28 Nisan 2011 Perşembe

Röportaj: 123

123 yazılır, Yüz Yirmi Üç okunur.

Son zamanların en üretken ve heyecan uyandıran projelerinden birinin failleriyle, yeni kayıtlarını bitirmelerinin hemen üstüne sohbet etme fırsatı elimize geçtiğinde kaçırmamız aptallık olurdu. Neyse ki öyle bir meylimiz yok.

Keyifli okumalar.


Uğur: Tamburada, Dandadadan, 123. Gruptan gruba taşıdığınız bir dinleyici kitleniz vardır eminim. Peki bu geçişler kasıtlı tercihler mi yoksa doğal evriminiz denebilir mi?

Berke Can Özcan: Tamamen doğal gelişti. Hayat akışı diyelim. Gruptan gruba geçiş pek tercih değildi.

Burak Irmak: Tamburada ve Dandadadan varken 123 vardı aslında.

Uğur: 2004 idi galiba ilk konseriniz.

Berke: Tabi, 123 ile 2004’te başladık çalışmalara. Bu süreç de doğal seleksiyon oldu.

Feryin Kaya: O müziklerin dışında bir müzik yapabilmek oldu 123 bizim için. Sonra o gruplar kendi doğal süreçlerini tamamlayınca 123 ile daha fazla ilgilenmeye başladık.

Berke: Tamburada'da vokalist İngiltere’ye gitti, başka şeyler oldu. Biz bunu zaten yapmayı istiyorduk. 2004’ten beri de yapıyorduk çaktırmadan. İlk albüm 2009’da çıkmış olmasına rağmen, 123 hep vardı, üzerine her zaman çalışmalarımız oluyordu.

Buse: 123 şarkıları geneliyle ruh dinginliği vaat ediyor dinleyicisine. Bunu, diğer gruplarınızla paralel işler ortaya koyarken yaptığınızı söyleyebilir miyiz yoksa tamamen o anlık ruh halinizi mi yansıtıyor şarkılar?

Feryin: Sonuçta diğer gruplarda da biz çalıyorduk, 123’te de biz çalıyoruz. Aynı tarzlarda işler yapmamız bir yerde normal karşılanabilir.

Buse: Evet, 123 şarkılarını dinlerken diğer gruplarla ortak yönler bulabiliyoruz. Bu arada Yüz Yirmi Üç mü demeliyiz, Bir İki Üç mü?

Büşra: Bu konuya bir açıklık getirmeliyiz, çünkü Yüz Yirmi Üç değil Bir İki Üç gibi bir algı var çoğu dinleyicide.

Berke: Biz Yüz Yirmi Üç diyoruz. Feryin bir aralar Bir İki Üç diyordu hatta. Ama dördüncü - beşinci albümün adını yazıyla Yüz Yirmi Üç yapsak herkeste mutlaka netleşecektir. O albümü yapana kadar bunlar yaşanacak gibi duruyor.


Büşra: O zaman yeni albüm kayıtlarına gelelim.

Berke: Kaydettik.

Büşra: Oldukça hızlı olmuş.

Berke: Daha demin konuşuyorduk, bir albüm daha mı kaydetsek diye.

Burak: Çünkü çok parça var elimizde.

Feryin: Hali hazırda kaydetmediğimiz daha yirmi - otuz tane şarkımız var.

Büşra: Biriken parçaları kaydediyorsunuz.

Feryin Kaya: Parçalar birikiyor aslında üretim hızlı olduğu için.

Burak: Çünkü sürekli yeni şarkılar geliyor ve birikiyor haliyle.

Berke: Birkaç hafta önce Yüxexes'te çaldık. Şimdi kaydettiğimiz albüm değil, ondan sonra çıkaracağımız albümden iki parça çalmışız. O kadar güzel olmuş ki.

Dilara Sakpınar: Direk single mı yapsak diye düşündük. Çünkü albümün çıkmasına nereden baksanız daha iki sene var.

