Bu harika söyleşiye kayıtsız kalmayın...
Gren'i uzun zamandır takipteydik. Canlı performanslarını izledik, albümlerini dinledik ve epey sevdik.
Daha fazla beklemek olmaz deyip Rakun Müzik'e gittik. Aklımıza takılan soruları keyifle sorduk, keyifle yanıtladılar.
Gren'e bu güzel söyleşi için bir kez daha teşekkürler!
Keyifli okumalar, buyurunuz:
Büşra: O zaman uzun vadedeki planlarınızdan başlayalım. Gren diyince müzik olarak piyasada sizden önce, tutunabileceğiniz birileri yok. O anlamda, kendinize kitle edinme sürecinde, nelerle karşılaştınız? Ya da o dönemde deneyimlediğiniz şeyler nelerdi?
Hakan Şeremetoğlu: Bunun bir müzikal boyutu var bir de reprezentasyon boyutu var. Müzikal olarak zaten şimdilerde de yine bir kapandık, inzivaya çekildik. Şarkı yapıyor bir haldeyiz. İşte son 2-3 senenin konser tecrübelerinden edindiğimiz izlenimlere göre yeni yeni şarkılar yapmaya başladık. Indoor çok çalabilen bir grup değildik, outdoor bir grup gibiydik daha çok. Çok gürültülü olduğu için kapalı mekanlarda biraz zor olabiliyor. Onu göz önünde bulundurarak şarkılar yapmaya başladık mesela. Reprezentasyona gelince de; orada bence bir iki hata yapıldı ama o hatalar bizim de kararımız olmuyor çoğu zaman. Sizi tanıtan ve sizi tanıtmakla görevli olan insan siz olmadığınız için o kararları tamamen siz veremiyorsunuz. Mesela albümden bir şarkıya klip çekildi ve o, albümün tamamını yansıtmayan bir şarkıydı. Yani bunlar bizim de kararımız oluyor bir yerinde ama hani yönlendirilerek alınan kararlar. Onun devamının gelmemesi de bizimle alakalı olmayan şeyler. Bunun gibi şeyleri göz önünde bulundurarak hazırladığımız albüme göre -ki albüm mü olacak artık ondan da emin değiliz, albüm yapıp satmaktan da hafif vazgeçiyor gibiyiz, galiba internete koyacağız. Bizim için kartvizit gibi bir şey olacak. Beğenirseniz konsere gelin gibi bir olaya dönecek galiba.
Büşra: Zaten artık her şeyin gittiği yol orası.
Hakan: Koleksiyon yapmak isteyen için orada bir cd durur ve ben saklıyorum bunu demek isteyen gider alır ama onun dışında satmanın bir anlamı yok zaten. Ben kendi albümümü 3 defa internetten indirdim. O yüzden, bunlara gerek yok yani.
Büşra: Peki, çok indoor çalabilen bir grup değildik dediniz, o zaman daha mı yumuşak çalmaya başlayacaksınız? Buna mı yoralım?
Hakan: Ben şahsi olarak şunu söyleyebilirim; bence müziğin sertliği sonic bir şey olmaktan çıktı. Mesela Avril Lavigne var ve inanılmaz sert gitarlar dinleyebiliyoruz müziğinde. İçeriğin belki hafif daha pop kurallarına göre yapılması, abab belli trafiklere göre gitmesi, anlattığı şeylerin insanları yormayacak şeyler olması falan yani asıl sertlik orada bence. Sonic açıdan mesela Massive Attack öyle insanın kulağını yormaz ama dinlemesi kolay bir grup da değildir. Vakit ayırmanız lazım. Onun gibi bir dengeden bahsediyorum. Yoksa hiçbir zaman tahminen Gren kolay anlaşılır bir grup olmayacak ama sonic açıdan daha az yoran bir grup olması bizim için de iyi olur.
Aybike: Kolay anlaşılır demişken, siz daha progressive daha sert bir müzik yapıyorsunuz ama şu an müzik piyasasının gidişatı pek de o yönde değil, daha elektronik daha pop.
Nedim Zakuto: Türk müzik piyasası ne zaman daha progressive bir duruma geldi ki?
