Kağıttan perdeye yolculuğun trajik örnekleri.
Kick-Ass ile çizgiroman/superkahraman mitleri bu yaz hiciv yüklü bir sorgu süzgecinden geçecek. Hazır bu bahaneyle kişisel bir çizgiroman uyarlamaları seçkisi yapmayı kendime görev biçtim. Son birkaç yılda en çok beklediğim, bu beklentilerimi darmadağın eden çizgiroman uyarlamalarını Avaz okurları için seçip sıraladım. Seçki tamamen kişiseldir bakalım nasıl bulacaksınız...
önemli not: Listeyi yaparkenki kıstas, filmlerin genel kalitelerinden ziyade orjinal esere ya da eserin ruhuna ne ölçüde sadık kalındığı. Elbette yönetmenin esere sadık kalmaması ve bu sadakatsizliği ile eserin dünyasına yeni bir ton getirmesi olası. Bunları da dikkate alarak büyük dikkatle filmleri seçtiğimi belirtirim. Bir de özellikle alışılmış hüsranlara (Batman ve Robin, Spirit, Spiderman 3...) yer vermedim, sonuçta bu konularda fazlasıyla söz söylendi, her yerde bu filmlerle ilgili yazı bulabilirsiniz. Avaz'ın seçkileri ise tamamen Avaz'a özgü, Avaz okuru içindir:)))
PUNISHER
Punisher'ın beyazperdede hayat bulacağını öğrendiğim zaman büyük heyecan yaşadığımı hatırlıyorum. Marvel'in kalbi sonsuz intikam ateşiyle yanan, tartışmasız en karanlık karakteri Frank Castle, şüphesiz ki muhteşem bir suç-intikam filmi ile hayat bulabilirdi. Vietnam savaşı ile sarsılan bir zihin, mafya çatışması sırasında katledilen bir aile ve yıkılan bir hayatın her türlü suça karşı açtığı sonsuz savaş... Özellikle Punisher çizgiromanları, 2000'de Marvel'in Max serisi ile yetişkinlere hitap eden, dinamik ve (bazen rahatsız edecek ölçüde) gerçekçi bir suç dünyası zemininde geçen hikayelerle güçlendirilmişken yapılan filmden en azından bir "Noir" ton beklemek çok şey istemek olmazdı. İşin sonunda karşımıza çıkan ise vasat bile olamayan bir aksiyondan ibaretti. Orjinal hikayeden uzak bir aile katliamı sahnesi, kısır replikler, başarısız aksiyon sahneleri,sonlardaki Mad Max'ten çalıntı bir "bombayı sıkı tut" cezası (böyle bir şeydi,iki filmi seyredenler benzerliği farkedeceklerdir)... Marvel'in bir hiç uğruna harcadığı Punisher, gene de hayranları tarafından 55 milyon dolarlık hasılatla ödüllendirilmişti. Dört sene sonra çekilen Punisher: War Zone ise 10 milyon dolara bile erişemeyecekti (hangi film daha kötü hala bilemiyorum).
THE INCREDIBLE HULK
Projedeki isimlere bakınca insanın ağzının suyunun akmaması elde değil; Edward Norton, Liv Tyler, Tim Roth... Nasıl olur da eldeki bu malzeme ile ortalama bir aksiyonun önüne geçemezsiniz? The Incredible Hulk pek çokları için iyi bir aksiyon filmiydi, hayatında iki üç Hulk macerası okumuş herhangi bir çizgiromansever için ise vasatlık kıyılarında gezinen acemi bir yüzücüydü sadece. Filmdeki tüm akıllıca detaylar (örnek:Bruce Banner'ın gizemli bir karakterle bilgisayar aracılığıyla haberleşmesi) çizgiromanlardan alınmıştı, ancak hikaye sadece "Hulk ve Abomination'ı şehirde çarpıştıralım" üstüne kurulu olunca bu detayların filmin kalitesini yükseltmeye çok da faydası olmuyordu.
