11 Nisan 2010 Pazar

Röportaj: Redd


Avaz Avaz sordu, Redd içtenlikle cevapladı...



Türk rock müzik piyasasında kendi çizgisini bozmadan yıllardır ilerleyen, müzikal ve sözel bütünlük bakımından her yeni işlerinde bizleri kendine tekrar tekrar hayran bırakan Redd'le Bronx Pi Sahnesi konserleri öncesi Avaz Avaz olarak kuliste keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Türkiye'deki rock müzik piyasasından son albümleri 21'e, muhalif tavırlarından gelecek planlarına dair sorduğumuz soruları yanıtsız bırakmayıp bütün samimiyetiyle cevaplayan Redd'e Avaz Avaz olarak bir kez daha teşekkür ediyoruz.

Aybike: Redd her yeni albümüyle bizleri kendine daha çok bağlayan ve bizim daha çok üzerine yoğunlaştığımız bir grup. Görsel ve işitsel bütünlüğü fazlasıyla gerçekleştiren bir oluşum. Her yeni albümünüzde kendi çıtanızı yükselttiğiniz gibi Türk rock müzik piyasasının çıtasını da yükseltiyorsunuz. Bütün bunlar olup biterken Redd aldığı tepkilerden ve bulunduğu noktadan memnun mu?

(önce gülüşmeler)

Berke Hatipoğlu: İzin verirseniz bunu bi 10 dakika tartışmak istiyoruz biz aramızda. (yeniden gülüyorlar)

Güneş Duru: Çıtayı yükseltmek adına bir üretim yapmıyoruz özellikle. Tam tersi hiçbirimizin Türk rock müziğinin çıtasını yükseltmek gibi bir çabası veya farkındalığı olduğunu düşünmüyorum. Sürekli biz daha iyi şeyler üretmeye çalışıyoruz. Türk rock müzik camiasıyla da bu yönden tamamen ayrıldığımızı düşünüyorum. Çünkü onlar genelde beğenilen şeylerin üzerine gidiyorlar. Türkiye'den pek fazla sound ya da müzik üretiminde değişiklik olmuyor. Çünkü bir alıcısı var, o alıcısının bir kimyası var ve o kimya çerçevesinde bir üretim yapıyorlar. Bizim için böyle bir şey yok. Biz her seferinde yeni bir şeyler bulmayı tercih ediyoruz.. Dolayısıyla diğer Türk rock müzik camiasının yaptıklarımızdan etkilendiğini veya onlara öykündüğünü düşünmüyoruz. Çünkü onlar genelde daha ticari bir pastanın peşindeler.

Aybike: Yeterince anlaşıldığınızı ve derdinizi anlatabildiğinizi düşünüyor musunuz?

Berke Özgümüş: Bu şimdi her yerde böyle olmuştur. Dünyanın her ülkesinde, daha önceki zamanlarda – tabii biz her şeyi sonradan yaşadığımız için- mesela İngiltere, Amerika ya da başka bir yerde belli bir sanatsallığın, kalitenin üzerinde şeyler daha zor, daha geç, daha güç anlaşılmışlardır. Böyle olduğumuzu düşünüyoruz net bir cevap vermek gerekirse. Ama doğal olduğunu da düşünüyoruz.

İlke Hatipoğlu: Bizimle alakalı bir şey değil ki. Biz kendi derdimizi anlatmaya çalışıyoruz ama ulaştığımız mecralar tamamen bizim dışımızda gelişen kendi sistemlerine sahipler.

Berke Özgümüş: Bunun aşılması, kolaylaştırılması ya da insanların algısının artırılması için herkesin bir çaba sarf etmesi gerekir. Bizim gibi düşünen ya da bizim yaptığımız gibi iş yaptığını düşünen insanların da o algıyı arttırmaya yönelik şeyler yapması gerekir- ki o algı gerçekten artsın ve ortadaki işin kalitesi anlaşılsın. Ama bu dediğim gibi biraz da elini taşın altına sokmakla ilgili bir durum. Elinde bir sürü yumurta varsa o eli taşın alına sokmak riskli bir şeydir sonuçta.