Aybike: Evet, Türk müzik piyasası progressive müzikten daha uzakta konumlandı genelde. Bunun dezavantajları var mı sizin için? Yeterince anlaşılabildiğinizi düşünüyor musunuz? 2009’da bu piyasaya rağmen hardcopy bir albüm yaptınız. Aldığınız tepkiler nasıldı?
Nedim: Progressive müziğin herhangi bir ülkede anlaşılırlığının her zaman daha sınırlı olduğunu düşünüyorum burada da Amerika’da da. Ancak burada bu müziği 1000 kişi dinliyorsa atıyorum 2000-3000 kişi dinliyorsa Amerika’da veya Avrupa’da nüfus oranına göre bu sayı 2 - 3 milyona ulaşıyor. Orada insanlar başarılı olup bu işten ekmek kazanabiliyorlar. Türkiye’de ise zaten progressive rock müzik, müziğin tamamen eğlence tarafının belki bir kenara bırakılıp tamamen sanatsal haz dediğimiz başka bir tarafına kayması anlamına geliyor. Hani, bara gideyim de biraz progressive müzik dinleyeyim, eğleneyim gibi bir şey değil. Güzel bir tabloya bakmak gibi belki onu çözümlemek, içindeki bütün anlamları bütün renkleri görüp keyif almak gibi bir şey -ki bence Türkiye gibi sanat geçmişi çok fazla kuvvetli olmayan, insanların çok fazla sanatla haşır neşir olmadığı, klasik müzik dinlemediği, bir tabloya bakmadığı, bir sergiye gitmediği, modern sanatı takip etmediği bir ülkede zaten çok beklenilen bir tür değil. Olması olası değil. Bunun belli bir kitlesi olacak her zaman. Eğer siz o havuzda kalırsanız, o havuza girebilecek 1000 kişi var ve o kitleyle beraber yüzeceksiniz. Başarı dediğimiz bizim yaptığımız müzik içerisinde hiçbir zaman bir Emre Aydın olamaz, ben öyle hissediyorum en azından. Anlatmak istediğimiz şeyler belli ama biz bunları bu formda değil de şu formda anlatmak istiyoruz. Çünkü biz daha fazla insana ulaşmak istiyoruz dersek o formu değiştirmek zorunda kalırız.
Aybike: Dediğiniz gibi yaptığınız iş ana akıma ait bir şey değil, bir yandan da çok fazla konser vermiyorsunuz…
Nedim: Vermiyoruz değil veremiyoruz yani bu bizim tercihimiz değil.
Aybike: Konser veremiyorsunuz peki, bu durumu nasıl dengelemek istiyorsunuz? Düşündüğümüz zaman underground’un olmazsa olmazı belirli periodlarda konser vermektir ancak bu şekilde kemik dinleyici kitlesi edinebilirsiniz.
Nedim: Biz kendi aramızda konuşurken bunun bir dalga olduğunu ve bu dalgayı takip eden grupların olduğunu düşünüyoruz. Ancak bu grupları bir araya getirip bundan bir “scene” yaratmak için bir takım vizyonlara ihtiyaç var. Dünyanın her yerinde ana akıma ait olmayan ve onun yanında duran müzikler yapılıyor hala, eskiden de vardı. Ve onlar için bir scene oluşturuldu ve o scene içinde onlar kuvvetlendiler. Bir tane grup var o adamın 10 kişi izleyicisi var, bu adamın 20, öbürünün 30, 40, 50… Bunların hepsi bir araya geliyorlar. Fakat Türkiye’de böyle bir şey pek yok yani en azından bizim şu an yaptığımız müziğe dair insanlar aralarında böyle birlik gibi şey oluşturmamış durumda. Birilerinin suçu olduğu için söylemiyorum vaziyet böyle. Biz 2000 yılında Deftones, Korn, Incubus gibi grupları cover’larken Can, Hakan ve ben şu anda olduğumuzdan daha popülerdik çünkü orada bi scene vardı, bizim gibi üç beş grup daha vardı. Bu gruplar bir araya geldiler, bu gruplar bir arada konser verdiler. Kendi içinde kimsenin haberinin olmadığı festivaller oldu, orada bir seyirci kitlesi oluştu ve o seyirci kitlesi bizi takip etmeye başladı. Ancak tek başına olduğun zaman hiçbir yerde ayakta duramıyorsun. Sadece diyorsun ki; tamam bu işin yapılması lazım ve bu işin sonunda ne para var, ne şöhret var, ne de başka bir şey var… Bu sadece yapmaktan zevk aldığım bir şey ve ben hayatta bütün o diğer işlerin, para kazanmanın vesairenin yanında bunu yapmak istiyorum diyorsun ve kaptırıyorsun. Yapacak başka bir şey yok yani.