Berke: Albümler arası vakit olması gerekiyor ya, öyle bir sıkıntı var.

Büşra: Tüketilebilmesi konusunda en azından.

Feryin: Albümleri hızlı yapmak aslında hiç işimize yaramadı. Tanıtım açısından da, mesela daha yeni röportaj yapıyoruz. Stereo Love da videosu olmasaydı neredeyse güme gidiyordu.

Büşra: Peki nasıl bu kadar hızlı üretebiliyorsunuz?

Burak: Seviyoruz bu işi. Birbirimizle çok iyi anlaşıyoruz, parçalar bir anda yapılabiliyor o yüzden.

Feryin: Birbirimize çok güveniyoruz. Mesela bir demoyu ben evde tamamen hazırlıyorum. Dilara da üstüne evinde şarkı söylüyor. Burak ve Berke demo bazında hiç katılmamış oluyorlar belki ama bu şarkıyı albüme koyalım diyoruz. Sonuçta albüm kaydında çıkıyor şarkıların gerçek havası.

Berke: Demoları tam finalize etmeden albüme gitmek istiyoruz aslında. Öyle bir heyecan durumu var. Çünkü, genellikle sonradan fark ediyoruz, albüme koyduğumuz parçalar onların ilk halleri, en saf, en dokunulmamış halleri oluyor. Mesela Aksel albümünden bir şarkıyı şimdi çok farklı çalabiliyoruz, iyice olgunlaştı şarkı, ama geri dönüp albüme bakınca şarkının ilk fikirlerinin çok özel olduğunu söyleyebiliyoruz. Çok allayıp pullamadan, derinlere inmeden kayıt işini yapıp geçmek lazım. Bize öyle geliyor. Yoksa bir parçayı üç sene çalıp "abi şimdi oldu, şimdi kaydedelim" diye bir şey yok.

Büşra: Ama genelde de mesela gelişmesini bekler gruplar. Biraz daha otursun, birlikte çalalım, sahnede çalalım şeklini bulsun gibi. Genelde öyle bir eğilim vardır.

Feryin: Sahnede oturması da iyidir çünkü insanlara ilk saf halini sunup evrimi onların gözleri önünde yapıyorsun. Evrimin sonunda albüme koymak belki insanların başını hatırlayamamasına neden olacak. Sonuçta evinde CD’ni koyup o şarkının ilk halini nasılmış diye oturup dinleyebilirsin. Şarkı aynı olsa bile dinleyiciye bir değişiklik sağlıyor, farkında olabileceği bir değişiklik çünkü baz alabileceği bir nokta var.

Büşra: Peki şimdi üçüncü albüm Lara’nın kaydı bitti. Lara, hikayenize devam mı ediyor?

Berke: Lara hikayeye dahil değil. Aksel hikayenin birinci albümü. Sonra Stereo Love çıktı, ki hikaye ile alakası yoktu. Sonra Arve çıktı, üçüncü albüm ve hikayenin ikinci kısmı. Şimdi kaydettiğimiz Lara dördüncü albüm, yine hikaye ile alakasız, Stereo Love gibi bir ara albüm. Ondan sonra Anja gelecek, üçlemenin tamamı olacak. Beşinci albümde bitireceğiz hikayeyi.

Burak: Sonra dağılacağız. (gülüşmeler)

Berke: Bir sürü proje, başka albümler de var kafamızda.

Büşra: Başka konseptler, hikayeler olacak mı?

Dilara: Ayşe, Ahmet ve diğerleri diye bir hikaye düşündük.


Burak: Türkiye’de geçen bir versiyonunu yapacağız.

Feryin: Hikayeyi dallandırıp budaklandırmak biraz planlarımız arasında.

Berke: Açıkçası Anja'da kurgu tamamlanıyor ama yeni bir şeylere soru işaretleri getirebilecek kadar da değişebiliyor. Ömrümüz yeterse belki de A’lar B’ler C’ler derken bin dokuz yüz albüme kadar tamamlarız diye düşünüyoruz.