Berhan: Şarkı sözleriniz dinleyicileriniz tarafından oldukça sevilirken, kimi insanlardan oldukça yoğun eleştiriler alıyorsunuz. Hatta Harun Tekin “’Falan Filan’ diye şarkı sözü olmaz” bile demişti. Bunu duyduğunuzda aklınızdan ne geçti?

Güneş Duru: Terbiyesiz ve cahilce buldum. Evet iyi bir eğitim almış olabilir ama bize dair bir bilgisizliği var. O metinde başka şeyler de vardı, Doğan yazdığı için şarkı sözlerini. Ona karşı “Bu sözleri yazan hiç mi okul, kitap okumamış? Bilgi birikim ister bu işler!” gibi sözler sarf etmiş. Orada bize dair bir cehaleti söz konusu, her ne kadar filozof gibi bir insan olsa da kendisi. Çok geçmişte kalmış bir mevzu aslında.

Aybike: Albümleriniz arasında uzun aralıklar yok. Albüm yaptıktan sonra uzun süre o albümle idare etme gibi bir durum yok ortada bir nevi seri üretim söz konusu. Bununla ilgili neler düşünüyorsunuz?

İlke: Kendi içimizde rahat olmamamızdan kaynaklanıyor. Albümü yapıyorsunuz sonra konserlere başlıyorsunuz. Bu albüm yapım sürecinde de hazır bir hale getirmek için stüdyoda ve sonra konserlerde defalarca çaldıktan sonra biz kendimiz o parçaları biraz tüketmeye başlıyoruz. O zaman da yeni şarkılar üretme ihtiyacı duyuyoruz. Ticari boyutlarını hiç düşünmeden yaptığımız bir şey.

Aybike: Redd suya sabuna dokunmayayım tavrında olan bir grup değil. Röportajlarınıza ve verdiğiniz demeçlerinize baktığımız zaman bunu net bir şekilde fark edebiliyoruz. Redd’i aktivist bir grup olarak tanımlayabilir miyiz yoksa imajınızın bir parçası mı?

Berhan: Nereye taşıyacaksınız bu duruşu? Bir sivil toplum örgütünde aktif olarak rol almak var mı kafanızda?

Doğan:
Bizim bugüne kadar böyle şeylerle suni bir yakınlaşma çabamız olmadı. Biz zaten sanatsal bir oluşumuz yani, bir müzik grubuyuz. Yaptığımız müziğin içine bireysel olarak muhalif tavrımızı yansıtırken başkalarıyla ortak şeyler de olacaktır. Biz zaten kendi ortaklığımızı alarak insanlarla paylaşıyoruz. Bu bizim düşünceleri paylaşma şeklimiz. Zaten bir nevi sivil toplum örgütü oluyorsun bu bağlamda. Çünkü birden fazla insanız, sayımız az olsa da. Başkalarıyla ortak platformlarda fikir olarak uyuşabiliriz. Birlikte bir şeyler yapabiliriz ama onun dışında böyle bir şeye ihtiyaç duymuyoruz. Önceliğimiz, birinci derdimiz müzik.

Berhan: 2008 yılında verdiğiniz bir röportajınızda Berke, ülkenin durumuyla ilgili olarak antidemokratik de olsa bir müdahele gerektiğini söylemişti. Askere gittiniz geldiniz ve sonra da “Vicdani Redd” gibi bir parça yayınladınız. Yan yana gelince kafa karıştırabilen bu durumu biraz açabilir misiniz?