Aybike: Bir de Rakun Müzik etiketiyle çıktınız sonuçta ve sürekli mor ve ötesi ile, Sakin’le adınız beraber anılıyor. Bunun herhangi bir artısı veya eksisi olduğunu düşünüyor musunuz? Neticede çok farklısınız; Sakin’in müziğiyle ya da mor ve ötesi ile aynı kulvarda müzik yapmıyorsunuz.
Nedim: Sakin’le Mor ve Ötesi de aynı klasmanda müzik yapmıyor aslında, öyle duyulsa da. Ama evet biz onlara göre biraz daha uzaktayız. Bunun artısı bence mor ve ötesi ile beraber onların çıktığı bir kaç konserde yer alma şansımızın olmuş olması. Gren olarak tek başımıza gidemeyeceğimiz bir çok şehre gittik. Bodrum’da çaldık, İzmir’de çaldık, Ankara’da çaldık. Normalde böyle bir gücümüz yoktu ve büyük ihtimalle de olamazdı. O tür artıları var. Mor ve ötesi’nin çok kafa adamlar olması gibi bir artısı var. Bizim müziğimize çok şey kattılar, özellikle Harun Tekin ve Kerem Kabadayı. Songwriting konusunda çok yardımcı oldular.
Can Karamustafaoğlu: Destekleri saymakla bitmez zaten. Stüdyolarını paylaştılar, enstrümanlarını paylaştılar, sahnelerini paylaştılar…
Nedim: Şöyle düşünmek lazım; bugün piyasada kimse için çok büyük paralar dönmüyor ve öyle bir grup kendi rahatının yanında, bütün parasını cebine atmak dururken diyor ki ben burada müzik yapmak isteyen hem de böyle satması mümkün olmayan gruplar bulup onlara kendim albüm yapacağım. Cebimdeki paranın bilmem yüzde kaçını onlara vereceğim diyip çok erkekçe bir harekette bulunuyor yani.
Hakan: Aslında gerçekten Indie label disipliniyle çalışan bir sistem var burada. En azından o yapılmak istendi ve yapıldı da.
Aybike: Zaten müzik piyasasında çeşitliliği arttırabilmek için böyle şeylere ihtiyaç var. Artık Peyote Müzik de var ve oradan Proud Pilot gibi bir grup çıkabiliyor. Yoksa hep aynı kulvarda, tek düze bir şekilde ilerleyecekti.
Nedim: Mesela Peyote çok güzel bir örnek hani o scene dediğimiz kavram açısından. Kendi aralarında bir tatları var; indie, post-rock falan. Tek başına bir grubu dinlediğin zaman aman bu post-modern beni mi kandırıyorlar diyebilirsin ama o 1 grup 10 grup, 20 grup olunca, hayır abi o öyle bir şey değil, bu insanların yüzü birden bir şeye inanıyorlar ve bir şey demeye çalışıyorlar bana diye düşünmeye başlıyorsun. 4 kişinin bir şey demeye çalışmasıyla 40 kişinin bir şey demeye çalışması arasında tabii ki fark var; o zaman ciddiye almaya başlıyorsunuz. Onlar kendilerini ciddiye aldırtmayı başardılar.
Büşra: Peki siz böyle bir oluşum içinde olsanız, orada sizinle birlikte yer alabileceğini düşündüğünüz isimler kimler olur? Kül, Dorian, Çilekeş? Dorian n’apıyor mesela?