Buse: Bu hızla, olamayacak bir şey değil gibi görünüyor.

Feryin: Umuyoruz. Her harften yapsak beş çarpı yirmi dokuz albüm gibi görünüyor.

Büşra: Biz yeni albümün de konseptle alakalı olmasını bekliyorduk.

Berke: Yeni albümün adı Lara. Biraz Dilara yüzünden. On iki yeni şarkı var, hepsi vokalli. Hiç enstrümantal şarkı yok. İlk albümden beri dördümüzün beraber kaydettiği ilk şey. Aksel'de Dilara yoktu, Arve'deki parçaların bir kısmının kaydında yoktu, Stereo Love da aynen. Bunlar dördümüzün birlikte tamamen sıfırdan yaptığı on iki şarkı, hepsi Dilara’nın yazdığı sözler. Şu an ne isek, tam olarak o.

Feryin: Ancak yetiştik.

Büşra: Hepinizin bir arada olması tabi ki değişik bir tecrübe olmuştur.

Berke: Müzik çok değişmeye başladı.

Feryin: Sahnedeki halimize yaklaştı, bana öyle geliyor.

Berke: Eskiden kendi içimizde bazı sıkıntılar yaşıyorduk, sahnede zor icra edeceğimiz bazı şarkılar vardı. Benim davul çalıp söylemek zorunda olduğum şeyler vardı. Şimdi öyle bir noktaya geldik ki, grup kendini buldu. Ne yapıyorsak o, bu hali de kayda düşürmenin vaktiydi. Yeni olan o. Bunun nesi yeni dersen, bizim için çok büyük bir şey. Grupla rahat olmak iyi bir şey.

Büşra: Albüm dinleyicisi için farklı yani, ama konserleri takip eden insan için çok da farklı değil?

Berke: Şimdilerde bizi çok dinleyen insanların çok şaşıracağı bir albüm değil.

Büşra: Şarkılarınızın sahnede evrildiğinden bahsetmiştiniz, albüm dinleyicisi şarkıların en saf hallerini biliyor.

Feryin: Bu şarkıların da en saf halleri, kaydettikten sonra değişecek. Sahnede hep değişiyor şarkılar. Bunları da en fazla altı – yedi aydır çalıyoruz. Çoğu yeni yazılan şarkılar, çalmadığımız iki-üç şarkı bile var.

Berke: Hem yeniler, hem de aynı yaklaşım var. “First take”ler albüm, bir şarkıyı yedi kere çaldık da en iyisini seçtik değil, bir kere çaldık. O hali albümde duruyor. Sahnede de bir kere çalıyorsun ya. Parçalar neyse o, kendileri orda duruyorlar.

Büşra: Sonuçta bir hikaye anlatma kaygısı çok daha farklı bir şey. Genelde parçalar çalınır, kayıtları yapılır ve basılır ama siz hikaye de anlatıyorsunuz. Bu durumda, müzik üretim süreci ya da albüm süreci nasıl bir değişiklik gösteriyor ya da bir değişiklik gösteriyor mu?

Feryin: Müziğin üretim süreci çok radikal bir değişiklik göstermiyor. Arve albümünde hatırlıyorum, Berke, Burak’la bize görev gibi iki tane şarkı ismi verdi. Bu şarkıları siz yapın dedi. Çalı Çırpı’yı ben yaptım. Buğu’yu Burak yaptı.

Berke: Üçümüz aynı gece başka yerlerde şarkılar yaptık. Öyle bir şey ki, kendi içimizde yaptığımız bir oyun, bir uğraş. Hikayenin şu kısmında bir eksiklik var, o sırada Feryin hemen bir şarkı yapıyor, tamam işte bu Buz Palas diyoruz. Hani o şarkıyı dinlediğin zaman o parçadan buz çıkacağı için değil yani. Bir yandan hem hikayeyi biz yazıyoruz hem de beraber müzik üretiyoruz. Bir de kılıf uydurduk bu işe. Hepsini beraber yapınca da bizim için aslında çok kolay oluyor. Hikayeyi müzikle anlatmak dert değil yani, tamamen bunun bir parçası, en basit kısmı.