Berke: Türkiye'de farklı gruplar ve farklı ideolojiler birbirlerini bir noktada dengelediği için bu ülkede demokrasi varmış gibiydi bu zamana kadar. Şimdi son zamanlarda bu denge zarar görmeye başladı. Aslında demokratik olmayan bir ideolojik kesim güçlenmeye başladı. Biz hiçbir zaman militarist bir grup olmadık. Anti-demokratik bir müdahale, üstü kapalı bir darbeden hiç bahsetmedik. Türkiye'de uzun yıllar askeri kanatın Kemalist ideolojisiyle sağcı-muhafazakar ve gerici sayılabilecek din orijinli ideoloji birbirlerini dengelediler. Biz ikisine de ait değiliz. Fakat bunların ikisinin varlığı ülkede demokrasi varmış gibi bir hava oluşmasına sebebiyet verdi. Şimdi bu güçlerden bir tanesi diğerine ciddi anlamda zarar vermeye başladı. Bunu da bilerek yapıyor çünkü tahterevallinin öteki tarafında o güç var. Onu ortadan kaldırırsa kendisinin ayakları yere değecek. Biz iki tarafa da çok uzak olmakla birlikte bu dengenin bozulmasından rahatsızız. O yüzden, hani pozitif ayrımcılık vardır ya , zayıf olana kıyak geçme argo tabiri, bu Türkiye'de tüm demokrasi anlayışına zarar veriyor. Burada ben onu demeye çalıştım. Biz hiçbir zaman darbe taraftarı olmadık, militarist ideoloji sahibi olmadık ama o tarafın gördüğü zarardan rahatsızız. Çünkü Türkiye'de tüm taşların başka tarafın dominantlığı ile oturmasına sebep oluyor. Tüm dünyada, ülkelerde karşıt güçler birbirlerini dengeler, demokrasi de kısmen böyle bir şeydir.

Doğan: Her şeyden önce, bütün düşüncelerinizden öte bireysiniz. Hukuken bir düzen söz konusu Türkiye'de. Bizim askerlik yapmamız gerekiyordu çünkü eğitimimizi tamamlamıştık. Biz biliyoruz ki birçok rock grubu illegal yollardan yurt dışında çalışıyormuş gibi göstererek askerliklerini erteliyor. Burada askerlik karşıtlığı değil söz konusu olan; ticari olarak marka değerinin zarar görmesi, dinleyiciden uzaklaşma korkusu, askere gidip kötü askerlik yapma düşüncesi çünkü eğitim almamışlar ve uzun dönem askerlik yapıp kariyer planlarının negatif etkilenmesinden korkuyorlar. Biz bu korkuyu yaşamadık. Gittik, çünkü gitmemiz gerekiyordu. Birey olarak her şeyi bir kenara bıraktım, yalan söylemek, sahtekarlık yapmak her şeyden daha kötü düşününce.


Berke: Vicdani Redd adını verdiğimiz ve bu konuya gönderme yapabildiğimiz bir şarkı için askerlik mevzusunun hukuken bize problem yaratmaması gerekiyordu. İsteyerek mi yaptık, hayır. Zaten hangi Türk gencine sorsanız, evet diyorsa yalan söylüyordur. Gittik, yaptık, yapmak zorundaydık. Hukuken yapmazsanız ya hapse giriyorsunuz ya da zorla götürüyorlar. Oradan kaçarsanız da askeri hapishaneye gidiyorsunuz. Bir yolu yok yani. Özgürlüğünüzle değiş tokuş etmek zorundasınız. Yaptık ve şu anda bunun hakkında konuşma özgürlüğümüz arttı. Artık kimse bize hukuken “ne diyorsun” diye aksiyonlarımızdan dolayı yargılayamaz. Anti-militarist olduğunu söyleyen bir sürü grup var ama bunu şarkılarına yansıtabilen yok Türkiye'de. Ben askere gitmek istemiyorum diyemezsiniz şarkı sözünün içinde.

Doğan: Yurt dışında miço gibi gözükmek anti-militarizm olmuyor, yalancılık oluyor.

Berke: Burada önemli olan gidip gitmek değil, bu konudaki düşünceleri söylemekti.

Güneş: Bir de orada ne olduğunu gördük. Birisinden duymak veya filmlerden izlemek de var. Biz ne olup bittiğini gördük yani. Ve geldik. Sağda solda ‘‘Askere gitmeden önce yiyorsa böyle bir şarkı yapsaydınız’’ şeklinde yazılar var. Böyle bir şey yok ki. Biz kadınlardan oluşan bir grup da olabilirdik. Bunu doğrudan erkeklerin üzerine bindirmekle, bunu doğrudan “köprüyü geçene kadar” durumuna getirmek saçma yani. Biz bu şarkıyı yaparak kaç bin kişiyle paylaşıyoruz. Bunu da düşünmek lazım. Böyle bir şey yapma cesaretinde bulunuyoruz. Önemli olan sadece bu.