Hala Ang Lee'nin 2003 yapımı Hulk'ını insanların neden sevmediğini tam olarak çözememişdir. Muhtemelen filmin villian seçimi konusundaki gösterişsizliği insanların filmden beklediklerini bulamamalarına sebep oldu. İşin aslı The Hulk beklentilerin üstünde bir yapımdı, seyirciye (bir şans verirse onu fazlasıyla derinden etkileyebilecek) şiddetli bir baba-oğul çatışması başarıyla sunulmuştu. The Hulk (2003), aksiyon ve yıkım için sinemaya gelen seyirciye drama sunmasının bedelini gişede ağır ödemiş olsa gerek ki yapımcılar modern bir canavarlar savaşı ile toplayabildiğimizi toplayalım deyip The Incredible Hulk'ı yarattılar. Aksiyonu bol, karakterleri zayıf, 90 dakikasının ardından zihinde hiçbir şey bırakmayan bir filmdi The Incredible Hulk. Neyse ki ufukta aynı tatta bir devam filmi söz konusu değil...
V FOR VENDETTA
Sanırım pek çoklarını sinirlendirecek bir hareket V'yi bu listeye koymak ama yapmak zorundayım. Evet, açıkçası iki kere seyrettim ve her ikisinde de büyük heyecan yaşadım. İyi bir film olduğunu kabul ediyorum. Muazzam bir karakter, akıp giden bir anlatım, müthiş bir duygu yoğunluğu... Ancak sorun Wachowski kardeşlerin V for Vendetta'sının Alan Moore'un orjinal hikayesinden pek çok kritik noktada ayrılması idi. Alan Moore'un 80'lerin başında yazdığı hikaye alabildiğine sert ve alabildiğine kaotik bir sona sahipti. Çizgiroman, filmin hikayeye sonradan eklemlendirilmiş sözde kitlesel eylemli finalinin aksine, sayfaları boyunca ekrana taşınamayan son derece etkileyici pek çok çatışmaya hayat veriyordu. V for Vendetta filmi ise çizgiromanın atmosferine ve karakterlerine sadık kalırken, hikayenin ideolojik boyutunu tepetaklak ediyordu. Hardcore denebilecek ölçüde anarşist bir kurgu, filmin finalindeki "toplu maske" eylemi ve askerlerin silahları indirmesi sahnesi ile fazlasıyla yumuşatılarak seyirciye gümüş bir tabakta sunuluverdi. Her ne kadar bu final, toplumsal bilinci yüceltebileceği için başarılı sayılsa da filmde toplumun örgütlenişi konusunda çok da fikir sahibi olmadığımızdan bunu vasat bir liberal show olarak da okumak mümkün. Alan Moore'un, bir külte dönüşmüş filme mesafeli olması bu yüzden çok da şaşırtıcı değil. Moore'un bir röportajda yaptığı açıklama, hatayı fazlasıyla net vurgular nitelikte:
"(The movie)has been "turned into a Bush-era parable by people too timid to set a political satire in their own country... It's a thwarted and frustrated and largely impotent American liberal fantasy of someone with American liberal values standing up against a state run by neoconservatives—which is not what the comic V for Vendetta was about. It was about fascism, it was about anarchy, it was about England."
Özeetle, çizgiromanı hayatımı değiştirdi, filmi ise sadece iki saatimi...