Büşra: Bu sizi biraz daha sınırlamıyor mu? Sonuçta bir çerçeve çiziyorsunuz.

Berke: İşte o yüzden aralarda başka albümler yapıyoruz. O işleyişle alakalı olmayanlara ayrı albümler çıkarıyoruz.

Uğur: Tek hikayenin işlendiği albümlere fazla rastlamıyoruz, siz bir hikayeye üç albümlük süreç ayırdınız. Bunun için dinledikleriniz kadar başka kaynaklardan nasıl besleniyorsunuz?

Feryin: Farkında olmadan besleniyor olabiliriz. Özellikle şunun gibi olmalı diye bir modelleme yok. Ama yaptıktan sonra hakikaten de buna çok benziyormuş diyorsun. En azından benim yirmi - otuz yıllık müzik geçmişime baktığımda birikim var ve o birikimden geliyor. Herkes çok uçlarda bir şey yapmıyor çünkü çok uçta bir şey yaptığında anlaşılmak bazen dert oluyor.

Berke: Etkilenmek her zaman söz konusu oluyor. Mesela birisi gelip siz sound olarak şu gruba çok benziyorsunuz diyor ama biz bahsettiği grup ya da kişileri hiç bilmiyor oluyoruz, hiç dinlememişiz.

Büşra: Sadece sound olarak değil, gördüğünüz, okuduğunuz, yaşadığınız herhangi bir şey olabilir.

Dilara: Sonuçta dört farklı kişiyiz, herkesin kendine göre hayatı oluyor. Burak’ın etkilendiği şeyler farklı, benim farklı. Ortak etkilendiğimiz konular da eminim vardır. Beraber oturup başka müzikler dinlediğimizde mesela ortak bir şeyler etkilenmiş oluyoruz. Ama benim için Bodrum’da ya da doğada olmak inanılmaz etkileyici oluyor, senin için (Berke) İsveç’te olmak, karda olmak olabilir.

Berke: Ben de hep onu anlamaya çalışıyorum. Aynı hedefe bakan, ayın işlerle meşgul bir grup insanız ama o kadar farklı tipleriz ki aslında. Bambaşka insanlarız ve aynı işi yapabiliyoruz.

Buse: Bu kadar farklı olmanıza rağmen uzun süredir berabersiniz ve güzel işler ortaya koyuyorsunuz. Bunu koruyabilmek de çok önemli.

Berke: Kesinlikle öyle ama olay inanılmaz büyük paraların döndüğü, birbirinin yüzüne bakmak zorunda olmadığın ama çok iyi para kazandığın bir ortam değil. Öyle bir ortamda çalışmıyoruz. Zor gidiyor işler, çok kolay bir dünyada yaşamıyoruz. Ona rağmen çok seviyoruz ki devam edebiliyoruz. Ortak hayallerimiz var, kovalamaya çalışıyoruz.


Buse: Görsellerden bahsedersek, şahane illustrasyonlar var ve yaptığınız işin büyük bir kısmını oluşturuyor. Bunlar albümlerin hikayesini etkiliyor mu, ya da nasıl etkiliyor?

Feryin: İllustrasyonlar müzik üzerinde bir şeyi değiştirmedi aslında.

Dilara: Müzik illustrasyonları şekillendirdi.

Feryin: Bütün albüm kaydedilmişti neredeyse. İllustrasyonlar albümü takip etti.

Berke: Arve’de de kitaplar, albüm tamamlandıktan sonra bitirildi. Önce müzik çıktı ortaya. Aksel’in illustrusyonlarını yapan hanım da (Huban Korman), Arve’nin fotoğraflarını çeken arkadaşımız da (Irmak Altıner) tamamen anlatmak istediğimizi hem bizden dinliyordu, hem de müziği de yansıtmaya çalışıyordu.