Berhan: Yasal yollardan veya başka bir şekilde istemediğiniz bir tepki aldınız mı peki?

Güneş: Hayır almadık. Bir başka grup olsa bunu PR malzemesi olarak kullanırdı. Çünkü bugün orduya yapılacak her şeyin doğrudan basına malzeme yarattığının farkındayız. Bizim yerimize başka rock grubu olsaydı -popçular böyle bir şeyi akıl edemez ama- bunu PR malzemesi olarak binlerce kez kullanırdı.

Berhan: Türkiye'de vicdani red meslesi ile uğraşan birçok sivil toplum örgütü ve bu sebepten dolayı hapis yatan bir sürü insan var. PR malzemesine dönüştürmek dışında, bu meseleyi gündeme getirmek ve onlara destek vermek için kafanızda herhangi bir şey var mı?

Güneş: Doğan'ın söylediği gibi biz şarkıyı herhangi bir gruba yakınlaşmak, herhangi bir grubun temsilcisi, sempatizanı olmak amacıyla yapmadık. Biz bu şarkıyı içimizden geldiği için yaptık. Dolayısıyla burada gerçekten öyle bir vicani red olayı varsa, ki var, onlar bizim farkımıza varırlar ve onlar bize bir yakınlık duyarlar. Yoksa biz basında okuduğumuz kadarıyla böyle bir şey olduğunu biliyoruz ama onlar bizi biliyorlar mı bilmiyorum. O da onların sorunu.

Berhan: Blogunuzdan, şarkılarınızdan dinleyicilerinizin aşina olduğu politik bir Redd duruşu var. Birçok kişi konserlerinizdeki “kedim Tayyip” benzeri çıkışlarınızın bu duruşa yakışmadığı, alt seviyede kaldığını düşünüyor. Siz hata yaptığınızı düşünüyor musunuz?

Güneş: İngiltere'de Thatcher iktidarı sırasında inanılmaz bir reaksiyon oldu müzisyenlerde. Bugünün Türkiye'sine baktığımız zaman, zaten geçmişten gelen, Doğululuğumuzdan kaynaklanan eleştiri geleneği var. Başbakan herkese dava açıyor. Ama yurt dışındaki videolara baktığımızda Bush'un düştüğü halleri düşünelim veya Obama'nın yakın zamanda düşeceği halleri düşünelim. Bunların birçoğu televizyonlarda dönüyor. Röportajlar keza öyle, baya ti’ye alıyorlar. Eğer sokaktaki insan mizahın, eleştirinin parçasıysa, o zaman bu ülkenin başbakanı, cumhurbaşkanı da bunun bir parçası olmak zorunda. Eğer hepimiz anayasal olarak eşitsek, eğer o nasıl “ananı da al git” gibi saçma sapan bir şey söyleyebiliyorsa biz de benzer bir jargonla bir şeyler söyleyebiliriz. Hakaret etmemek koşuluyla. İnsanlar evlerde kedi besliyorlar, isimleri var. Bizde İlke'nin kedisi var mesela, çok sever.

İlke: Adı Osman'dı, Tayyip oldu.

Güneş: Evcil bir hayvandan bahsediyoruz. Kötü bir hayvanla kullanmadık. Hakaret değil bizce.

Aybike: Bulutsuzluk Özlemi’nin 20. yılında Mekanik Fanatik’i seslendirdiniz ve çıktığınız konserlerde Clockwork Orange’a göndermede bulundunuz kıyafetlerinizle. Ali Kocatepe’yle de ortak bir projede yer aldınız. Gündeminizde bu tip işler var mı veya ortak bir işe imza atsak iyi olur dediğiniz isimler?

Doğan: Öyle bir proje yok şu anda.Memnuniyet, olduğu zaman değerlendirilebilecek bir şey. Şu anda o tarz, üstüne bizim bir şey koyabileceğimiz bir proje olursa yer alırız tabii ki. İki projenin de bizi hem PR, hem ticari olarak bir geri dönüşü olmadı. Zaten amacımız da böyle bir şey değildi. Dolayısıyla biz kendi düşsel kavrayışımızı o yapının içine sokabiliyorsak bir şekilde bundan sonra da böyle bir projede yer alabiliriz. Fakat şu anda böyle bir şey yok.