Can: Biz, Dorian’ın komşusu olduk, onların mahallesine taşındık stüdyo olarak. Yeni yeni şarkılar, hatta büyük ihtimalle albüm yapıyorlar. 2011 içinde çıkartırlar diye tahmin ediyorum. Kül gibi onlar da yeni albümlerini çıkartacaklar, klibini daha şimdi izledik. Çok da güzel olmuş.
Aybike: Çilekeş’in de son albümü ilk albümlerine göre epey farklı biraz daha yapmak istedikleri müziği yapmışlar, daha böyle bir kaygısızca yapmışlar ve o enerji de albüme yansımış.
Hakan: Onların ilk albümleri de öyleydi galiba. Hani ilk albümde belki biraz ama ondan sonra Çilekeş 2. albümde de başkaydı, 3. albümde de başkaydı. Çok az tanıdığımız bir grup, Dorian’la Kül’le çok yakınız ama Çilekeş’le uzaktan merhaba merhaba.
Nedim: Cesur bir iş yapıyorlar gibi geliyor bana fazla dinlemesem de.
Hakan: Evet saygı duyulacak bir tarafı var kesinlikle.
Can: Geçen konserlerindeydim çok çok iyiydiler. Kül’le beraber çaldılar.
Aybike: Dediğiniz gibi bir şeylerin daha tutunabilir kalması için kolektif olması gerekiyor.
Büşra: O zaman düşününce aslında yalnız değilsiniz; birileri var ve sadece bir araya gelinmesi, o kitlenin toparlanması gerekiyor gibi.
Can: Çok da zor bir şey değil yani yapılabilir aslında hatta böyle ara sıra konuşuluyor ama lafta kalıyor ama eminim ki yapılacaktır.
Murat Çopur: Grupça kendini belirli bir seviyeye getirmek zaten bir problem. Kendi özgüvenini ve altyapını hazırladıktan sonra diğer kolektif çalışmalara girmek daha kolay olacaktır. Gruplarda eleman değişiklikleri yaşandı. Mesela Çilekeş’in müziği bir yere gidiyor. Bizim müziğimizde de hala sürekli bir yere gitme durumu var, yaptığımız besteler de var ve sürekli olgunlaşmak isteyen bir yapımız var. Daha da kendini bulmaya çalışan bir yapımız var. O yapıda, kendimizi iyi hissettiğimiz noktada artık kolektif çalışmalar da başlayacaktır. Bir yandan keşke o çalışmalar başlasa ama, zor.
Büşra: Tekrar konuyu albüme ve anlaşılma meselesine getireceğim…
Can: Biz aslında konser vermek istiyoruz. Bir yerden sonra n’apabilirsin ki anlaşılmıyorsa anlaşılmıyordur, bir yere kadar. Ancak konser vermek daha önemli bizim için. Bir de hani nereye gideceğimizi de çok bilmiyoruz, bilmek de istemiyoruz aslında. Herhangi bir destinasyon yok yani. Şuraya gidecek 2015 yılında falan. Önemli olan oraya gitmek zaten.
Büşra: Süreç, sonuçtan ziyade.
Can: Aynen aynen. Bir de artık kendimize ait güzel bir stüdyomuz var. Bir de az önce de onu söyleyecektim ama karıştı biraz; progressive geçti, rock geçti. Gren’in müzikal anlamda böyle bir davası var gibi görünse de bizim aramızda böyle konuşup da yaptığımız bir şey değil. Şimdi bu çıkmış, 5 yıl sonra başka bir şey çıkacak. Bambaşka bir şey de çıkabilir çünkü herkes başka, hepimiz bambaşka şeyler dinliyoruz. Kime benzetebilirim bilmiyorum ama her albümde farklı bir şey yapmak da çok zevkli ve keyfili bir şey bence.
Hakan: Bir de bu albümü düşününce, albümü yaptığımız dönemi hatırlamamaya falan başladım.
Can: Evet oldu bayağı. Albüm 2006’da tamamlanmıştı neredeyse…
Büşra: İlk albüm konsept formatındaydı. Yeni albümde de yine böyle bir yol izlemeyi mi düşünüyorsunuz?