Feryin: Ama tabii ki bu fotoğraf ve illustrasyonlar bir şekilde gelecek albümü şekillendiriyor. Hikayenin yönünü aslında biraz belirliyor. İllustrasyonu çizen bir şey çizemeyeceğini düşünüyor veya bunun yakışmayacağını düşünüyor ve bir şekilde hikayeyi o yöne çeviriyor, keza fotoğrafı çeken de öyle. Böylece bir sonraki albüm üzerinde etkisi olduğundan söz edebiliriz.

Uğur: Lara’da böyle bir materyal var mı?

Berke: Film çektik! Belgesel yapacağız galiba. Bir sürü görüntüler çektik. Kayıt sürecini anlatan belgeselimsi bir şeyler düşünüyoruz ama çok net değil. Anja'da yapmak istediğimiz işler de çok belli değil ama yapabilirsek çok güzel olacak gibi görünüyor.

Burak: Üçlemenin finali olacak ve öyle bir finalle bitirebilirsek diğer ikisini de kapsayacak bir şekilde olacak.

Feryin: Elimizde kalan bütün kitapları Taksim meydanında yakacağız, final o.

Uğur: Çok fazla konserinize rastlayamıyoruz. Sık sık sahneye çıktığınız dönemler oluyor, sonra uzun süre konser vermediğiniz dönemler oluyor.

Feryin: O aralarda da albüm kaydediyoruz, bir şeyle meşgul oluyoruz.

Dilara: Aslında şimdiye kadar bütün kış boyunca epey iyiydik.

Feryin: 30 Nisan’da sa.ne.na’yla Borusan Müzik Evi'nde çalıyoruz.

Berke: O çok özel, değişik bir şey olacak. Vibrafonlar, perküsyonlar, arp var. Yedi kişi olacağız sahnede, ikinci bölümde 123’ün parçalarına onlar konuk olacaklar, bizim şarkılarımızı yepyeni aranjmanlarla çalacağız. Hoş bir şey. Sonra da 19 Mayıs’ta İzmir Senfoni ile çalacağız. Yazın da İstanbul Caz Festivali var, orda da Arve Henriksen ile çalacağız. Son albümde çalan trompetçi.

Buse: Onların dışında daha değişik işler de yapmışsınız, havuz konseriniz var mesela.

Berke: İlk albüm çıkmadan önceydi. Şimdi havuz dolu, yapamıyoruz.

Feryin: Aslında bir seri olsun amacıyla başladı ama, o işe devam edemedik. Bir şarkı havuzdan, bir şarkı ormanın içinde bir yerden, bir şarkı belki bir sahilde vesaire.

Berke: Öyle bir hastalık var galiba bizde, bir şeyleri hemen bir profile çevirmemiz gerekiyor.

Dilara: Eğleniyoruz yaparken, herhalde o yüzden. Kayıtları da normal stüdyoda yapmıyoruz, Lara kaydı için Bodrum’a gittik, evimizde kaydettik. Bütün gün yemek yedik.

Feryin: Kaydetmekten çok yemek yemiş olabiliriz.

Berke: Çalmalar kısa sürdü, daha çok mutfakta geçti vakit.

Büşra: Keyifli bir yöntem.

Berke: Ama spor da yapmak lazım.

Burak: Gidiş-gelişte spor yapıyoruz, aletlerin hepsini taşıyoruz.

Büşra: Konser demişken, ne düşündüğünüzü merak ettiğim bir konu var: Yakın zamanda neredeyse her akşam birkaç konser düzenlenmeye başladı, mekanların dolmadığından şikayet ediliyor. Bu konuda sizin bir şikayetiniz var mı?

Berke: Son bir-iki yıldır boş geçen konserimiz olmadı. Her hafta çalmadığımız için de oluyordur, eminim. Bir ilgi yaratıyoruz konserler arasındaki süre uzun olunca. Bizi dinleyen insanlar bizi yalnız bırakmıyorlar bir şekilde.