Berhan: Almanya'da vereceğiniz konserlerde nasıl bir seyirci kitlesi bekliyorsunuz? Orada yaşayan Türkler mi hedefiniz yoksa Almanların da ilgi göstermesini bekliyor musunuz?

Doğan: Bizim çaldığımız yerlere baktığımızda pek Türkler’e konser verecekmişiz havası yok. Türkiye'yle kıyaslarsak buradaki Babylon ve Ghetto gibi mekanlara benziyor gördüğümüz kadarıyla. Genelde çalanlar dünya müziği yapan insanlar. Nasıl bir kitleyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz ama eminiz ki sadece Türkler değil, Almanlar da dinleyecektir bizi. Sonuçta müziğin evrensel bir dili var. İnşallah başka ülkelerin vatandaşlarına da çalarız. Sonuçta dil Türkçe ama, bizim sound’umuz buradaki diğer rock müzisyenleri gibi bol kemanlı, arabesk öğelerle bezenmiş parçalar değil. Dolayısıyla İngiltere'de de, Hollanda'da da, İtalya'da da dinleyici kitlesi bulabileceğimizi düşünüyorum.

Berhan: Peki olacak mı bu sene? Belirli bir şeyler var mı?

Doğan: Valla biz de bilmiyoruz. Deneyeceğiz, göreceğiz. Başka ülkelerde de çalmak istiyorduk bugüne kadar.

Aybike: Son albümünüz 21 Türkiye’de yayınlanmış farklı konsept albümlerinden. 21 isimli karakterin yaşam öyküsünü müzikal ve sözel bütünlük açısından şahane bir şekilde dile getirmişsiniz. Konsept albüm fikri nasıl oluştu?

Berhan: Pink Floyd'un, The Wall'ın ne kadar etksi oldu? Benzer konseptler sonuçta.

Güneş: Hep konsept albüm denince Pink Floyd'la benzerlik kuruyorlar . Fakat yurt dışında bugün de çıkmakta olan bir çok albüm konsept niteliği taşıyor. Hem sound, hem sözel anlatım, hem sahnede grupların duruşu olarak, ki onun çok anlam kazandığı bir dünyada yaşıyoruz şu anda. Mesela Muse ve Coldplay'in son albümlerinde kapsamlı bir konsept var. Adamların kıyafetlerinden tutun da video kliplerine kadar bir konsept dahilinde. Bu bizim Türkiye'de pek alışık olmadığımız bir şey olduğu için, Türkiye'de temalardan gidiyor her şey. Acı, ölüm, korku, mutluluk gibi bir takım temalar içerisinde farklı farklı öğeler var. Biz bu albümde konsept bir çizgi üzerinden gitmeyi düşündük. Sonra şarkılar yazıldı ve bir bütünlük ortaya çıktı, şarkıları duvara yapıştırdık, yerlerini değiştirdik. Storyboard gibi oynadık. Eksik şarkılar bulduk, yenilerini yaptık. Bitirdiğimizde bir konsept albüm vardı elimizde.

Berke: Her ne kadar en çok Pink Floyd ilham kaynağı olarak gözükse de dışarıdan, bizim bu albümü yaptığımız süreçle, Pink Floyd dinleyip çaldığımız dönemi düşününce arada çok uzun bir zaman var. Tamam çok seviyoruz ama Pink Floyd'un çok etkisinde değiliz kendi müziğimiz düşünüldüğünde Beatles'ın ne kadar etkisindeysek, Pink Floyd'un da o kadar etkisindeydik. Zaten bazı müzikler vardır bütün rock dünyasını etkiler. Albümü oluşturduğumuz sırada dinlediklerimiz daha modern şeylerdi, daha yeni şeylerdi. Tabii İngilizce sözlü müzikte neyin nasıl anlatıldığını tam bilemediğimiz için, bir de artık tüm dünya maalesef müzikleri şarkı şarkı tüketiyor ama üreten o şekilde yapmıyor. Muse dinleyen bir sürü insan bulabilirsiniz Türkiye'de, son albümün konseptinden bihaber olabilir. Halbuki hem görsel, hem içerik, hem sunum olarak güçlü bir konsepte sahip. Sanatçının böyle bir sorumluluğu var aslında. Çünkü hepsi bir tane kutunun altında ve bir CD'nin içinde duruyor. Ortada bir ürün var. Pink Floyd’a yapı olarak klavyeyi kullanış şekli ve enstrümental açıdan benziyor olabiliriz. Ama The Wall’u yıllar önceden dinledik, yıllar önce bir albüm yapsaydık belki o zaman etkilenebilirdik.