Nedim: Ben şahsi fikrimi söyleyeyim konsept albüm fikrinden hoşlanmıyorum. Albüm zaten bir konsept olmak zorundadır çünkü o kadar parçayı bir araya topluyorsan bir parça Mustafa’dan aldım bir de buradan aldım da albüm yaptım gibi bir durum olamaz. O 12 parçanın bir araya gelmesinin bir nedeni olmalı, ona da konsept deniyor ancak insanlar onu çok güzel tırnak içine alıp süslemek için “konsept albüm yapıyoruz” diyorlar.
Aybike: Daha fazla insana ulaşmak ve daha fazla konser vermek istiyorsunuz. Mesela Peyote kafasında işler yapma fikri hiç aklınızdan geçiyor mu?
Hakan: Onu öyle yapamayız işte, hani istesek de yapamayız. Zaten olmadığımız gibi bir şey yapabileceğimizi, kimseden öyle bir şey çıkabileceğini hiç sanmıyorum. Bu grubun en büyük tadı yaparken yaptığın şeyi konuşmamak. Gerçi bunda biraz değiştirdik ama bir önceki albümde hiçbir şeyi konuşmamıştık. Herkes enstrümanını aldı ve ne çıkıyorsa çıktı, o oldu yani. Şu an dedik hani acaba sonic olarak çok mu fazlayız? Biraz daha “less is more” gibi konuşmalar dönmeye başladı ama belirli bir tarza yönelme hiçbir zaman olmadı bizde.
Nedim: İnsanlar bunu seviyorlar hadi bunu yapalım gibi bir durumumuz yok.
Aybike: Söylemeye çalıştığım şey keskin bir şekilde janrınızı değiştirmeniz değil tabii. Eskiden baktığınızda 80’ler bir farklıydı 90’lar bir farklıydı ama şimdi 2000 farklı, 2001 çok farklı, inanılmaz şekilde değişiyor müzik algısı. Belki kafanızdaki şeyler değişmiştir. Belki daha elektronik şeyler eklemek istemişsinizdir.
Hakan: Aynen söylediğin gibi oldu işte. Değişti tabii çünkü o albümü 2006’da yaptık ve onu yaparken 2003’ün 2004’ün motivasyonundaydık. Şimdi bambaşka şeylerin motivasyonundayız ve bambaşka şeyler çıkıyor.
Aybike: Değişimden bahsetmişken; artık yapmak istediğiniz müziği yapabilmeniz için bir başkasına eskisi kadar bağımlı değilsiniz. Last.fm’den veya Myspace’ten paylaşabiliyorsunuz müziğinizi. Kendinizi ifade edebileceğiniz sahne sayısı da eskiye oranla daha fazla. Bütün bunları nasıl yorumluyorsunuz?
Murat: Canlı performans grubuyuz. Evde oturup mac’le de müzik yaparız ama canlı çalınabilecek formatta olur ve olmalıdır da. Canlı müzik geleneği ölmemeli. Tabii ki evde yapılan prodüksiyonlara karşı değiliz. Onlar da belirli ihtiyaçları karşılıyor; o akımı seven, takip eden insanlar da var ama canlı müziğin ölmemesi gerektiği kanaatindeyim.
Can: Zaten azalıyor her şekilde, katılımda da bir azalma var.
Aybike: Grup olabilmek, birilerine tahammül edebilmek zor tabii.
Nedim: Bezginlik harika bir planın sonucu, hayranlıkla izliyorum. Hiçbir politik görüş dünyanın kuruluşundan bu zamana kadar kendi ideolojisini ortaya çıkaracak bu denli güzel hareketler yaptırtmadı bence insanlara. Ben kendimden bahsedeyim; bütün günü laptop başında geçiriyorum. İnsanlar bir şeye karşı oldukları zaman Facebook’tan grup açıyorlar yani tepkileri bundan ibaret. Modern dünyanın müthiş bir başarısıdır bu. Kimsenin elini şuradan şuraya hareket ettirecek gücü yok. Kimsenin müzik dinlemek gibi bir derdi de yok ve kimsenin umurunda değil. Müzik yapılması için belki en doğru zaman ama insanların dinlemeye takati yok.
