kavrayıp uzaklaştı. O da… Tanrım, suratının onca fondoteni hiçe sayarcasına kızarışını görmeliydin…
Tamam haklısın; ama ne diyebilirim, piyanoyu çok iyi çalıyor olman bile erkeklerin bazı gerçekleri görmesini engelleyemez sonuçta…
Bana kızıyor ama erkeklerle ilişkileri hiçbir zaman iyi olmadı zaten. Onlara hamle yapmaları için güven vermiyor, yapılanları da ödüllendirmiyor. Bazen turnede o kadar gerginlik yaratıyordu ki… Onun gönlünü hoş tutmak için ne fırsatları teptim üstelik.
Yani… Sadece kazık gibi salonda durarak insanların üstüne atlamasını bekleyemezsin, değil mi?
Sorun sadece kendisi değil, yetiştirdiği piyanistlerle kimse çalışmak istemiyor. Onları da güvensiz yapıyor kendi gibi, hayata karşı savunmasız. Benimkilerle düet yapmasınlar diye Kaç kere yalan söylemek zorunda kaldım. Bakma bana öyle, benim de okulda bir saygınlığım var…
Sorun sadece kendisi değil, yetiştirdiği piyanistlerle kimse çalışmak istemiyor. Onları da güvensiz yapıyor kendi gibi, hayata karşı savunmasız. Benimkilerle düet yapmasınlar diye Kaç kere yalan söylemek zorunda kaldım. Bakma bana öyle, benim de okulda bir saygınlığım var…
Onu ne kadar sevdiğimi bilirsin. Ama hala buralarda olmasının hatır gönül ilişkisiyle döndüğünü görmemek çocukluk olur. Hatırdan çok gönül. Daha doğrusu… Tanrım, ..….’nin şefi ile çıkan söylentileri duymamış olamazsın. Başka türlü turne hazırlıklarımdan haberi olamazdı ki, son ana kadar sır gibiydi bu olay. O kart herif, kimbilir öncesinde kimler olmuştur, daha pörsümemiş herşeye saldırır; damak zevki yoktur, tacizine yapmacık bir hazla cevap verebilecek kadar miden olması yeterli. Ona acıyorum bu herife muhtaç kaldığı için.
Yo hayır, ben zamanında uzak durdum o heriften. Yakışıklı mı? Lütfen ama, seni daha zevkli sanırdım. Yani belki biraz, ama konu bu değil. O adamın iticiliğini göremiyor olamazsın! Hem itici, hem de sapık ruhlu. Orkestrada niye kimse dekolte giymiyor sanıyorsun? Gözlerini sen prova yaparken bir an bile geri kaçırma ihtiyacı duymuyor.
Haksızlık falan etmiyorum ben. Bunu göremiyor olamazsın. Sülük bile bulsa yatmaya hazır o adam. Midesiz…
Efendim? Hayır ikisini görmedim o şekilde, ama öğle yemeklerini birlikte yiyorlar. Kim o herifle yemek yer ki? Gerçi sana anlatmalı mıyım bilmiyorum, bazı şüphelerim var. Üstüne konuşulacak kadar düşünmedim, ciddiye almazsan daha iyi. Ama belki her şey daha kötüdür, belki o herifle kendisi bir şey yapmıyordur da…Nasıl desem, belki aracılık gibi… Demek istediğim, çoğu öğrencisi kız ve yirmilerinde, doğruların net olmadığı yaşta…Onlara çok değer veriyormuş gibi de görünmedi hiç gözüme. Hem insan yerini korumak için herşeyi gözden çıkarabilir… Öğrencilerinden birini bir kere o adamla konuşurken görmüştüm. Ama bunlar benim fikirlerim, yani yanlış bir kanıya yönlendirmeyeyim seni.
Şaka mı yapıyorsun? Kıskançlık? Ben? Onu mu? Komik! Nasıl böyle bir şey söylersin? Ne piyano çalabiliyor ne de düzgün bir adamla olmayı başarabiliyor. Hep çirkindi, çirkin olduğunu bildiğinden hep çabalamaktan ürkekçe kaçtı. Çabalamak istemiyor gibi görünüyordu ama içten içe sırf yapamadığı için kendini yedi hep. Öğrencileri en basit sonatları bile düzgün çalamıyor, koridorda bana selam verirken ürkeklikten kekeliyorlar. Okulda onu seven yok, sadece yaşlı mevki sahipleriyle yiyişmekle ayakta duracak halde. Kendi gibi şefin biriyle her ne yapıyorsa yapıyor, ilgilendirmiyor beni. Kızları pazarlıyor, eminim oğlanları da. Yapıyor bunu çünkü kendi kimseye yetmez. Evet, ilgilendirmiyor; çünkü benim yanımda duracak insan değil o. Asla olamayacak, anca çiğnediği etek kadar bana zarar verebilir. Asla fazlasını yapamaz, gücü yetmez, cesareti yetmez, tüm tutkusunu toplasa gene yetmez. Çalamıyor. Turnemde çalamadı, allegroyu onun yüzünden batırdım. Kimse anlamasa da hata yaptıysam bitmiştir. Asla çalamadı, gençken de çalamadı. Gençken de güzel değildi. Gençken de yüzüne bakan erkek çıkmazdı.
…………………………………………………………………………………………………..
Çok yazık… Bu hali çok üzüyor beni. Onu severim bilirsin. Kafanı karıştırmasın dediklerim. Onunla benim aramda bu mesele aslında, kendimiz halletmeliyiz. Sadece seni yakın gördüğüm için anlattım…
Y.K.
0 yorum:
Yorum Gönder