Berke Ö: Bundan sonraki albümde hiç gitar soloları ve klavye duyamayabilirsiniz, davul loop’ları üzerine yapılmış bazı şarkılar duyabilirsiniz mesela.

Güneş: Bizim dinleyicimizde dahil olmak üzere albümümüzden x şarkısına takılıyorlar ve bugün albümler satmıyor Türkiye’de, şarkıların birçoğu kartoneti görmüyor. Video klibi varsa şarkının televizyonlar ‘‘lütfederse’’ yayımlıyor. Radyo çok çok lütfederse bizim şarkımızı çalıyor, dinleyiciye ulaşıyor. Onun haricinde dinleyiciye nasıl ulaşıyor şarkılar mesela işte msn’inde sözlerini yazıyor, ekşisözlükte görüyor. Hakikaten artık dinleyici bu şekilde yönleniyor. Dolayısıyla kimse gidip albümün kartonetini almadığı için bunun bütünüyle bir konsept albüm olduğunu anlamıyor. Çünkü Türkiye’de alışılmış şeyler var. Murat 124 arabalar var ve önünde Mercedes logosu var yani çirkin modifiyeler. Tema dediğim şey de o; siz arabaya pembe koltuklar yapıp ölüm temasını işleyemezsiniz. Dolayısıyla Türkiye’de böyle modifiye bir algı olduğu için şarkı üzerinden giden, insanların şarkı tükettiği bir ortam olduğu için yaptığımızın anlaşılması çok zor bir şey. Basın bülteni vereceğiz ki insanların eline bu bir konsept albümüdür veya websitemizde duyuracağız ki onlar sabredip okuyacaklar bir paragraf yazıyı. Sonrasında baştan sona albümü dinleyecekler 74 dakika. Test edeyim böyle bir bütünlük var mı diye.

Berke: Biz söylemeseydik yaptığımız albümün konsept albüm olduğunu bilen çok daha az olurdu aynı iş olmasına rağmen.

Güneş: Onların keşfetmesi daha zor olurdu. Bu akşam buraya konsere gelecek insanlar var ve bazıları bir şarkı için buraya geliyor olabilir. Onu da biz engelleyemeyiz sonuçta.



Aybike: Günümüzde pek çok şeyi an ve an tüketebiliyoruz, mesela gün içerisinde istediğimiz kadar albüm indirebiliyoruz. Yine bu sıralar sıklıkla ‘‘rock müzik öldü mü?’’ sorusu tartışılıyor dünyada ve sanatçılar çeşitli demeçler veriyorlar. Redd, geleceğin müziğini ve rock müziğin gidişatını nasıl yorumluyor?