Aybike: Müziğin birleştirici bir etkisi var ama müzik ne kadar mikro ölçeğe inerse bu etki de bir o kadar azalıyor. Kendimden yola çıkacak olursam; evet, bir gün içinde bir sürü grup keşfediyorum ve şarkı dinliyorum. Bir grubun bir albümünden veya şarkısından bahsettiğim zaman çevremde yaklaşık olarak benimle aynı hissiyatı paylaşan, grubu tanıyan insan sayısı eskiye oranla her geçen gün azalıyor.
Hakan: Çok fazla grup ve şarkı var. Şarkı isimlerini, albüm isimlerini aklımda tutamıyorum artık. Eskiden o kadar değerli bir şeydi ki bir albüme ulaşabilmek… Albümdeki şarkıları ezbere bilirdin. Şu an tam bir patlama var; her taraftan, herkes, her türlü müzik… Plak şirketleri etkilendi en fazla bu durumdan ve iyi de oldu. Eskiden müzikten para kazanmanız için bir odaya girip müzik yapmanız ve güzel görünmeniz gerekiyordu. Sonra kaset oldu, cd oldu ve plak şirketlerine güç geldi. Şimdilerde teknoloji bir adım öteye gitti ve o gücü alıyor. Konserler üzerinden ilerliyor artık. Vaziyet böyle ve iyi bir şey bu bence. Yalnız tek dezavantajı var; müzik yapmak anlamını yitiriyor gibi.
Nedim: Değersizleşiyor.
Aybike: “Herkes yapabilir” oluyor.
Nedim: Evet, herkes yapabilir oluyor. Bilgisayarınızı açtığınız zaman davulları yazıyorsunuz, gitarları ekliyorsunuz. Herkes fotoğraf çekiyor, herkes müzik yapıyor, herkes sinemacı… Herkes her şey ve herkesin her konu hakkında fikri var. Sonuç: Kolay tüketim ve değersizleştirme.
Aybike: Sanatçı performansının önem kazanıyor demişken; konserlerinizde soğuk ve içe dönük bir tavrınız var.
Murat: Geldiğiniz konserde konuşmadık, muhabbet etmedik.
Büşra: Evet geldiniz, çaldınız ve gittiniz.
Murat: O gün ruh halimiz öyleydi. Son konserde çok güzel muhabbet ettik. Değişiyor yani çok içinden gelmiyorsa konuşmuyorsun.
Can: O bir tavır ve önceden planladığın bir şey değil. Gün içindeki hissiyata göre değişiyor.
Aybike: Bazı müzik gruplarının tavrı o yöndedir; konuşmazlar, çalarlar ve giderler.
Can: Bizim öyle değil. Bazen konuşmak istemezsin ya içinden gelmez.
Nedim: Sahneden konuşmak da herkesin yapabildiği bir şey değil bambaşka bir durum. Lisedeyken bir hocam geldi ve bana “Nedim güzel müzik yapıyorsun ama konuşma.” dedi. O günden beri konuşmuyorum. (gülüyoruz) İnsanın içinden gelmediği zaman çok antipatik duruyor.
Aybike: Bir de ben şeyi merak ediyorum; albümünüzde dinden referans vermişsiniz. İnanç mevzuu ne anlam ifade ediyor Gren için?
Hakan: Şu ana kadar başımıza bir dert gelmedi. (gülüyoruz) Albümü Tarkan Gözübüyük ile kaydettik. Albüm hakkında ne iyi ne kötü hiçbir yorumda bulunmadı. Sadece bir yerde telaşa verdi; o şarkıyı albümün ilk şarkısı olarak koyduk ya işte ondan sonra mail’ler gelmeye başladı. (gülüyoruz) Bir şey olmadı bize. Dorian’ın başına bir şeyler gelmişti web sayfaları hack’lenmişti sanıyorum. Bir de inanç konusu aramızda o kadar konuşmadığımız bir şey ki... Sonuçta yaptığımız şey sanat ve gruptaki herkes sanat hakkında bir fikir sahibi. Şarkının liriklerine çok farklı şekillerde bakılabilir. Ucu açık ve hafif kafa karıştıran bir yanı var.
