Yok aslında birbirimizden farkımız...
Biz özgeçmişi Se7en, The Game, Fight Club ve Zodiac gibi filmler bulunduran bir yönetmenin ilk Oscar adaylığının The Curious Case of Benjamin Button ile gelmesi trajik mi komik mi karar verememişken Akademi "En İyi Yönetmen" ödülünün daha çok yakışacağı bir Fincher filmi bularak yanlış hesabını Bağdat'a kadar göndermedi. Ellerine sağlık.
Kırmızı Halı: John Doe ve Zodyak Katili gibi fikirleri ve eylemleri kendilerini aşan obsesif karakterlerin tüm ipleri ellerinde tuttuğu filmleri, endişe ve gerginlik seviyelerini leziz bir dengede tutarak kotaran Fincher'ın, Mark Zuckerberg gibi bilumum nahoş duygular konusunda paratoner vazifesi gören bir insanın hikayesini anlatacak bir filme en uygun yönetmen olduğu fikrinden hiç şüphe etmedik. Belki Aaron Sorkin bu hikayeyi en inanılır şekilde anlatacak senarist değildi, ancak Sorkin'in artık patentini alması gereken aşırı zeki, aşırı başarılı, kendine güveni aşırı yüksek ana karakter kalıbına oturttuğu bu kurmaca ve şişirilmiş Zuckerberg figürünün ayaklarının yere basmasını sağlayan da yine Fincher oldu.
The Nominees Are...: Hakkında herkesin iyi kötü bir fikri olduğu bir karakterin -tabii gerçek Zuckerberg hakkındaki fikirlerin/önyargıların kurmaca Zuckerberg hakkındaki beklentileri yönlendirmesi ne kadar isabetli bir yaklaşımdır, o bambaşka bir yazının konusu- aslında ne düşünüldüğü kadar iyi, ne düşünüldüğü kadar kötü olduğunu, kısaca onun da nihayetinde bir fani olduğunu bize gösterdi dersek belki Fincher'ın bu filmdeki başarısını hafife almış olabiliriz. Fincher'ın, trajik kahraman ve Ayn Rand karakteri arasında ince bir çizgide yürüttüğü Zuckerberg, taşıyamayacağı büyüklükte fikirlere sahip bir karakter olarak okunduğu takdirde izleyiciden bir miktar sempati kazanabiliyor. Fakat hepimiz, izlediğimizin aslında dünyanın en genç milyarderinin hikayesi olduğunun farkındayız.
And the Oscar Goes to...: Akademi Ödülleri'nden önce gerçekleşen törenlerin, özellikle BAFTA gibi Akademi Ödülleri'ne yakın tarihte verilen ödüllerin, kendi çaplarındaki prestijlerinden öte Oscar'ların dağılımını isabetli tahmin etmek için kullanıldığı son yıllarda giderek yaygın bir şekilde kabul ediliyor. Belki The Social Network'ün The King's Speech karşısında En İyi Film ödülünü kazanması çok zor, çünkü nihayetinde bu film "Facebook filmi" ve hitap ettiği izleyici kitlesinden kopuk bir demografiğe dahil olan Akademi üyeleri arasında gelip geçici bir heves olarak gördükleri, yahut ayak uyduramayıp korktukları bir teknolojinin perde arkası çok ilginç olmayabilir. Ancak bu yılın En İyi Yönetmen adayları arasında insanlık hallerini Fincher gibi derinden ve fakirlik edebiyatına/popülistliğe ya da akıl sağlığıyla ilgili sorunlara indirgemeden mütalaa edebilen bir yönetmen göze çarpmıyor.
0 yorum:
Yorum Gönder