Doğan: Dünyayı bir kenara bırakalım ve burayı konuşalım çünkü dünyadaki müzik konusunda ahkam kesmek mantıksız -ki buradaki müzik konusunda bile ahkam kesmek oldukça zor zaten. Biz şöyle görüyoruz: Bu ülkede son yıllarda bir takım prodüktörlerin bir takım yapımcıların bu piyasayı kirletme riskini göze alıp daha fazla satmak için arabesk, pop gibi yani rock müzikle birleşmesi neredeyse imkansız olan bütün formları müziğin içine koyup halkın özellikle varoş kültürün, metropole göçen kültürün kolay algılayabileceği herkesin çok kolay algılayabileceği bir müzik türü yapma çabaları var. Bu durum Türkiye’de rock müzik yapmaya çalışan grupları çok derinden etkiledi. Bazıları bu modaya uydular. Bugün her yerde kemanlar, acılı şarkı söyleyen rock şarkıcıları ve bütün şarkılarda acılar var. Bu furya devam etmekte. Bu albümde arabesk yaptım diyebilecek açıklıkta bunu devam ettiriyorlar. Tabii ki bu, onların yorumudur ama bu ciddi manada zarar veriyor piyasaya. Çünkü ülkede zaten arabeskin hası yapılıyor, pop müziğin de hası yapılıyor. Ama sen ergenlik bunalımına girmiş 14-15 yaşındaki çocukların kafasını bünyesini anlamsız cümlelerle sanki bir anlam varmış gibi etkilemeye çalışıyorsan o zaman onları edebiyattan, sinemadan kısacası sanatsal her şeyden uzaklaştırırsın. Zaten yaşamanın zor olduğu bir dünyadayız çünkü her yerde bir sorun, her yerde bir diken var ve her yerine insanın diken batıyor. Bir de böyle acılı bir moda ve acıdan faydalanma çünkü acı her zaman tutar ve nasıl olsa tutacaktır şeklinde yaklaşma yüzünden bu ülkedeki rock müzik piyasası ciddi zarar görüyor.

Güneş: Şimdi bir örnek verebilir miyim bu bir sataşma değil. Mesela Hayko Cepkin’in son albümünde basına Hayko, ‘‘O albüm benim tabutum’’ demiş. Tabutun anlamını hepimiz biliyoruz. Tabut bir insan öldüğü zaman içine konduğu şeydir, ölüme doğru yolculuk aracıdır. Bunu kullanmak edebi anlatım dili olamaz.

Berke: Rock müziğin ölmesinden ziyade en kötüsü rock ruhu ölüyor. Rock müzisyenlere baktığımız zaman ne piyasayı ne dinleyiciyi hiçbir şeyi takmazlar rock grupları o nedenle kendilerine münhasırlardır. O yüzden de yaptıkları iş devrimseldir. Satmak, para kazanmak gibi dertleri, öncelikleri olmadığı için bütün piyasayı yönlendiren ve altüst eden işler yapmışlardır daha Beatles’dan başlayarak. Şimdi en kötüsü şu; Türkiye’de bu anlamda o kadar yalnızız ki iyi veya kötü yaptığımız için bundan bahsetmiyorum. Ama piyasa normlarını ve satmayı takmadan müzik yapan 1-2 tane daha grup olsa da en azından o insanlarla sanatsal platformda iki çift laf edebilsek.

Doğan: Mesela Harun ne kadar saçmalıyor olursa olsun -ki yan yana otursak saçmalamayacak- Mor ve Ötesi bizim gibi bir gruptur, Replikas yine öyledir. Bizim beğenip beğenmemekten öte bu ülkede toplum yavşağı değil de toplumun önderi olan ve toplumu bir yerlere götürmeye çalışan rockçılara ihtiyacımız var.

Berke: Biz ilk albümden beri söylüyoruz; rock müzik yapmak dört beş kişi olmakla, gitar, davul ve distortion pedalı bulundurmakla olmuyor bu kadar basit değil ama Türkiye’de bu şekilde şuan.
Share This
Subscribe Here

4 yorum:

Bellamy. on 12/4/10 12:00 ÖÖ dedi ki...

elinize ağzınıza sağlık, mis gibi olmuş. redd'in de muser olduğunu görmek ayrı mutluluk verici.

Aybike Afşar on 12/4/10 12:11 ÖS dedi ki...

teşekkürler!

Lacrimarosso on 12/4/10 12:58 ÖS dedi ki...

Redd' i sadece yaptıkları işler ve müzikaliteleri için sevmediğimizi hatırlatan, güzel bir röportaj olmuş.

Büşra Mutlu on 13/4/10 12:02 ÖÖ dedi ki...

şunca zaman redd dinlememiş idim, merak sardı dört bi yanımı resmen.

 
Avaz Avaz Dergisi

izliyorlardı

Avaz Avaz Copyright © 2011 BeMagazine Blogger Template is Designed by Blogger Template
In Collaboration with fifa