Aybike: Peki yeni albüm ne zaman çıkacak? Rakun Müzik etiketiyle mi çıkarmayı düşünüyorsunuz veya bağımsız mı çıkaracaksınız?
Hakan: Zaten Rakun Müzik’le olmak yarı bağımsız olmak gibi bir şey. Karşınızdaki Rakun olunca daha samimi ve herkesin fedakarlıkta bulunduğu bir ortamda ilerliyor işler.
Aybike: Yine de plak şirketine bağlı olduğunuz zaman bir noktada istediğiniz gibi hareket edemezsiniz. Bu nokta konser vermeyle alakalı olabilir veya pazarlama şeklidir.
Can: Indie plak şirketi sonuçta.
Nedim: Durum çok kolay değil. Dışarıdan insanlar sitem ediyorlar, çok haklılar. Biz de sitem ediyoruz ve biz de haklıyız, herkes haklı. Her tarafta insanlar milyonlarca kazanıyor, yüzlerce konser veriyor da bir tek biz veremiyoruz değil durum. Herkes çapına göre. Bizim payımıza ne düşerse ne kadar istek varsa ona göre. İnsanlar Rakun Müzik’in kapılarını kırıyorlar da konser vermiyoruz, kendimizi saklıyoruz değil mesele. Buranın dönebilmesi konser vermek gerekiyor ama olamıyor yani. Yapabilecek bir şey yok.
Aybike: Neden konser verilemiyor peki? Athena ve Çilekeş de aynı durumdan bahsetmişti.
Hakan: Herkesin başka bir boyuttan ötürü olmuyordur.
Nedim: Olmuyor çünkü insanların desteklemek gibi bir fikri yok, umurlarında da değil zaten. Aslında bizim de umurumuzda değil; gelin, bize destek olun gibi bir tavrımız yok. Rock müzik ağlama duvarı değil. İnsanlar dinlemek istiyorlarsa dinleyecekler, dinlemek istemiyorlarsa da dinlemeyecekler.
Can: Bir de ben konsere gitmenin büyük bir lüks haline geldiğini düşünüyorum. Taksim’e gelmek, içeceğe para vermek yani bu tip şeyler kolay değil tabii herkes için.
Hakan: Sanıyorum ki gittikçe lokalleşecek mevzu. İnsan bar’a gittiği zaman içkisini içmeyi aynı zamanda da sevdiği grubu dinlemeyi istiyor. Peyote bunu başardı.
Aybike: 2. veya 3. kez soruyor olabilirim yeni albüm ne zaman çıkacak? (gülüyoruz)
Nedim: Single diye konuştuk daha hızlı hareket edebilmek için çünkü çok hızlı hareket edebilen bir grup değiliz. Bir parça üzerinde çok uzun süre çalışıyoruz. Klibiydi, beste süreciydi derken de 3 - 4 yılı bulabiliyor.
Aybike: Son zamanlarda albümünü baştan sona severek dinlediğiniz gruplar var mı?
Murat: Alice In Chains’in tekrar toplanması, Deftones’un son albümü beni feci bağlayan unsurlar.
Can: Kül sonunda albüm çıkardı çok beğendim. Arcade Fire’n son albümünü çok sevdim.
Aybike: 2010’un en iyi albümünü sorsam?
Can: Kurban’ın albümü çok güzel.
Aybike: Alternatif sahneden beğendikleriniz?
Nedim: Sakin’i çok beğeniyoruz.
Murat: Gece Gece diye bir grup var Ankaralı onu sevmiştim.
Can: Ankara demişken, TNK’nin albümünü beğendim.
Avaz Avaz: Bütün soruları sorduk galiba, teşekkür ederiz.
Nedim: Bitti mi? Ne güzel sohbet ediyorduk.
Hakan: “Niye Gren, grubun adın nereden geliyor?” sorusunu sormayacak mısınız?
Avaz Avaz: Lütfen öyle sorular sormayalım. (gülüyoruz)
Fotoğraflar için Didem Dinçsoy'a teşekkürler...
0 yorum:
Yorum Gönder