HELBOY 2:GOLDEN ARMY
Çizgiroman uyarlamanın altın kuralları yazılmaya başlandığında şu madde kesinlikle ilk sıralarda yerini alacaktır: Bir çizgiromanı, görsel kullanımı tamamen kendine özgü ve bu özelliğiyle kariyerinde yükselmiş bir yönetmene teslim etmek o eser için en büyük trajedidir. Bu yönetmen bu özelliğinden ötürü "author" sıfatını da almışsa çizgiromanın beyazperdedeki geleceği basılı kağıt üstündeki hayatından çok çok farklı olacaktır. Neden mi? Çünkü, böyle bir durumda yönetmen eseri görsel diliyle ya da hikayeye eklediği öğelerle fazlasıyla kişiselleştirecektir. Bu durumun en bariz örneği Batman filmlerinin doksanlar boyu yaşadıkları zorlu sınavdır herhalde. Burton'un döneminin ötesindeki başarılı Batman uyarlaması karakteri ve yönetmeni eş zamanlı yüceltmiş, öyle ki Batman Returns ile hikaye Noel ruhu ve dışlanmış "freak" geçmiş gibi öğelerle iyiden iyiye bir "Burtonman" uyarlamasına dönüşmüştü. İki film de fazlasıyla başarılıydı; ancak Tim Burton'ın grotesk dünyasına saygınlık katan bu başarı Batman'in noir dünyasının ciddiyetini tamamen öldürmüş, ileriki yıllarda Joel Schumacher'in saçmalık abidesi iki filminin de başarıya ulaşabileceği yanılsamasına kapılmasına sebep olmuştu. Joel Schumacher'in Batman'e devam filmi çekerken çuvallaması yeteneksizliğinden değil (çünkü Falling Down gibi muhteşem bir filmi yaratacak potansiyelden söz ediyoruz), Batman'in Burton'un hayal dünyasının tekelinde olmasından ötürüdür. Bu tekel, Christopher Nolan'ın tamamen çizgiromanın dokusuna uygun bir uyarlama ile kahramanı tekrar beyazperdeye taşımasına kadar varlığını korudu...
Pek bunun Hellboy ile ne ilgisi var? Hellboy'un akıbeti de Guillermo Del Toro'nun yükseliş hikayesinden ötürü pek farklı olacağa benzemiyor. Her ne kadar Del Toro daha önce çizgiroman uyarlaması yapmış ve bu uyarlamalarda da kendi özgünlüğünü hissettirmiş (Blade 2) bir yönetmen de olsa kendisinin Pan'ın Labirenti ile tüm dünya tarafından hak ettiği saygıya ulaştığını söylemek yanlış olmaz. Her yeni çalışmasında Pan'ın Labirenti'nin hayalperest yönetmeni olarak anılıyorsanız bu övgülerin ışığında adaptasyonu kişiselleştirmemeniz düşünülemez. Gerçi Pan'ın Labirenti'ni milat almak bu durum için çok da doğru olmaz, sonuçta ilk Hellboy filmi Pan'dan iki yıl önceydi ve Golden Army'den çok da uzak bir çizgide değildi ancak Godlen Army'de bir zafer sarhoşluğu ile başlangıçta yapılan hatanın taçlandırıldığı görmek çok kolay.
Peki nedir sorunlar? Vasat hikaye, zayıf karakterler, çizgiromanda olmayan ilişkiler,aşklar(Senaryoda Hellboy'un yaratıcısı Mike Mignola'nın bulunmasına rağmen bunların olması şaşırtıcı doğrusu)... Ama gerçek bir Hellboy fanatiğini en üzecek şey ise kuşkusuz Mignola'nın o her sayfası gergin, karanlık, buram buram Lovecraft kokan muhteşem hikaye anlatımın gidip fantastik bir ucube şenliğinin Hellboy dünyasını sarması. Başarılı mı? Herhangi bir fantastik film yapıyorsanız muazzam güzellikte; ancak zaten atmoseri oturmuş, yıllardır aynı çizer ile karakterini oturtmuş bir çizgiroman uyarlıyorsanız elinizdeki malzemeyi hunharca atletmişsiniz demektir. Filmde çizgiromanı hatırlatan tek öğe Hellboy'un arada yaptığı maço çıkışlardı. Golden Army'i seyrederken ekrandaki bir uyarlamaymış gibi değil de bir Del Toro filminde konuk oyuncu olarak Hellboy'u ağırlamışlar gibi hissettim çoğu zaman ( Gişedeki başarısını da eleştirmenlerin olumlu tavırlarını da bu noktada reddediyorum, Del Toro'nun beni tavlaması için çok çalışması gerek...
0 yorum:
Yorum Gönder