Büşra: Konser sırasında çok fazla konuşuluyor gibi şikayetler de var. Dinleyici kitlesi değişti gibi, öyle bir şey deneyimlediniz mi?

Berke: Bazen, evet, insanlar çok konuşuyorlar. İlginç, parasını verip giriyorlar, sonra konuşuyorlar. Kendi bilecekleri iş. Biz bir şey yapamayız, sahnede çalıyoruz.

Feryin: Ne yapalım, kavga mı edelim?

Berke: Biz dördümüz kendi içimizde çok keyifliyiz, duymuyoruz, ama yanındaki seyirci rahatsız oluyordur. Onların kalkıp bir şey demesi gerek.

Dilara: Bu ancak böyle durdurulabilir. Sahnedeki insanların “Susar mısın?” diyecek hali olmayacağı için, insanların “niye konuşuyorsunuz, ben buraya müzik dinlemeye geldim” demesi çok normal.

Berke: Ona gerçekten yapılabilecek bir şey yok. Bazen 123'ü bilmesine imkan olmayan insanlar görüyorum, bir şekilde gelmişler. Cuma-cumartesi çalıyoruz genellikle, öyle tercih ediliyor. İnsanların hafta sonu dışarı çıkma durumları var ve “ha, 123 yazıyor” deyip bilmeden giriyor, kendince mutlu ya da değil, böyle tipler de oluyor.

Büşra: Bundan genelde şikayetçi oluyor insanlar.

Feryin: Hoş bir durum değil tabii.

Büşra: Sizin için sorun değil anladığım kadarıyla.

Berke: Değil, bizim için müzik yaparken sorun yok. Biz bir buçuk saat uçuyoruz zaten.

Dilara: Nerede konser verdiğinle de çok alakalı. Oturma düzeni olan bir yerde konser veriyorsan orda insanların konuşmamasını zaten beklersin. Ama burası mesela (nublu) bir kulüp, daha yüksek ses var, insanlar buraya içmeye geliyor. İstesen de kimseye izletemezsin. Yine de şanslı sayılırız.

Buse: Bugünkü müzik piyasası hakkında neler düşünüyorsunuz peki, kendinizi nerde görüyorsunuz?

Feryin: Daha küçük, daha az insanın bildiği grupları daha çok görmeye başlıyoruz, bu epey iyi bir şey. Kayıt kolaylaştı, dağıtım desen, internet var elinin altında. Dolayısıyla, bu kadar evrenselleşmesi, insanların müziğe bu kadar kolay ulaşması bence bu bakımdan iyi. Aynı zamanda bu durum büyük şirketleri zorluyor, bence bu da iyi. Nerde çokluk orda bokluk dedikleri laf büyük plak şirketleri için bence geçerli. Büyük plak şirketleriyle ilgili şöyle bir şey var: Bir müziği dünya dinliyor diye büyük kanallara veriyorlar, aslında büyük kanallara verildiği için dünya mecburen onları dinliyor. Bunun kırılması bakımından iyiye gidiyor, ama bunun dışında ortada ayrılan bütçe belli, herkes daha az kazanıyor. Amaç müzikte çok büyük paralar peşinde koşmak değil, hayatını idame ettirerek sevdiğin müziği yapmak ise o yöne doğru ilerliyor. Biz kendimizi nerde görüyoruz bilmiyorum.

Büşra: Öyle bir kaygınız da yok sanki.

Feryin: İçinden bakınca görmek mümkün değil böyle bir şeyi. Onu siz söyleyebilirsiniz.

Berke: Hakikaten nerde durduğumuzu bilmiyoruz. Biraz uzaylıyız yani.
Share This
Subscribe Here

0 yorum:

 
Avaz Avaz Dergisi

izliyorlardı

Avaz Avaz Copyright © 2011 BeMagazine Blogger Template is Designed by Blogger Template
In Collaboration with fifa